İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Ortadoğu ve su savaşları hakkında

Tatlı su kıtlığı artık sadece Ortadoğu'yu değil tüm dünyayı daha fazla bölgesel ve uluslararası çatışmalar ve savaşlarla tehdit mi ediyor?
İnsan, sözlerde ve eylemlerde durumun böyle olmasından korkuyor. Özellikle de cevap tablosuna bazı sayısal verilere baktığımızda, gezegendeki 1,4 milyar kilometreküp sudan sadece yüzde birinin insan tüketimine uygun tatlı su olduğunu görüyoruz.
Daha açıklayıcı olursak, dünya nüfusunun 2050'de 10 milyara ulaşması, küresel su talebini yılda 4.600 milyar metreküpten 6.000 milyar metreküpe çıkaracak.
Görünen o ki, su kıtlığı sorunu küresel istihbarat organlarının da gözünden kaçmamış. Örneğin 2008'de ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) tarafından "Müşterek kuvvetlerin çalışabileceği bir ortam” adıyla yayınlanan ilginç belgede, 2033’te 3 milyar insanın su sıkıntısı yaşayacağına dair korkunç bir bilgi ile küresel istikrar ve güvenliğin temellerini sarsacak olan gelecek savaşların ana sebebinin susuzluk olacağına dair vurgular görüyoruz.
Öte yandan, geçen yıl yayınlanan Birleşmiş Milletler Su Gelişim Raporu da 2050 yılına kadar yaklaşık 4 milyar insanın aşırı su kıtlığı denen durumdan muzdarip olacağını açıkladı.
Peki Ortadoğu ülkeleri ve Arap dünyası?
Bölgedeki su kaynakları ile bölge sakinlerinin sayısı arasındaki denklem son derece dengesiz görünüyor. Birincisi tutarsız bir şekilde azalırken, ikincisi her halükârda artıyor. Nitekim Pentagon’un raporu da bunu gözlemleyerek, Ortadoğu, Nil havzası, Kuzey Afrika ve Güney Asya’nın, tatlı su sıkıntısının ve su güvenliği kaynaklı çatışmaların yaşanacağı alanlardan biri olacağına, bunun da insani tüketim ihtiyaçları, gıda ve enerji üretiminde açığa yol açacağına işaret ediyor.
NASA’nın tatlı su kaynakları ile ilgili hazırladığı raporlar da dünyadaki yeraltı suları oranının ürkütücü ve endişe verici bir şekilde azaldığı kanıtlandı.
Ünlü Amerikan uzay ajansının uyduları tarafından yapılan araştırmalarda elde ettiği bilgiler arasında, yaklaşık 60 milyon Arap vatandaşının su ihtiyacını karşılayan Arap dünyasındaki yeraltı sularının durumuna dair şok edici verilerle karşılaşıyoruz; su kaynakları giderek azalıyor. Bu, aslında geleneksel silahlardan daha korkunç ve tehlikeli, kitle imha silahlarından daha ölümcül bir felaketin yaklaştığı ve kaçınılmaz olduğu anlamına geliyor.
Küresel su kriziyle ilgili yapılan son ve en önemli çalışma ise Ekim 2018'de Avrupa Komisyonu Ortak Araştırma Merkezi'nden bir bilim insanı ekibi tarafından gerçekleştirildi. Çalışma, yakında su haklarını koruma adına silahlı çatışmalara sahne olabilecek 5 ana odak noktasının altını çizdi; Nil Nehri, Ganj Nehri, İndus Nehri, Dicle ve Fırat ile Colorado Nehri.
Burada belki de şunu sormalıyız: Susuzluk mutlaka savaş anlamına mı geliyor?
Bu sorunun cevabı kısaca, ülkelerin sorunu çözmek için iş birliği ve ortak insani gelişmeyi mi yoksa savaş ve silahları kuşanmaktan başka bir çözüm bırakmayacak bir çıkmaza girmeyi mi tercih etmeye hazır olduklarıyla bağlantılı. Bununla ne kastediyoruz?
Doğal su krizleri, yani değişen uluslararası iklim koşulları nedeniyle yağmur miktarlarının azalması, yüksek kuraklık ve çölleşmenin etkisiyle insan iradesi dışındaki koşullardan kaynaklanan krizlerle yüzleşme söz konusu olduğunda, bu trajik manzarayla yüzleşmemize yardımcı olabilecek bilimsel olarak kanıtlanmış adımlar var.
Yapay ve özellikle de bazı ülkelerin, başkalarının hayatına aldırmadan, tek taraflı düşünerek bir oldu bittiyi empoze etmeye çalıştıkları su krizlerine gelince, bu krizler, bilhassa binlerce yıldır başka su kaynağı olmadan yaşayan halk ve ulusları tehdit noktasına geldiklerinde mesele kökten değişiyor.
Uluslararası yasaların güvenlik ve barışı sağlamak için tatlı suların geçtiği ülkeler arasında nehir akışı ve baraj yapımını düzenlediği biliniyor. Ayrıca başkalarının yaşam hakkıyla çelişmeyecek şekilde baraj inşa etme fikri de yasalara bağlandı.
Bu bağlamda, hiçbir ülkenin komşularının su kapasitesini; tarih boyunca güven içinde yaşayan halkların yaşamlarını sürdürmeleri için gereken su miktarından mahrum ederek doğrudan veya çevresel daraltma gibi eski bir uluslararası komplo aracılığıyla dolaylı olarak manipüle edemeyeceği aşikâr.
Nehir kaynaklarının ve su miktarlarının dağılımının sıfır toplamlı oyun (Zero sum game), yani kazananın her şeye sahip olacağı, kaybedenlerin ise mahvolacağı bir denklem üzerinden ilerleyemeyeceğini söylememize gerek yok. Akıl ve adalet başka bir denklem gerektiriyor; kazan- kazan (win-win game) denklemi. Yani daha fazla gelişme, kalkınma ve refah için yaratıcı iş birliği sayesinde herkesin kazandığı bir denklemi öneriyor.
Su krizi konusunda uluslararası toplumun şüpheli bir sessizliğe bürünme ya da adaletsiz durumlara uyum sağlama gibi bir şansı yok, çünkü bu tür kayıplar herkesin başına gelecek. Aynı şekilde, bazı güçlerin komplolara başvurmaya ve karşıtlıklara oynamaya çalışmalarının da bir faydası olmayacak, zira bu durumda verilecek reaksiyonlar ve misilleme eylemlerinin çemberi herkesi kapsayacaktır.
Arap dünyasındaki su sorununun ele alınması ve bir ölüm kalım meselesi olan bu sorunu görüşmek, Rabbimizin merhamet ettiği şeyler dışında gelecek daha kötüsü ile yüzleşmek için bir Arap-Arap toplantısı gerekiyor.