Zuheyr el-Harisi
TT

Anayasal düzenlemeden, anayasa değişikliğine: Türkiye nereye gidiyor?

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir sonraki seçimlere iki yıl kala, yeni bir anayasa ve reform çağrısında bulunarak siyasi güçleri ve muhalefeti şaşırttı. 1960'lardan itibaren tüm anayasalarının askeri darbe hükümetleri tarafından hazırlandığına işaret eden Erdoğan, Türkiye tarihindeki ilk sivil anayasayı hazırlamak istediğini söylüyor. Fakat muhalefet, Erdoğan’ın bu hamlesinin ardındaki gerçek niyeti konusunda şüpheli bir tutum sergiliyor. Cumhurbaşkanın sözleri, Mısır’da halk arasındaki şu deyime tam olarak uyuyor: “Sözlerin kulağa hoş geliyor, fakat eylemlerin beni şaşırtıyor.” Erdoğan’ın, hedeflerine ulaşmasını temin edecek ve çelişkili sorunlar arasında top koşturmasını sağlayacak ‘zafer kazandıran’ bir fikir aradığı açıkça görülüyor.
Türkiye'de iktidar partisinin, genellikle çıkarlarını demokratik ilkelerin üstünde tuttuğuna ilişkin bir algı vardır. Erdoğan, askeri darbenin ardından hazırlanan 1982 anayasasını ele almaya 2017 yılında başladı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önderliğindeki muhalefet, o dönemde yapılan anayasa değişikliklerini beyaz darbeden başka bir şey olarak görmediğini söyledi. Bununla birlikte yapılan düzenlemeyle ülkede parlamenter sistemden geniş yetkilere sahip başkanlık sistemine geçildi. Rakipler bundan sonra kendisini ‘otoriter’ biri olarak nitelendirdiler.
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın sahip olduğu yetkilerin genişliğinden memnun olmadığı ve daha fazlasını istediği biliniyor. Çoğu kimse artık buna inanıyor. Bunun delili, onun değerlendirmesinde bazı anayasal boşluklara ve kayıtlara dayanıyor olmasıdır. Zira yönelimlerini desteklemeyen ve mutlakiyetçi yönetim anlayışıyla uyumlu olmayan durumlardan ötürü -kısmi başkanlık sistemine halel getirmeksizin- yeni bir anayasa fikriyle ortaya çıkıyor. Erdoğan, yeni anayasaya terörle ilişkisinden şüphelenilen siyasi partileri kapatmasına izin veren maddeleri eklemeyi amaçlıyor. Bundan amacı HDP’yi ortadan kaldırmaktır. Öte taraftan kamuoyu anketlerinde popülaritesinin azalması ve güçlü muhalif rakiplerinin ortaya çıkmasıyla birlikte bir adayın cumhurbaşkanlığını kazanması için elde etmesi gereken ‘50+1’lik yüzdeyi de ortadan kaldırmak istiyor.
Türkiye’deki durumu takip eden kimselerin çoğu, cumhurbaşkanlarının ciddi reformlar yapma arzusuna yönelik güven eksikliğinin varlığını ve aslında onun aradığı şeyin bir sonraki seçimlerde tekrar iktidara gelmek olduğunu gözlemliyor. Erdoğan’ın önerisi büyük bir tartışma yarattı, hoş karşılanmadı ve iflas beyanı olarak nitelendirildi. Muhalefet Partisi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bu projenin onun otoriterliği pekiştirmesinden endişe duyduğunu söyledi. Siyasi koridorlarda cumhurbaşkanının seçmen tabanının azalmasından şikayetçi olduğu, ülkesini uluslararası yalnızlığa sürüklediği, birçok danışman ve yardımcısını kaybettiği, Gülen cemaatine karşı başlattığı savaşın ve binlerce kişinin tutuklanmasının ardından ülke içerisinde bir bölünmeye yol açtığı konuşuluyor.
Siyasi analist Aysuda Kölemen, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın “2023 seçimlerinin ilk turunda ve hatta ikinci turda oyların yüzde 50'sinden fazlasını almasının artık garanti olmadığını” söylüyor. Kölemen, böyle bir riskle karşı karşıya kalan Erdoğan’ın, basit oy çoğunluğunu elde eden adayın seçilebileceği tek turlu bir sistem seçeneğine başvurabileceğini düşünüyor.
Erdoğan, her zamanki gibi Kürt meselesini kullanarak muhalefeti bölmek istemekle suçlanıyor. Bazıları ise, korona salgınıyla başa çıkılamaması, ekonomik bozulma, baskı ve insan hakları ihlali gibi durumlardan dikkatleri başka yöne çekmek istediğini düşünüyor. Muhalefet ve insan hakları örgütleri, bu girişime şüpheyle bakıyorlar ve parlamenter sisteme geri dönüş çağrısında bulunuyorlar. Erdoğan, muhalefetin girişimlerinin ve taleplerinin üstünü örtebilecek mi? Yoksa muhalefet onu tuzağa düşürmek için masayı mı devirecek?
Türk liderin kendine mahsus bir projesi var. Bölgesel bir rol ve nüfuz arıyor. Siyasi akımlar ve güçler arasında, onun mutlak yönetiminin Türkiye’nin ilişkilerine, çıkarlarına ve istikrarına zarar verdiğine ilişkin bir görüş var. Nitekim halk tabanındaki azalma ve sokaktaki huzursuzluk hali bunun bir göstergesidir.
Türkiye’nin Arap dünyasındaki eylemleri, halkı Erdoğan’a karşı uyanık olmaya sevk etti. Arap Baharı sonrasında yaşananlar, Erdoğan’ın siyasi İslam hareketlerine verdiği destek, Suudi Arabistan ve BAE gibi bölgedeki devletler hakkındaki uygunsuz açıklamaları, Suriye, Libya ve Irak'taki hak ihlalleri ve askeri müdahaleleri bu eylemlerden bazılarıdır. Bazı Araplar, özellikle İran'ın genişlemeci politikası ve hatta Arap meselelerinin savunulması hususunda Erdoğan'ı kendilerinin destekçisi olarak görüyordu. Fakat daha sonra meselenin ‘kontrol ve egemenlik isteyen bölgesel bir Türk projesi’ olduğu aşikâr oldu.
Türkiye nereye gidiyor? Kimse bunun kesin cevabını bilmiyor. Ancak Türk politikası bölgemizde veya dünyada kabul görmüyor. Bu, Türkiye siyasetinde stratejik değişim olacağı anlamına mı geliyor, yoksa onu dayatan ve benimseyenlerin ayrılmasıyla sona erecek bir durumla mı karşı karşıyayız?
Bunun cevabını önümüzdeki günlerde göreceğiz.