Zuheyr el-Harisi
TT

Arap sesinde diyalog ve ötekinin kabulü

Arap ülkelerinin sömürgeden kurtulmalarının ardından ‘ulusal rejimler’ diye adlandırılan rejimler ortaya çıktı. O sıra bağımsızlık, toprak ve özgürlükle ilişkili etkili sloganlar atıldı. Ancak tiranlık ve diktatörlük üzerine inşa edilen askeri rejimlerin gelmesiyle birlikte kısa süre sonra aynı sömürge baskısı geri döndü. Bağımsızlıktan sonra çarpık bir liberalizmden ‘ırkçılık ve mezhep ayrımcılığı ile kirlenmiş’ bir atmosfer ortaya çıktı. Vatandaşlık, diyalog ve bir arada yaşama gibi değerlere artık yer kalmadı. Şehir meydanları mezhep çatışmaları, hoşgörüsüzlük ve geri kalmışlığın hâkim olduğu bir arena haline geldi. Bu nedenle Araplar, her ne kadar sömürgecilikten kurtulmuş olsalar da farklı şekillerde -belki de daha şiddetli- söz konusu sömürgeciliğe bağımlı kaldılar.
Arap ülkelerimizdeki engellerin ve sorunların özünde, ‘hukuk devleti, vatandaşlık, insan haklarına saygı ve anayasal değerler üzerine tesis edilen bir sistemin yokluğu’ yatmaktadır. Bu, özellikle bloklar dünyası haline gelen mevcut küresel çağda Arapların siyasi ve ekonomik açıdan egemenlikten yoksun olmalarına katkıda bulunmuştur. Bu trajik durumu dikkatli bir şekilde incelediğimizde, bunun en temel sebeplerinin diyalog yokluğu, çoğulculuk korkusu ve farklı olanı kabul etmeme olduğunu görürüz.
Arap insanı, çevresinin bir yansımasından ibarettir. Arap sözlüğü, hayal kırıklığı, gürültü, huzursuzluk ve öfke gibi mefhumlarla doludur. Dolayısıyla burada diyalog, Abdullah el-Kasımi’nin nitelendirdiği gibi bir ses fenomenidir.
Diyalog, olması gerektiği gibi değil de olduğu gibi kabul edilme koşuluyla toplumun kesimleri arasında iletişim ve etkileşimi sağlayan sağlıklı bir olgudur. Bu nedenle diyalog herhangi bir kültürel projenin veya entelektüel önerinin temelini oluşturur. Diyalog genellikle tartışmayı zenginleştiren ve derinleştiren farklı pozisyonlar üretir. Ancak bazıları bu durumu, kültürel yapısı ve entelektüel seviyesi nedeniyle karşı görüşe hitap etmeyen, kontrol ve gösteriş yapma fırsatı olarak kullanmaktadır. Bu kategori, -her ne kadar toplumda hâkim olan tutumu ifade etmese de- toplumsal dokunun bir parçası olarak kalır ve sosyal davranışı etkiler. Farklılıkları ve ötekini kabul etme sağlanmadığı takdirde diyalog krizi sürer gider.
Bu, Arap zihniyetine özgü özelliklerden biridir. Bu zihniyet, genellikle arzuları ve kaprisleriyle uyumlu olan tekçi görüşe eğilimlidir. Bizim toplumlarımızda, kendi görüşünün doğruluğunda ısrar eden ve diğer görüşleri reddeden veya şüphe duyan bir grup vardır. Bu grup, karşıt görüşleri güvenliğine, mezhebine, partisine veya otoritesine tehdit olarak görür. Arap vatandaşı kuşkusuz bu atmosfer sebebiyle sağlıklı ve doğru düşünemiyor. Bundan ötürü onu, kendini önemsiz hissettiğinden dolayı yalnız, yüzleşme halinde ise hatalarını açığa çıkararak ve eksikliklere odaklanarak ‘ötekini’ inkâr ederken bulursunuz.
Araplar arasındaki bu tutum ve davranışlar, bir gerçekliği gözler önüne sermektedir. Arapları gündelik yaşamında bu tür davranışların yanı sıra, bireylerin arasında veyahut hükümet ve sosyal kurumlarla olan ilişkilerinde iletişimsizliğini gözlemleyebilirsiniz. Dr. Caballah Musa, Arap insanının, toplumsal çevresinde en az kayıpla ‘kendisi ve diğeri arasında psikolojik denge sağlayacak bir reddetme mekanizması yarattığını’ söyler. Ona göre bu mekanizma kişiliğinin o kadar önemli bir parçası haline gelir ki, bundan kurtulmak neredeyse imkânsız olur.
Tekçi kültür boğucu bir atmosfer yaratır. Bu durum sosyal ilişkilerin doğasına da yansır. Herhangi bir ülkenin engeller, yargılar ve yorumlar ışığında başka devletlerle olan muamelelerinde de buna rastlamak mümkündür. Arap devrimlerinin gerçekleştiği ülkelerde buna tanıklık etmekteyiz. Bu bağlamda komplo kavramının şu veya bu nedenle Arap toplumunda çokça gündeme geldiğini görüyoruz. Batı'nın Arapları ya da İslam'ı tuzağa düşürdüğünü söylemekten; hatalarımızı, anlaşmazlıklarımızı ve başarısızlıklarımızı Batı'ya yüklemekten kurtulmanın vakti geldi. Ona karşı akıl, pragmatizm ve görelilik ışığında muamele etmemiz gerekiyor.
Başarının sırrı kişinin istikamet üzere olmasındadır. Burada istikamet adalet anlamına gelir. Bu, kendine inanma ile karşı inancı kabul etme arasında bir denge kurma becerisidir. Muhalif görüşlere saygı duymak, hoşgörü ve bir arada yaşama olgusunu beraberinde getiren insani bir gerekliliktir. Araplar bu bağlamda, kültür ve aklın epistemolojik eleştirisini yapmalı ve kendilerini dünyaya bağlayan ilişkileri yeniden tanımlamalıdırlar. Rol duygu için değil zihin içindir, ancak söylendiği gibi zihin her zaman kalbin kurbanıdır.