Halid Berri
TT

Demokrat, demokrasi ve örgütçülük

Çağdaş yazılarda demokrasi kelimesi kutsala dönüştürülmüş durumda. Bu kutsallaştırmanın birçok eksikliğinden biri, bir toplumun durumunu teşhis ederken veya onun çözümü hakkında düşünürken, özgür fikirli insanları ona yaklaşmaktan uzaklaştırmasıdır. Demokrasi burada gerekli bir besin olarak sunuluyor. Geçmişten günümüze okuduğumuz şey bu mu?
Demokrasi, geleneksel anlamda bilinmeden önce Büyük Britanya’da ortaya çıktı. 17. yüzyıl aydınlanmasında bilim, edebiyat ve felsefe bayraklarını Isaac Newton, Shakespeare, John Locke ve Francis Bacon'a kucak açtı. Bu yüzyılda oy kullanma hakkı mevcut değildi. Daha sonra, sonraki iki yüzyılda kapitalizm ve sanayi devrimi ile en büyük ekonomik hamlesini 18. ve 19. yüzyıllarda gerçekleştirdi. Kadınlar ve mülkü olmayan erkeklerin çoğunu içeren toplumun yarısına oy kullanma hakkı tanıdı.
Bunun mantığını anlamak zor değil. Eğer malınız yoksa, fütursuzca oy kullanacaksınız. Örneğin size dağıtma vaadiyle, ayrıcalıklı yatırım zihnine sahip olanların elinden servet koparan birini seçebilirsiniz. Ekonomik geçiş sürecinde bunu yapmış olsaydınız, İngiltere bu şekilde gelişemezdi.
Fransa’da da oy kullanma açısından benzer bir süreç yaşandı. Kadınlar 1944’te (Rusya’da 1917 ve Gürcistan’da 1920) oy kullanma hakkını kazandı. ABD’ye gelince, 19. yüzyılda nüfusunun altıda birini (siyahiler ve diğerleri) kölelikten kurtaran bir savaş verdi. Mevcut başkanı, siyah Amerikalılar eşit haklara kazanmadan önce üniversite eğitimine başlamıştı.
Sonuç olarak; Demokrasi hiçbir zaman başlangıç ​​noktası değildi. Başarı faktörü de değil, özgürlükler: sahiplenme, düşünme ve özyönetim. Dahası demokrasi, demokrasinin terk edildiği diğer başarısız tecrübelerin başlangıç ​​noktasıydı.
Mısır’daki Osmanlılar grubuna ya da Lübnan’daki Hizbullah’a baktığınızda ortak noktalarının, toplumsal gelişmeyi reddetmeleri olduğunu fark edeceksiniz. İkisi de antik çağları savunmayı amaçlayan güçlerdir. Popülaritelerinin kaynağı da budur.
Devletin yüce bir liderin çatısı altında eski haliyle, hukuka değil dine dayalı vatandaş statüsüyle devam etmesini istiyorlar. Sol, sosyal istikrar istemiyor, ancak aynı şeyi üretken faaliyet sisteminde yapıyor. Sosyal adalet adına, onu işletmeyi bilenlerin elinde servet birikimini engellemekte, yeni faaliyetler trenine geç kalanlara hak etmediklerini hibe etmektedir. Sonuç, birikime hazırlanırken zenginliğin parçalanmasıdır. Diğer sonuç, mevcut otoritenin dışında alternatif etki merkezlerinin oluşmasını ve demokrasi hedefinin temellerinden kalkmasını engellemektir, Doğu Bloku'nda yaşanan budur. Yine de bu örgütler, demokrasi sloganını yükseltmekten çekinmiyorlar.
Demokrasi sloganının, hayatlarını özgürlüklerle savaşarak geçirmiş İslamcı örgütlerin koşullarında bile kullanılması, makalenin yukarıdaki bahsinin kıvrımlarında mevcuttur. Ancak ben, bu durumu daha doğrudan resmetmek istiyorum.
İlk olarak demokrasi, olumlu anlamlarla dolu, gelişmiş ülkelerle bağlantılı ve dolayısıyla fazla çaba sarf etmeden halkı cezbetmek için ilgi çekici bir kelime haline gelmiştir. Kapsamlı bir açıklamaya ihtiyaç varsa; Demokrasi bir başlangıç noktası değil, bir sonuçtur. Mevcut imajına 16. yüzyılda değil, 20. yüzyılda ulaştı. Başlangıç ​​noktası sahip olma ve düşünme özgürlüğüydü. Birincisi sol örgütler bunun için savaşıyor, ikincisi dini örgütler bunu reddediyor ve faillerini cezalandırıyordu.
İkinci olarak, dış dünya… Gelişmiş ülkeler, doğan ve demokrasi dışında başka bir şey bilmeyen nesillere sahiptir. Ülkemizde bize baskı yapan bu örgütler, Batı akıllarının mağarasını açmak için bir şifreye ihtiyaç duyuyor. Bu şifre ise; demokrasidir. Destek kazanıp iktidara geldikten sonra ne olacağı onlar için önemli değil. Batı’yı, demokrasiyi, laikliği, inanç özgürlüğünü ve diğer dinlerin vatandaşlarını kışkırtan karşı tarafın propagandası, çekmecelerden kolayca çıkacaktır. Yabancılar da onlar için önemli olmayacaktır. Onlara, devrime yeşil ışık yaktıkları için, milisleriyle boğuştuğumuz ek bir İran’a, stratejik amacına ulaşan ek bir Afganistan’a veya ‘kamuoyunun’ baskısıyla kapıların yüzlerine çarpıldığı ek bir mülteci sorununa mal olacaktır.
Başkan Barack Obama, komşuları pahasına İran’ı güçlendirirken ne yaptığının tamamen bilincindeydi. Durumu, bir tür dengeleme eylemi olarak gördü. Ona göre ABD’nin çıkarlarını derinleştiriyor ve beynini rahatlatıyordu.
ABD’deki demokratlar ve aynı şekilde İngiltere’deki solcular, İslamcılarla olan ittifaklarından fayda sağlıyorlar. İslamcılardan, yurt içinde seçimsel, yurt dışında da stratejik olarak yaralanıyorlar. İslamcılık, Müslüman toplulukları, ‘örgütün aldığı bir bedel karşılığında siyasi görevleri yerine getiren’ işlevsel siyasi gruplara dönüştürdü. İslamcılar, iktidara ulaştı. İktidarda hayatta kalmaları için de ucuz bir bedel ödemeliydi. Ahlaki gerekçelendirme, onların gözlerinde hazır, bizim değil.  Başörtülüler, orada azınlık olduğu için Demokratlar, Müslümanların desteğinin başörtülü bir kızın desteğiyle veya onun Kongre’ye seçilmesiyle ortaya çıktığını biliyorlar.
Ancak koşullarımızın altüst olduğunu düşünmüyorlar. Oysa ki içerimizdeki başörtülüler, azınlık değil. ABD’de başörtülü bir kadına destek veren kuruluş, burada başörtülü olmayan bir kadına zulmediyor. Dolayısıyla desteğimize ihtiyaç duyanlar, sokaktaki dini kuruluşların örgütlü baskısı nedeniyle seçme özgürlüğüne sahip olmayan kadınlardır. Bu durumu ölçün.
Evet, hükümetlerimiz demokrat değil. Ancak bu durum, seçimden başka demokrasi istemeyen ve kitlelerine bu konuda ders veren dini bir kuruluştan daha iyidir. İhtiyacımız olan şey, örgütlenmiş milisler karşısında düzenli silahlara ihtiyaç duyan zorlu bir görev olarak mülkiyet, ifade ve vatandaşlık gibi kişisel özgürlükleri garanti altına almaktır.
Bu normal silah mevcut değilse sonuç, demokrat Lübnan ve demokrat Irak olacaktır.
Demokratlar örgütlenme literatürünü biliyorlar. Özgürlükler sağlanmadan önce oy kullanma tecrübelerinin sonucunu biliyorlar, ancak bunları umursamayacaklar. Oyun karlıdır ve slogan hazırdır.