Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Uzlaşma dörtlüsü

Filistin-İsrail uzlaşma projesi; girişimler, çerçeveler ve çabalar oluşturdu ve hepsi de maksimum düzeyde başarılı olmayı ve asgari düzeyde açık ölümü engellemeyi hedefledi. İlgili dünya ülkeleri bu uğurda çok fazla çaba ve para sarf etti. Bunların arasında en önemlisi George H. W. Bush, Clinton, George W. Bush ve Barack Obama dönemlerinde doğrudan gösterilen ABD çabalarıydı. Bunların hepsi başarısızlıkla sonuçlandı. En sonuncusu da Bakan Kerry’nin bir yıldan fazla süren gezileriydi.
İttifak açısından İsrail ve zorunlu olarak da Filistinliler üzerinde en çok etkiye sahip olduğu düşünülen bir devletin çabalarının peş peşe gelen başarısızlıkları, fikrin ve projenin nihai olarak çökmesine ilişkin bölgesel ve uluslararası çapta bir korku oluşmasına yol açtı. Bu korku, Ortadoğu’nun çeşitli savaşlar yüzünden alev almasıyla beslenip büyüdü ve bu da Filistin-İsrail uzlaşmasına yönelik ciddi ilgiyi sadece boş bir çaba ve para israfına dönüştürdü.
Bununla birlikte, son zamanlarda Filistin-İsrail uzlaşması meselesinde en önemli Arap paydaşlardan Mısır ve Ürdün ile en önemli Avrupa paydaşlarından Almanya ve Fransa’dan oluşan Münih Dörtlüsü’nün kurulmasıyla beklenmedik bir uyanış gerçekleşti. Bu da ABD’nin uzlaşma konusundaki geleneksel rolünü sürdürmemesi ile açılan boşluğu doldurmak için ortak ve ciddi bir çaba olduğuna işaret ediyor.
Mısır’ın ev sahipliğinde gerçekleşen Münih Dörtlüsü’nün son toplantısında Filistinlileri tatmin edecek, olumlu bir sonuç duyuruldu. Ancak İsrail tarafından yeterli ilgi gösterilmedi. Bunun sebebi Dörtlünün kaynaklarının söylediği gibi İsrail’in olumsuz duruşunu hafifletmek için İbrani Devleti'nin gelecek seçimlerle meşgul olmasından ziyade, çıkmaza giren çözüm sürecinin tüm bölümlerinde sürekli ortaya çıkan başka bir nedendi. Bu da İsrail’in tutumunun temel kuralı; Filistinlileri yalnızlaştırma politikasını kıran herhangi bir etkiyi dışlamaya çalışmaktır. Onlarla müzakere masasına oturursa Filistinlilerin destek ya da yönetim olarak gördükleri herhangi bir partiden, ABD bile olsa tamamen soyutlamasıdır. Arabulucuların gösterdikleri çabaların etkisini boşa çıkaran bu kural halen devam ediyor ve bir sonraki seçimleri sağcı koalisyon kazanırsa daha da güçlenecek. Şu ana kadar muhtemel olan bu.
İsrail seçimlerinin sonuçlarını ve ABD’nin yeni yönetimin resmi görevlerini devralmasının ardından izleyeceği politikaları bekleyen Münih Dörtlüsü, davalarının öncelikli konular arasından çekilmesinden ya da tıpkı “Arap Baharı’ndan önce” olduğu gibi merkezi konumdan kaydırılmasından mustarip olan Filistinlilerin ilgisini çekti.
Filistinlilerin memnuniyeti ve Münih Dörtlüsü’ne bel bağlaması çözümün olanaksızlığını ancak ilginin geri getirilmesi ile nispeten telafi edileceği gerçeğine dayanıyor. Tüm bunlar bir kenara, Münih Dörtlüsü eski uluslararası dörtlüyü anımsatıyor. Eski dörtlü tüm dünyayı kapsadığı için daha geniş bir temsil yeteneğine sahipti. Ancak sonu, bir kenara itilip bir duyuru yapılmadan fiili olarak iptal edilmesi oldu. Münih Dörtlüsü’nün bir kenara itilmemesi ve içinin boşlatılmaması da iki önemli şeye bağlıdır. Bunlardan ilki mümkün ancak şu ana kadar belirsizliğini koruyor. O da ABD’nin bu çabaları ne kadar destekleyip katılacağıdır. İkincisi ise imkansız. O da ilk olarak İsrail’in rolünü kabul etmesi, sonra iş birliği yapması ve belirlenen şartlarda müzakerelere onay vermesidir.
Uluslararası bir güvenlik kuvözünden doğan ve Filistin-İsrail yolunun ihmal edilip boşlanmasının ne kadar tehlikeli olabileceğinin farkında olan Münih Dörtlüsü, bu boşluğu etkili bir şekilde mi dolduracak yoksa sonu daha eski ve daha kapsamlı Dörtlü’nün akıbeti gibi mi olacak? Bunu Washington ve Tel Aviv’deki gelişmeleri bekleme süresinin sona ermesinin ardından gösterilecek çabaların gidişatı ile göreceğiz.