Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

‘Ulus, modern bir olgudur’ ifadesi üzerine

Son yarım yüzyılda tüm Arap toplumlarında, ulus-devlet veya Arap milliyetçilerinin tanımladığı gibi söylersek “Arap milleti” veya İslamcı aktivistlerin tanımıyla “İslam milleti” arasındaki mesafe hakkında bir tartışmanın cari olduğunu düşünüyorum.
İslamcılar, Kur’an'daki “Müslümanların tek bir millet olduğu ve milletler arasında da en hayırlıları olduğu” yönündeki ayetleri delil getirmeyi severler. Ayrıca Arap milliyetçileri de (ve bazı geleneksel din adamları) Arapların İslam milleti içerisindeki hususiyetlerine vurgu yaparlar ve Allah’ın onları diğerlerinden daha üstün kıldığını söylerler. Çoğu zaman bu anlamı teyit etmek için de Hz. Peygamber’e (sav) nispet edilen bazı hadisleri delil olarak zikrederler.
Bugün tartıştığımız “Millet” kavramının önceki zamanlardaki kullanımdan farklı olduğu bir sır değil. Öyle ki “Arap milleti” denilince doğuda Irak’tan başlayan ve batıda Moritanya’ya kadar uzanan harita hatıra geliyor.
“İslam milletinden” söz edildiğinde ise merhum Malik bin Nebi’nin “Tanca'dan Cakarta'ya” ifadesini hatırlarsınız. Diğer bir değişle ‘millet’ kelimesinden anlaşılan anlam, dil, kültür, din veya tarih gibi ortak bir unsurla birbirine bağlanan büyük bir insan topluluğudur. Bu bağlamda önemli olan husus, söz konusu ortak faktörlerin her bir birey için diğerlerine karşı bir tür yükümlülük ihdas etmesidir. Yani insanların bir ırka veya dile katılımı, kişi için birtakım hakları ve görevleri beraberinde getiren yeni bir değer yaratır.
Mesela İslamcılar, bir bireyin İslam milletine olan bağlılığının ülkesine olan bağlılığından önce geldiğini; Arap milliyetçileri ise her Arap’ın “Arap Birliği” için çabalaması gerektiğini söylerler. Dolayısıyla bireyin kendisi ve diğerleri arasındaki ortak unsuru keşfetmesi, bu farkındalıktan önce var olmayan görevleri veya hakları da beraberinde getirir.
Ancak tüm bu anlamlar ayetlerin nazil olduğu sırada bilinmiyordu. Kur’an ayetlerine bakarsanız, millet kelimesi ile bahsi geçen değerler arasındaki mutabakata herhangi bir işarette bulunmadığını görürsünüz. Hz. Peygamber, “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine karşı merhametli olmakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar” hadisiyle, dayanışmaya ve karşılıklı merhamete davet eder. Ancak bu hadis bile (bu bağlamdaki diğer hadisler için de geçerlidir), komşular ve köyün nüfusu gibi insanı çevreleyen küçük topluluğa işaretle anlaşıldı.
Kur’an'da geçen ‘millet’ kelimesinde, kültür, din yahut diğer herhangi bir unsurun içerildiğine dair herhangi bir işaret yoktur. Nitekim Kur’an hayvanların da bir millet olduğu yönündeki ayetleriyle, kültürel bağın gerekliliğini ortadan kaldırmıştır.
Coğrafya okuduğumuz zaman ‘İslam milletini’ keşfettik. Radyonun ve matbaanın icadından sonra Arap milletini fark ettik. Benedict Anderson’ın da ifade ettiği gibi ticari matbaacılık insanlar arasındaki ortak unsurların keşfinde ve onları ‘birlik’ noktasına yakınlaştırmakta etkili oldu. Böylece burada ‘bir millet’, orada ‘başka bir millet’ ortaya çıktı. Millet mefhumu, modern zamanın insanı tarafından “ulusa” dönüştürülerek yaratıldı: Arap ulusu, İslam ulusu ve diğer tüm uluslar ortaya çıkartıldı.
Burada bir kez daha çok büyük insanlık çerçevesinden bahsettiğimizi hatırlatmak istiyorum. “Uluslararası davetçiler”, onun salt varlığının ve üyeleri arasındaki benzer unsurların, yeni değerler yarattığını ve yeni hak ve görevleri ortaya çıkardığını düşünüyorlar. Bu düşüncenin gereksiz bir külfeti içerdiğini belirtmek için burada zikrediyorum.
Din, kültür veya etnisitede benzerlik kültürel bir duruma işaret ediyor, ancak bunun bizatihi üyelerine veya başkalarına birtakım yükümlülükler ihdas etmesi ve ana bir unsur olarak görülmesi pek doğru değil.