Hamad Macid
TT

Neden monarşiyle yönetilen ülkeler Arap Baharından kurtuldu?

Bu gazetede yayınlanan ve Arap devrimleri, Arap Baharı ya da Arap devrimi ile ilgili yazdığı  “On yıldır atıl bırakılmış zihin” başlıklı makalesinde Memun Fendi’nin Cezayir’de devrim ve protestoların bugünlerde devam ettiğine atıfta bulunması, hafızaların Arap devrimleri atmosferini yeniden hatırlamasına yol açtı.
Bu makalesinde Memun Fendi, Arap devrimleri hakkında ciddi çalışmaların kendisini ele alıp yanıtlamaya çalışmadığını belirttiği bir dizi önemli soruya yer veriyor; bu devrimlerin sebepleri nedir? Güçlü güvenlik rejimleri neden ani çöküş ve ölüm ile devrildiler? Neden Arap dünyasının bazı ülkelerinde halk devrimleri görülürken, bazılarında görülmedi? Neden monarşilerde değil de cumhuriyetler de görüldü?
Memun Fendi’nin sorduğu her soru hakkında çalışmalar ve araştırmalar yapılmasını, makaleler yazılmasını hak ediyor. Şarkul Avsat’taki meslektaşımın temenni ettiği gibi ilgili merkezler bu acil soruları ele alıp yanıtlayana kadar, bu önemli sorulardan birini alıp kendisini yanıtlamaya çalışacağım. Bu soru da şu; Arap devrimleri neden cumhuriyetlere musallat olup monarşilerden kaçındı?
Bazı Arap rejimlerinin (özellikle de Körfez ülkelerinin) kalkınma, ekonomik refah ve örneğin petrol ve doğal gaz gibi doğal kaynakları sayesinde devrim ve kitle hareketlerinin alevlerinden postlarını kurtardıklarını düşünenler var. Bana sorarsanız bu sebep tek başına ikna edici değil, Ürdün ve Fas gibi monarşi ile yönetilen iki Arap ülkesi de bunun kanıtıdır. Kalkınma, ekonomi, refah ve doğal kaynaklar açısından diğer Arap Körfez ülkeleri ile aralarında karşılaştırma yapmanın zor olduğu bu iki ülke yine de Arap devrimlerinin şiddetli ve azgın rüzgarlarına karşı sağlam durmayı başardı.Aynı şekilde cumhuriyet ile yönetilen Suriye ile monarşi ile yönetilen Ürdün’ü karşılaştıracak olursak; Suriye, daha kalabalık bir nüfusa sahip, turizm açısından daha iyi, coğrafi çeşitlilik, su kaynakları, nitelik ve nicelik olarak doğal kaynaklar yönünden daha zengin bir ülke. Ürdün ise geliri sınırlı, arazisi engebeli, su kaynakları kısıtlı, denize kıyısı birkaç kilometreyi geçmeyen bir ülke. Ancak Suriye’de devrim patlak vermeden önce bile Ürdün, sağlık, eğitim, yapılaşma, şehir planlaması ve kalkınmanın pek çok alanında Suriye’den daha üstündü.
Monarşilerde halkların hükümetlerine karşı ayaklanıp devrim başlatmamalarının nedeni kesinlikle güvenlik güçleri ile yüzleşmekten korkmaları değil, çünkü böyle olsaydı, Libya ve Suriye gibi kanlı, baskıcı, diktatör ve faşist rejimler tarafından yönetilen Arap halkları bundan daha çok korkarlardı. Ama buna rağmen söz konusu ülkelerde cesur ve bastırılması zor bir güce sahip halk hareketleri görüldü.
Dolayısıyla şu nihai sonuca ulaşılabilir; Arap monarşilerinin istisnasız hepsi, köklü bir halk desteğine sahiptirler. Bazılarında halklar, rejimlerinin tarihi meşruiyetlerine güçlü bir inanç duyarlar. Ancak monarşiler arasındaki asıl ortak unsur; birliklerini örgütleyen, bölgelerini bir araya getiren, yönelimlerinin çeşitliliğini içeren bir “bağ” olarak gördükleri için halklarının rejimlerine karşı devrimlerin aleyhinde olmalarıdır. Bu ülkelerde monarşi, çadırın ana direği gibidir. Yıkılırsa onunla birlikte tavan çöker, kirişler kırılır ve ipler kopar.
Libya ve Suriye’de olduğu gibi halkı iç savaş ve kargaşa ile dış müdahalelerin şiddetli ve sert rüzgarlarına açık hale gelir.