Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Biden ve Ortadoğu: Geri çekilme mi, dahil olma mı?

En iyimser insanlar dahi ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin Arap bölgesi meselelerine hemen veya çok yakın bir zamanda dahil olmasını beklemiyorlar. Bu yönetim, kendisine yerel sorunların hakim olduğu öncelikler belirledi ki, mevcut koşullar ve ABD'nin bölünmelerini derinleştiren Donald Trump yönetiminin mirası ışığında bu anlaşılabilir.
Beyaz Saray’ın Twitter hesabında yayınlanan video ile ulaştırmak istediği mesaj buydu ve yeni yönetim için 4 öncelik belirliyordu; vaka ve ölüm sayısı bakımından ABD’nin dünyada birinci sırada geldiği korona pandemisini kontrol altına almak, iklim sorunlarıyla mücadele etmek, Amerikan orta sınıfını yeniden inşa etmek, Amerikan toplumunda ırksal adaleti gerçekleştirmeye çalışmak. Videoda dış politikadan bahsetmiyor. Ama ABD’nin içine kapanmasını değil, rolüne geri dönmesini ve (Biden’ın ifadesiyle) “Dünyadan geri çekilmesini değil onu yönetmeye hazırlanmasını” istediğini söyleyen bir yönetim, mutlaka ve kesinlikle dış politikada da önceliklerini belirlemiştir. Ancak, bu konuda bile ABD yönetiminin odağı, şartlara ve gelişmelere bağlı olarak uzun veya kısa sürebilecek bir süre bölgemizden uzak olacaktır.
Biden yönetimine ve özellikle dış politika ekibine yakından bakıldığında, önceliklerini belirlerken gözünü Çin ve Asya'ya dikmiş olduğu ortaya çıkar. Çin ile savaş, bir varoluş ve nüfuz savaşı. Dünyanın tek süper gücü koltuğu için verilen bir savaş. ABD uzun zamandır dünyanın tek süper gücü ama şimdi, ekonomik liderlik için kendisiyle rekabet eden, Asya’da gücünü gösteren, dünyada nüfuzunu genişleten Çin’den gelen ciddi bir meydan okuma ile karşı karşıya. Beyaz Saray'dan Kongre'ye kadar Amerikan siyaset kurumu, ABD'nin statüsü ve çıkarlarına yönelik en büyük tehdidin Çin'den ve daha az ölçüde Putin'in Rusyasından geldiği konusunda hemfikir görünüyor. Dolayısıyla Trump döneminde stratejik hedef olan Çin tehdidini kontrol altına almak bu önemini koruyacak, tek fark yöntem olacak. Biden, ne Trump'ın sözlüğünü kullanacak ne de savaşı Twitter üzerinden yönetecek. Daha ziyade, dışarıda ABD’nin ittifaklarını yeniden tesis etmeye, Asya, Afrika ve hatta Avrupa'da Çin etki ve nüfuzunun genişlemesini sınırlamaya, içerde ekonomiyi güçlendirmeye ve Amerikan şirketlerini yurt içinde üretmeye teşvik etmeye çalışacak.
Biden'ın "özel bir meydan okuma" olarak gördüğü Çin ile ekonomik ve ticari mücadele, yönetimin önceliklerinden biri ve bu nedenle, Dışişleri Bakanlığından Savunma Bakanlığına kadar önemli pozisyonlara bir dizi Çin işlerinde uzman atandı. Buna ilaveten, Biden tarafından Ticaret Temsilcisi olarak atanan Katherine Tai, ABD Temsilciler Meclisi Yollar ve Araçlar Komisyonu ve ABD Ticaret Temsilciliği Dairesi’nde görev yaptığı sırada edindiği deneyim sayesinde ABD'nin dış ticaret ilişkileri dosyasında çok bilgili bir avukat. Çin kökenli bir Amerikalı olan Tai, akıcı bir şekilde Çince konuşuyor ve Çin ile ilişkiler, özellikle de ekonomik meseleler ve Asya devi ile ticaret savaşı konusunda geniş bir bilgiye sahip, bu konulara en küçük ayrıntılarına kadar vakıf.
Atamasını onaylamak için Senato’da yapılan oylama oturumunda yaptığı konuşmada yeni Savunma Bakanı Lloyd Austin, dış düzeyde “Çabalarımızın odak noktasının Çin olması gerektiğini anlıyorum” ifadesini kullanarak ve kendisini ABD çıkarlarına yönelik en büyük tehdit sayarak, Çin konusundaki tutumunu açık ve net bir şekilde ortaya koydu. Bu mesaj, yeni yönetimin çeşitli pozisyonlarında ve hatta farklı kademelerinde yapılan atamalarla şu veya bu şekilde daha da netleşecektir.
Yeni yönetimin Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Başkan Biden'ın kendisinden Ulusal Güvenlik Konseyi politikalarını "Dış politika kararlarını, ABD’de çalışan ailelerin iyiliği için kullanmak" perspektifinde yeniden formüle etmesini istediğini söyledi. Bu sözler, Biden yönetiminin dış politikalarında önceliğinin ekonomi, ticaret ve Çin ile rekabet, ABD’nin konumunu tehdit eden etkisini sınırlamak meseleleri olacağını bir kez daha teyit ediyor.
Sullivan, buradan yola çıkarak, Brett McGuirk tarafından yönetilen Ortadoğu ve Kuzey Afrika ekibinin boyutunu küçültüp, Kurt Campbell tarafından yönetilen Güneydoğu Asya politikalarından sorumlu ekibi genişleterek Ulusal Güvenlik Konseyi'nin departmanlarını yeniden organize etmeye ve yeniden yapılandırmaya başladı.
Bütün bunlar Arap bölgesi için ne anlama geliyor?
Biden yönetimi bölgeyi tamamen ihmal etmeyecek, kaldı ki birbiriyle bağlantılı ilişkiler ve çıkarlar göz önüne alındığında bunu yapamaz da. Ancak öncelikleri yeniden düzenlemeyi gerektirecek önemli bir gelişme, büyük bir acil durum meydana gelmedikçe Arap meselelerinin yeni yönetimin önceliklerinin daha alt sıralarında yer almasına hazırlıklı olmalıyız. Yönetim, önceliklerini korona salgınından, ekonomi ve Çin sorununa kadar önemli gördüğü diğer konular olarak belirledi. Bu nedenle çabasının ve zamanının çoğunu Arap bölgesinde "ebedi savaşlar" olarak gördüğü konulara harcamak istemiyor.
Bununla birlikte, yönetimin ulusal güvenlik ve dış ilişkiler ekibindeki bölge dosyalarında geniş deneyime sahip figürlerin varlığı göz önüne alındığında, kendisinden belirli konularda belirli hamleler beklenebilir. İsrail'in güvenliğinin ABD yönetimlerinin Ortadoğu'daki öncelikler listesinin başında yer aldığı gerçeğinden yola çıkarak yeni yönetim, İran ile nükleer anlaşmasını canlandırmaya açık olacak. Ancak, balistik füze programı ile dış müdahaleleri meselesini de ele alan değişiklikler içermesi koşuluyla. Biden, seçim sonuçları açıklandıktan sonra basına verdiği röportajlarında bu olasılığa değinmişti. Geçtiğimiz Aralık ayında The New York Times'a verdiği bir röportajda Biden, nükleer anlaşmayı canlandırmanın kolay olmayacağını ama mümkün olduğunu söylemişti. Bunun için İran’ın anlaşmaya tam olarak uymaya geri dönmesini şart koşmuştu. Bunun anlamı, İran tüm uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmalı. Ancak o zaman ABD bunu nükleer anlaşmayı canlandırmak, balistik füze programı ve dış müdahaleleri gibi diğer konuları çözmek, ardından yaptırımları kaldırmak amacıyla müzakerelerin yeniden başlaması için bir başlangıç noktası sayabilir. Kısacası Biden, yaptırım kartını Tahran’ın bir ilerleme kaydetmesi durumunda bir havuç, kaydetmemesi durumunda da bir sopa olarak kullanacak.
Nükleer dosyadaki herhangi bir ilerlemenin, Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan'daki durumlara da yansımaları olacaktır. Tahran, dış müdahalelerini durdurmaya karar verip, Biden yönetimi ile iş birliği yapmasının, iç koşullarını düzeltmek için yaptırımların kaldırılmasını sağlamanın daha iyi olacağını düşünürse, bu durum, saydığımız ülkelerdeki sorunların çözümünü de teşvik edebilir. Pek çok kişi, İran'ın önceki yaklaşımından kolayca vazgeçmeyeceğine inanıyor, bu da Biden yönetimini dosya üzerinde çok fazla zaman harcamaktan caydırabilir, dolayısıyla meseleler çözülmeden olduğu gibi kalabilir.
Barış sürecine gelince, Trump yönetiminin Arap ülkelerini İsrail ile ilişkileri normalleştirme sürecine katılmaya teşvik etme yaklaşımını benimseyebilir, ancak Biden yönetiminin bu sürece derinlemesine dahil olmasını beklemek zor.
Sonuç olarak Biden yönetiminin en büyük endişesi, bölgedeki çatışmalar değil, yerel kaygılar ve Washington'daki karar alma çevrelerinin ABD’nin karşı karşıya olduğu en büyük meydan okuma olarak gördükleri bir konu, artan Çin etkisi olacak. En büyük odak noktası bu olacak.