Zuheyr el-Harisi
TT

ABD ve uluslararası kuruluşlar: Çekildikten sonra geri dönüş!

ABD’nin geçtiğimiz dört yıl içerisinde mercek altında kalması, eleştiri oklarının hedefinde olması ve -gözlemcilere göre- asli olmayan sebeplerle uluslararası kurum ve kuruluşlardan çıkmasından dolayı sorumlu tutulan bir pozisyonda bulunması beklenen bir şeydi. Nitekim Trump, ekonomik israf olduğu, bu kurumların ülkenin sırtında bir yük ve herhangi bir etkileri olmadığı gibi gerekçelerle attığı adımlar dolayısıyla yönetiminin uluslararası dosyaları ele alma şekli hususunda kötü bir izlenim bıraktı. Sık sık ABD’nin uluslararası toplum tarafından aldatıldığını söyledi. Trump’ın bu ifadesi, Cumhuriyetçi Parti arasında hala popülerdir.
Trump yönetimi, ‘Önce Amerika’ sloganını ortaya atarak Washington'un kurumlara olan üyeliğini iptal etti ve Paris İklim Anlaşması ile 15 ülkenin imzaladığı Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması gibi çeşitli uluslararası anlaşmalardan çekildi. Ayrıca Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi’nden, UNESCO'dan, Washington'un en büyük finansörü olduğu Dünya Sağlık Örgütü'nden de çekildi ve Dünya Ticaret Örgütü çalışmalarını sona erdirdi. Ayrıca Avrupa Birliği'ndeki müttefikleri ile olan karmaşık ilişkilerinden ve sona eren bir oluşum olarak tanımladığı NATO karşısındaki tutumundan bahsetmeye bile gerek yok.
ABD’nin bu uygulamaları uluslararası toplumu şok etti. Bunun tek sebebi ilgili kurumlardan çekilmesi değildi. Dünya, ABD başkanının iyi planlanmamış böyle kararlar aldığını görmeye alışkın değildi. Bu kararlar genel olarak insanlığın menfaatini zedeleyen kararlar oldu. Bundan dolayı büyük ülkelerin ahlaki ve insani rolü hakkında birtakım sorular gündeme geldi. Prensip olarak herhangi bir devletin her konuda her şeyden önce kendi çıkarına hizmet eden kararı alma hakkı vardır. Bu, uluslararası hukukun güvence altına aldığı egemenlik hakkı kapsamındadır. Fakat bu tüm ülkeler için geçerli midir? ABD ve Rusya gibi ülkelerin büyük veya süper güçler olarak sınıflandırıldığı statü, ağırlık ve güçlerinden ötürü birtakım sorumlulukları olduğunu düşünenler var. Bu husus, uluslararası toplumun onlardan bazı önemli ve kritik roller oynamalarını talep etmesine yol açıyor. Zira dünya halkları için güvenlik, barış, gelişme ve refahın sağlanması hususunda katkıda bulunuyorlar. Bu, dünya halklarının isteklerini gerçekleştirecek yeni bir dünya düzeninin şekillendirilmesi anlamına geliyor.
Geçtiğimiz on yıl içinde uluslararası sahnedeki tüm aktörlerin derinlikli bir vizyonlarının olmayışından ötürü uluslararası politikada karışıklık ve çözülemeyen düğümler ortaya çıktı. Uluslararası dosyalardaki dar bakış açısı ve diğer dosyalardaki tarafgirlik bunun delilidir. Mesele artık uluslararası oyunun sürekli değişen kurallarıyla sınırlı değil. Gerçek şu ki dünya, yalnızca farklı kişiler ve liderler dolayısıyla değil, aynı zamanda değişen algılarla ve zihniyetlerle birlikte bir doğum sancısı çekiyor. Bu, büyük devletlerin ahlaki ve insani sorumluluklarını yerine getirmedeki rollerinin daha da büyüdüğü anlamına geliyor. Bu ülkelerin, dünyanın içinden geçtiği bu dönemin, koşulların ve zorlukların farkına varmaları umuluyor.
Suudi Arabistan'ın başkanlık ettiği G20 Zirvesi’nden sonra liderler, dünyayı korumak için uluslararası kuruluşlara katılım ve etkileşimin yanı sıra tüm zorluklar ve krizlerle yüzleşmek adına ülkeler arasındaki iş birliği ihtiyacı hususunda fikir birliğine vardı. ABD Başkanı Joe Biden, Obama döneminin bir kopyası olmayacağını vurgulayarak dünyaya döneceğini açıkladı. Ayrıca halkına ve uluslararası topluma güven verecek çeşitli mesajlar gönderdi. Bu mesajlardan en önemlileri, ülkesinin dünya ile ilişkilerini onarmak ve eski başkanın ülkenin itibarını etkileyen kararlarını iptal etmekti. Nitekim başkanlık töreninin hemen ardından Paris İklim Anlaşması’na dönüşün ve Dünya Sağlık Örgütü üyeliğinin de aralarında bulunduğu 17 kararın altına imza attı.
ABD’nin yeni yönetimin politikası giderek netleşiyor. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Biden yönetiminin uluslararası kurum ve kuruluşlarla yeniden temas kuracağını ve bunların reformuna odaklanacağını vurguladı. Sullivan, mevcut sorunlarla yüzleşmek için müttefiklerle ortaklıkların güçlendirileceğine işaret ederek, yakın zamanda Washington'da küresel bir zirvenin yapılacağından ve Çin ile ilişkilerin yeniden gözden geçirileceğinden söz etti. Joe Biden'ın Dışişleri Bakanı adayı Antony Blinken, İran'ın nükleer bir silaha sahip olmasına izin vermeyeceklerini ve onunla daha sıkı bir nükleer anlaşma üzerinde çalıştıklarını ifade etti. Blinken, İran'la ilgili herhangi bir nükleer müzakereye Körfez ülkelerinin de katılacağını teyit etti.
ABD’deki yeni yönetimle birlikte dünya da yeni bir aşamaya giriyor. Önümüzdeki günlerde olacakları kimse tahmin edemez. Önemli olan ülkeler arasındaki iş birliği ve saygı ruhunun geri dönmesidir. ABD’nin dünyaya döndüğünü ve kimsenin statü ve nüfuz açısından onun yerini alamayacağını söyleyen kimse haklıydı. Ancak ABD, 4 yıl öncesinden farklı bir durumda ve geri döndüğü dünya o eski dünya değil. ABD'nin Birleşmiş Milletler Daimî Temsilcisi Linda Thomas-Greenfield, “ABD geri döndü, çok kutupluluk geri döndü ve diplomasi geri döndü” diyor. Bunlar güzel sözler, ancak bekleyip ne olacağını görmeliyiz!