Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

İran yıpratma savaşı

Yıpratma savaşı konvansiyonel bir savaş değildir. Keza ne ateşkes ne de barış hali olmayıp, ikisi arasında bir haldir. Mısır, 1967’deki yenilgisinden sonra yıllarca İsrail'e karşı bir yıpratma savaşı yürütmüştü. Çağdaş sahneyi takip edenler, şu anda İran’ın da Arap ülkelerine karşı bir yıpratma savaşı yürüttüğünü, ama daha sonra onlara karşı yeniden konvansiyonel bir savaş yürütmeye döneceğini kolayca anlayacaktır.
İran’ın son olarak Ras Tanura Limanı ve Aramco tesislerine yönelik saldırı girişimi, benimsediği bu yıpratma savaşının bir parçası. Suudi Arabistan, saldırıların denizden geldiğini açıkladı ve bunun anlamı da, füzelerin veya silahlı insansız hava araçlarının hangi ülkeden gönderildiği bir yana, arkasında İran’ın durduğudur. Bu, şaşırtıcı bir bireysel eylem değil, bir bütün olarak burada tanımladığımız gibi İran'ın yıpratma savaşını temsil eden bir dizi olayın bir parçasıdır.
Bu başarısız saldırı girişiminin hedefinde sadece Suudi Arabistan değil, uluslararası enerji de vardı. İranlı yetkililerin birkaç yıl önce, eğer İran petrol ihraç edemeyecekse bölgede hiç kimsenin de ihraç edemeyeceği biçiminde açıklamaları olmuştu. Nitekim İran, Körfez ve Umman Körfezi’nde gemi ve tankerleri, Hürmüz Boğazı’nda uluslararası nakliye hatlarını, eş Şeybe petrol sahasını, Suudi Arabistan’ın doğusunu batısına bağlayan petrol hattını hedef almış, 2019’da da Abkayk (Abqaiq) ve Hurays (Khurais) petrol tesislerine saldırı düzenlemişti.
Yıpratma savaşı bir yanı ile güçsüzlerin, konvansiyonel bir savaşa girişmekten aciz, ama aynı zamanda ateşkes ve barışı kabul etmeyi reddedenlerin hilesidir. Bu, tam da sabit bir İran eğilimini temsil ediyor. İran da ne kalkınma ve gelişme ne de bir yapılaşma var, orada devletin odak noktasında silah, balistik füze ve SİHA üretimi yer alıyor. Her şeyin ötesinde İran, nükleer silah edinme konusunda süregelen bir saplantıya sahip.
Yemen’deki İran bağlantılı Husi milislerinin düzenlediği balistik füze ve SİHA saldırıları, Yemen içinde Marib ve diğer şehirlerde, aynı şekilde Suudi Arabistan içinde sivilleri hedef alan günlük bir olay haline geldi. Bunlar tüm ölçütlerde kınanan ve uluslararası yasaları ihlal eden saldırılar,  ancak İran zaten uluslararası yasaları umursamıyor ve dünyadaki büyük ülkelerde kendisini bu yasalara uymaya zorlamakla ilgilenmiyor gibi görünüyorlar. Bu ise uluslararası güvenlik ve barışa sürekli bir tehdit oluşturuyor.
Suudi Arabistan güvenliğini, şehirlerini ve burada yaşayan sivil vatandaşlarını hedef alan tüm füze ve SİHA türlerini dünyanın gözünün önüne serdi. Fotoğraflar, isimler ve rakamlarla tümünün tamamen İran yapımı olduğunu kanıtladı. Dünyayı, tekrarlanan İran suçlarını kanıtlayan tüm ayrıntıları bilen bir ortak haline getirdi ve bu haydut rejimin davranışına ilişkin uluslararası bir farkındalık yarattı.
Maliyetler hesaplandığında, bir yıpratma savaşı yürütüldüğü daha açık bir şekilde görülüyor. İran balistik füzeleri ve SİHA’ları Suudi Arabistan'ın teknik olarak gelişmiş ve mali açıdan pahalı hava savunma sistemlerine kıyasla daha düşük maliyetli. Suudi Arabistan'ın güvenliğini ve egemenliğini koruma karşılığında hiçbir meblağı önemsemediği doğru, ancak İran'ın kendisini hedef almayı ve bunda diretmeyi bir caydırıcılık olmadan ve bunun hesabını vermeden sürdürmesi kabul edilemez. Bu, tüm dünyanın, devletlerinin, kuruluşlarının ve uluslararası kuruluşlarının misyonudur ve bu konudaki isteksizliğin hiçbir şekilde iyi sonuçları olmayacaktır.
İran'ın Kuveyt, Bahreyn ve Suudi Arabistan gibi bir dizi Körfez ülkesinde konuşlandırdığı casusluk ve terör hücreleri, İran'ın yıllardır süren yıpratma savaşının unsurlarından biri. Bu ülkelerin güvenliğine, ekonomilerine ve istikrarına yönelik tehdidin ve onları çevreleyen yıpratma savaşının boyutunu bilmek için bu hücrelerle ilgili ayrıntıları, unsurlarını, planlarını ve biriktirdikleri silahları hatırlatmak yeterli. Sünni köktencilik ile İran'daki Şii muadili arasında, Müslüman Kardeşler ile sözde "İslam Devrimi" arasında onlarca yıldır var olan ittifak iyi biliniyor ve belgelerle kanıtlanmış. Bu satırların yazarı da daha önce bu köşede bazı ayrıntılarına yer vermişti. Bu ittifakı, el Kaide ve DEAŞ gibi Sünni terör örgütleri ile İran rejimi arasındaki güçlü ittifak takip etti, bu da çok iyi biliniyor ve belgelerle kanıtlandı. Bu terörizmin hedefinde tüm dünyanın güvenliği var, ancak operasyonlarının, planlarının, kararlı söylem ve ideolojilerinin odağında öncelikle Arap ve Körfez ülkeleri yer alıyor. Onunla yüzleşmek kaynaklar için büyük bir yük ve son yıllarda oldukça hafiflemiş olsa da, mevcut verilerin bir kısmı değiştiğinde gücünü geri kazanmaması için gerçek bir engel yok.
İran rejiminin Müslüman Kardeşler ve el Kaide ile ittifakı önemli, tehlikeli ve etkileri İran'ın nüfuz ettiği tüm Arap ülkelerinde açıkça görülüyor. Ancak yeni olan, Selefilik iddiasında bulunan ama İran projesine hizmet etmeyi dini olarak haklı çıkarmaya çalışan "el Sururiyye" grubunun ve daha önce bazı doktrinsel ve fikhi katılık gösteren bazı sembollerin Selefi teorilerinin ortaya çıkışıdır. Sururiyye’nin sembol isimlerinin daha önce bazı Şii vatandaşları hedef aldıkları biliniyor, ancak şimdi yıllardır İran rejiminin gerçek müttefikleri oldukları açığa çıktı. Geçmişte yalnızca bu tutumlarını açıklamaktan kaçınıyorlardı.
Katı ve radikal teorisyenlik ile İran rejiminin siyasi projesiyle ittifak arasındaki bu açık ve gözden kaçmayan çelişki, Sururiyye cemaatinin de en az Müslüman Kardeşler kadar tehlikeli olduğunu ortaya koyuyor. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman 2018’de Amerikan “Time” gazetesine verdiği demeçte bundan ayrıntılı bir şekilde bahsetmişti.
İran’ın Yemen’deki Husi milisler aracılığıyla yürüttüğü bu savaş bağlamında Yemen'de Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu geçen Cuma günü, Husi milislerinin petrole ulaşmak ve Suudi Arabistan’a karşı yıpratma savaşını pekiştirmek için ona daha yakın olmak amacıyla açtıkları Marib cephesinde Husilere ait düşman hava savunma sisteminin imha edildiğini açıkladı. Koalisyonun açıklamasında yer alan “Husi sisteminin imhası, tüm bileşenlerini ve yabancı uzmanların ortadan kaldırılmasını içeriyordu” ifadesi ne kadar açık ve net. Burada yabancı uzmanlarla ister İran'dan isterse de Arap ülkelerinde kendisine bağlı milislerden olsun, Husi milislerini yöneten İranlı uzmanlar kastediliyor.
İran'ın Arap ülkelerine karşı yürüttüğü bu savaşın ayrıntıları pek çok ve karmaşık, gözlemciler bunların çoğunu kolaylıkla hatırlayabilir. İran ile başarısız olan nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmak isteyen Batılı ülkeler de bunları iyi biliyorlar. Bu durumda akla şu soru geliyor; bu ülkeler neden İran rejimine karşı caydırıcı önlemler almıyor? Yenilenecek herhangi bir nükleer anlaşma, İran'ın Arap ülkelerine karşı yürüttüğü yıpratma savaşının kesin olarak durdurulmasını içermiyorsa, daha önce olduğu gibi başarısızlığa mahkumdur. Arap ülkeleri tüm ölçü ve standartlarda güçlüdür ve çıkarlarını kimsenin izni olmadan savunup koruyabilirler.
Son olarak, İran rejimi bu yıpratma savaşını durdurabilir mi? Cevap evet, ancak yalnızca tek bir durumda, o da sonuçlarından korktuğu zaman ve dünya son 4 yılda bunu gördü.