Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Nahda Barajı dosyasında yaklaşan savaş

Görünen o ki pek çok kişinin uyardığı noktaya yaklaşmaya başladık: O da bir sonuca bağlanmayan 10 yıllık müzakere sürecinin ardından Nahda (Rönesans-Hedasi) Barajı yüzünden bir savaş çıkması. Zira Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin iki gün önce yaptığı açıklamalar askeri bir seçeneğe başvurulabileceğine, Nahda Barajı dosyasının kritik ve tehlikeli bir aşamaya girdiğine ve müzakerelerde bir sonuca varılmadığı sürece de böyle kalmaya devam edeceğine dair bir uyarı niteliğindeydi. Önümüzdeki iki hafta içerisinde Mısır, Sudan ve Etiyopya arasında barajı doldurma ve işletme adımları hakkında bir uzlaşmaya varılması için müzakereleri hareketlendirme çabalarına ilişkin gelişmelerin belirleyici olacağını, üç ülkenin geleceğini etkileyeceğini ve bölgenin tamamında belli yansımalarının görüleceğini söylersek abartmış olmayız.
Mısır Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını şaşırtıcı bulanlar, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın geçtiğimiz ekim ayında Nahda Barajı müzakerelerindeki tıkanıklığın sonuçları konusunda uyarı yaptığını unutuyorlar. Su güvenliğini tehdit ettiği için durumun ciddi olduğunu ifade eden Trump, Mısır halkının bu şekilde yaşayamayacağını ve mesele müzakere ile çözülmezse Mısır’ın barajı havaya uçurabileceğini söylemişti. Trump Etiyopya’yı suçlayarak beş yıllık müzakere sonucu varılan anlaşmayı ihlal ettiğini ve imza atma zamanı gelince geri çekildiğini belirtmişti. Trump bu sözleri ile Mısır, Etiyopya ve Sudan’ın yanı sıra ABD ve Dünya Bankası’nın katılımıyla yapılan müzakereler sonucu 2020 yılının şubat ayında imzalanmaya hazır olan anlaşmaya işaret etmişti.
Söz konusu dönemde Etiyopya düşmanca tehditler olarak nitelendirdiği durumu reddedip anlaşmanın kendisine karşı taraflı olduğunu söylemesine rağmen Nahda Barajı’nı inşa edip doldurmaya devam etmete kararlı olduğunun altını çizmişti. Bu tutum aslında Addis Ababa’nın müzakereleri ele alma şeklini özetliyor. Nitekim Addis Ababa müzakerelere katılıyor ancak bir anlaşmaya varmadan uygulamalarına ve adımlarına devam ediyor. Kahire ve Hartum, Addis Ababa’nın bu tavrını kasten oyalama olarak nitelendirip barajı doldurma ve işletme prosedürlerini uygulama konusunda bir oldu-bitti politikası dayatmaya çalıştığını savunuyor.
Mesele geçtiğimiz yıl Etiyopya’nın barajı doldurma sürecinin ilk aşamasını uygulamaya kalkışmasıyla daha ciddi bir boyuta taşındı. Sudan ve Mısır müzakerelerde bir anlaşmaya varılmadan Etiyopya’nın böyle bir adım atmasına karşın uyarılarda bulunsa da Etiyopya bu uyarıları görmezden geldi. Daha da kötüsü Abiy Ahmed hükümeti barajın doldurulmaya başlandığına ilişkin Etiyopya merkezli medya kuruluşlarının haberlerini ve uluslararası medya kuruluşları tarafından yayınlanan uydu görüntülerini yalanlayarak tüm dünyayı yanıltmaya çalıştı. Ancak daha sonra bu haberlerin doğru olduğu ortaya çıktı.
O zamandan itibaren müzakerelerin zor bir dönemece girdiği ve ikinci dolum aşamasından önce bir anlaşmaya varılamazsa su savaşı çıkma ihtimalinin yüksek olacağı anlaşıldı. Bu yüzden Etiyopya’nın üzerinde anlaşmaya varılan uluslararası yasal bir çerçeveye bağlı kalmadan Sudan ve Mısır karşısında zaman kazanmak ve seçenekleri daraltmak amacıyla işleri bilerek ağırdan aldığına ve dalavere çevirdiğine dair bir kanaat oluştu. Afrika Birliği (AfB) gözetiminde yapılan son müzakere turlarının başarısız olması, Etiyopya’nın önümüzdeki temmuz ayında barajın ikinci dolum aşamasını uygulamak üzere planlarını sürdürdüğünü duyurması ve Sudan ile Mısır’ın bir anlaşma yapılmadan böyle bir adım atmamasına yönelik çağrılarını görmezden gelmesiyle birlikte bu kanaat daha da pekişti.
İkinci doldurma aşaması yeni bir oldu-bitti dayatması anlamına geldiği için Kahire ve Hartum, diğer seçenekleri değerlendirmeden önce Etiyopya ile çıkmaza giren müzakerelerin devamı için önümüzdeki nisan ayının ortasını son tarih olarak belirledi. Cumhurbaşkanı Sisi’nin iki gün önce yaptığı açıklamada savaş imasında bulunması, suyun kendileri için bir kırmızı çizgi olduğunun altını çizmesi ve ülkesinin su haklarına dokunulmasının “tüm bölgenin istikrarını tehdit eden bir tepkiye yol açacağını” söylemesi bu çerçevede değerlendirilebilir.
Uluslararası ve bölgesel çevrelerde durumun ciddiyeti ve işlerin savaşa doğru kayabileceğine dair endişe hakim. Bu yüzden verilen sürenin gittikçe daraldığı farkedilse de bir çözüm bulmak için adımların hızlanması bekleniyor. Sudan, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), ABD ve AfB’yi kapsayacak dörtlü bir müzakere heyeti kurulmasını önermişti. Ancak Etiyopya halen müzakere dairesinin genişletilmesine karşı çıkıyor. Etiyopya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü salı günü yaptığı açıklamada ülkesinin AfB’nin katıldığı müzakerelere bağlı olduğunu ve bu tutumunu ABD’nin Sudan Özel Temsilcisi Donald Booth’a ilettiğini söyledi. Sözcü, ülkesinin uluslararası nehirler ile ilgili uluslararası düzenleyici yasalara bağlı olduğunu ve Nahda Barajı inşaası sonucu hiçbir aşağı havza ülkesine zarar vermediğini tekrar vurguladı. Ancak Sözcü Etiyopya’nın Nil suyuna yüzde 85’lik bir katkı sağladığını ve “kanuni ve egemenlik açısından hakkı olduğunu” da sözlerine ekledi.
Bu sözlerde bir sorun var ve Etiyopya’nın şüphe ve korku uyandıran görüşünü yansıtıyor. Zira Etiyopya’nın barajı Sudan ve Mısır üzerinde gelecekte stratejik bir baskı kartı olarak kullanmayı düşündüğüne dair işaretler mevcut. Sudan ve Etiyopya arasındaki mevcut sınır anlaşmazlığı konusunu örnek olarak alırsak; 1902 yılında iki ülke arasındaki sınırları belirleyen anlaşmayı tanımayı reddeden ve Faşka’yı tekrar işgal etmek isteyen Addis Ababa, ileride Nahda Barajı’nı Sudan’ın kolunu bükmek ve tehdit etmek için bir kart olarak kullanabilir. Aynı zamanda Mısır, Etiyopya’nın müzakereleri bu şekilde yönetmesinin ulusal güvenliğine doğrudan bir tehdit oluşturduğunu düşünüyor. Çünkü barajın çalıştırılmasına ilişkin kuralları ve standartları belirleyen ve bilgi alışverişi ve koordinasyon mekanizmaları oluşturan net bir anlaşma olmadan Etiyopya’nın su arterini kontrol etmesi sonrasındaki, gelecekteki planlarına güven duymuyor. Özellikle de barajın herhangi bir şekilde zarar görmesi ya da sadece bir kısmının yıkılmasının bile kendisinden önce Sudan’ın üzerinde yıkıcı etkileri olacak.
Nil Nehri, klasik egemenlik mantığa tabi olamaz. Çünkü pek çok ülke tarafından paylaşılan suyun üzerinde mutlak egemenlik diye bir şey yoktur. Nil, birden fazla ülkenin paylaşıp yararlandığı bir nehir olarak ilgili tarafların haklarını ve çıkarlarını koruyacak şekilde su kullanımını ve paylaşımını düzenleyen uluslararası kurallara ve kanunlara tabidir. Diğer ülkeler için tehlike oluşturacak şekilde düşünülmeden davranılmasına da müsaade edilmiyor.
Etiyopya her fırsatta müzakerelerin başarılı olmasını umduğunu ve aşağı havza ülkelerine herhangi bir zarar vermediğini savunuyor ancak müzakerelerin başarıya ulaşması için gerçek bir çaba göstermek şöyle dursun, kasıtlı olarak işi ağırdan aldığı bile ortaya çıktı. Ayrıca işin aslı Sudan ve Mısır’a danışmadan geçtiğimiz yıl barajın ilk dolumunu gerçekleştirerek aşağı havza ülkelerine zarar vermiş oldu. Etiyopya bir anlaşmaya varmadan ikinci dolum aşamasına geçme konusunda ısrarcı olmasıyla birlikte Sudan ve Mısır’ı diplomatik ve hatta askeri hareketlerini hızlandırmaya itti. İki ülke arasında gerçekleşen ortak askeri tatbikatlar, temaslar ve Sisi’nin Hartum ziyareti de dahil olmak üzere artan temaslar, bu çerçevede Etiyopya’yı barajın ikinci dolum aşamasına geçmeden önce görüşmeler aracılığıyla acil bir çözüme varmaya çağırıyor.
Arap dünyası bu konunun Mısır ve Sudan’ın güvenliği üzerindeki etkilerinin ciddiyetinin farkında. Zira Suudi Arabistan, Bahreyn, Umman ve Ürdün gibi Arap ülkelerinden Nahda Barajı krizinde iki ülkenin tutumunu destekleyici açıklamalar gelmesi, askeri çatışmalar yaşanması halinde bunun Mısır, Sudan ve Arap ulusal güvenliğini ve tüm bölgenin istikrarını etkileyeceğine dair herkesin endişe duyduğunu gösteriyor.
Bütün bu hareketlilik, önümüzdeki günlerin ya baraj dosyasında olumlu siyasi ve diplomatik bir atılım ya da geniş çaplı bir yankı uyandıracak askeri bir çatışma ile birlikte oldukça olumsuz senaryolara kapı aralayacak bir yıkımın gerçekleşmesine aday olduğuna dair gittikçe artan bir hissiyatı yansıtıyor.