Zuheyr el-Harisi
TT

Açık krizler: Arap kimliğinin güçlendirilmesi

İran ve Türkiye, Araplara komşu olan iki ülkedir. Biz, medeniyetin ve tarihin değerini küçümsemiyor, insanlara ve inançlarına saygı duyuyoruz. Ancak bazen şu ya da bu halk, liderler iktidara geldiklerinde sıkıntı ve talihsizliklere maruz kalabiliyorlar. Bu kimseler bu çaresiz halkların kaderini kontrol ediyorlar. Türkiye'deki Adalet ve Kalkınma Partisi ile İran'daki molla rejimi, bu durumu en iyi şekilde örnekleyen iki modeldir. Bugün bu ülkeler sorunlara ve çatışmalara neden oluyor, Arap ulusuna karşı nefret duyuyor ve zamanın ve tarihin tortularından kurtulamıyorlar. İran milliyetçiliğinin boyutunu ve Arap dokusunu ne kadar tahrip ettiğini açıklamamıza gerek yok. İranlı yetkililerin devrimi ihraç etmeyi başardığına dair açıklamalarını defalarca duyduk. İran, kendisine bağlı mezhepçi milisler aracılığıyla dört Arap ülkesinde siyasi kararları kontrol ederek nüfuzunu artırmaktadır.
Burada, bölgeye ilişkin dosyaların uluslararası bir uzlaşıyı içeren çözümlere yaklaştığı ve aniden işlerin karmaşıklaştığı şu zamanda, Arap ülkelerinin işlerine yönelik dış müdahaleye odaklanalım. Tam da bu noktada engeller koyan, kamuoyuna açıkça inkâr ettiklerini gizlice yapan, tahrip ettiği ülkelerde etkisini ve varlığını sağlamlaştırmaya çalışan İran'ı aramalısınız. Bunun için çok uzağa girmeye gerek yok. BM himayesinde Yemen krizinin çözülmesi için Suudi Arabistan’ın ortaya koyduğu girişime bakmak yeterli olur. Uluslararası toplum bunu daha önce görülmemiş bir şekilde memnuniyetle karşıladı. Husilerin bir karar alma gücünün olmadığı açığa çıktı. Çünkü savaşı durdurmayı ve havalimanını açmayı reddetmenin hukuki, ahlaki ya da ikna edici gerekçesi yoktur. Ancak asıl karar mercii bunu reddetti. Sana’daki İranlı bir askeri yöneticinin açıklamaları bunu açıkça göstermektedir. Çünkü, mevcut durumun olduğu haliyle devam etmesi İran rejiminin çıkarına olacaktır. Bu, İran için müzakerelerde ve pazarlıklarda kullanacağı bir kozdur. Yemen ve halkının çıkarlarının burada hiçbir önemi yoktur. İran'ın savaşın uzamasının temel nedeni olduğu bir kez daha görülmektedir.
Bu durum bizi gerek bölgesel ve uluslararası çevrede gerekse Arap dahilindeki ‘krizlerin yönetimi’ sorununa getirmektedir. Arap dünyamız, sömürgecilikten kurtuluşumuzdan bu yana bugün olduğu gibi bir bulanıklık hali yaşamamıştır. Arap dünyası, -yirmi iki ülkesiyle birlikte- bir ülkeden diğerine değişen zorluklarla karşı karşıyadır. Bu ülkelerden bazıları iç barıştan yoksundur, bazıları ise İran ve Türkiye'nin müdahaleleri dolayısıyla acı çekmektedir. Bazı liderler ve onların yanlış eylemleri, ülkeyi iç savaşa ve istikrarsızlığa sürükledi. Bunu yaparken kendi ideolojik inançlarını ve hizipçi kaygılarını, vatanın çıkarı önüne koydular.
Maalesef, Araplar arasındaki çatışmaların ve sorunların tartışılması için ortaya atılan girişimlerde hiçbir etkin Arap rolü bulamazsınız. Arap Birliği, bu krizleri çözememesi bakımından ilk sırada yer almaktadır. Arap ülkelerinin çoğu ortak zorluklar ve riskler üzerinde hemfikir olmasına rağmen, bu konuda dişe dokunur bir şey yapılamamıştır. Bu zorluklar ve tehditlerle başa çıkmak için ortaya konulmuş bir Arap stratejisinin olmaması bunun delilidir. Arap stratejisinin yokluğu, -ister uluslararası ister bölgesel olsun- bu güçler için fırsatlar sağladı ve anlaşmazlıkları daha da derinleştirdi.
Arap Birliği başarısızlığını kanıtladı ve artık çözülmeye başladığını söylemek abartı değil. Mevcut Arap bölgesel sistemi temel işlevlerini yerine getiremedi. Arap kolektif güvenliği, ekonomik entegrasyon ve hatta dış politikada koordinasyon sağlanamadı. Bu durum, bölgesel güçlerin mevcut boşluğu doldurmak için harekete geçmelerine yol açtı.
İran'ın yapıp ettiklerinin ciddiyeti karşısında uluslararası toplumun harekete geçme zamanı geldi. İran’ın Arap dünyasının kalbine geçirdiği pençelerinin budanması ve oluşturduğu tehdide daha güçlü bir şekilde karşılık verilmesi gerekmektedir. Mesele, bir uyarı ve kınama meselesi değildir. Bir taraftan siyasi baskı ve ekonomik yaptırım gibi araçlar kullanılmalı, öte yandan İran’ın Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye'deki nüfuzunun önüne geçmek için Arap ve ulusak kimlik için bir kale inşa edilmelidir. Çünkü bu ülkelerde İran'daki devrimci imamet öğretisine gerçek bir bağlılık bulunmuyor. Mesele bütünüyle maddi faydalara ve ekonomiye dayanmaktadır.
Dolayısıyla, boşluğu doldurabilecek ve halkların beklentilerini yerine getirecek bir yol haritası aracılığıyla Arap dünyasında reform yapmak için ciddi adımlar atabilecek etkili bir Arap politikasına sahip olmak oldukça önemlidir.