Tarık Alhomayed
Suudi yazar. Şarku'l Avsat eski genel yayın yönetmeni
TT

İki taraf arasında sıkışmış bir bölge ve kınama

İran’ın finansmanı olduğu ve sponsorluğunu yaptığı terör güçleri bölgedeki ülkeleri istikrarsızlaştırmaya ve hedef almaya devam ederken, uluslararası toplum yalnızca kınamakla ve suçlamakla yetiniyor. Husi teröristleri Suudi şehirlerini ve diğer ülkeleri hedef aldığında aynı durumla karşılaşıyoruz. Örneğin ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price şu açıklamalarda bulundu:
“Bu hafta Suudi Arabistan'a yönelik gerçekleştirilen Husi saldırılarını kınıyoruz. Uluslararası toplum, Yemen'deki çatışmayı sona erdirmeye kararlıdır. Tüm tarafları ateşkese sıkı sıkıya bağlılığa ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yürütülen kapsamlı barış görüşmelerine katılmaya çağırıyoruz!”
Bunun ne anlamı ve ne etkisi var? Bakanlığın Husileri terör listesinden çıkaran ilk açıklaması değil bu. Bütün tarafları, ateşkese sıkı sıkıya bağlı kalmaya ve BM öncülüğündeki barış görüşmelerine katılmaya çağırmanın anlamı nedir? Suudi Arabistan, Husilerin reddettiği girişimde bulunmadı mı? Ayrıca Suudi Arabistan, Husilerin saldırılarını yoğunlaştırması karşısında kendini savunma hakkına sahip değil mi?
Hikâye, Suudi Arabistan ve Husilerden ibaret de değil. Örneğin, Erbil Havalimanı’nın hedeflenmesinden sonraki uluslararası tepkiler çarpıcı bir niteliktedir. Erbil, Yemen krizinin tarafı mıdır? Gerçek hikâye, İran terörizminin devam ettiğidir.
Çöküşün eşiğindeki bir devletin çarpıcı bir örneği olarak Lübnan’ı ele alalım: Konuşmalar oradaki siyasetçilerin yolsuzluğuna odaklanırken bir devlet adamı orada çalışabilir mi? Refik Hariri'yi kim öldürdü? Hariri bir milis lideri olduğu için mi öldürüldü? Elbette hayır! Aksine bir devlet adamı olduğu için öldürüldü.
Kimseyi caydırmayan bu kınamalardan ve suçlamalardan sonra ne olacak? Eski bir BM elçisine batının çarpık ve çelişik tutumlarına ilişkin bir soru sordum. Bana, “Batı, denklemin tamamen farklı olmasından ötürü çaresizlik ve uyuşukluk içindedir” dedi. Bu ifadesini açıklama sadedinde sözlerini şöyle sürdürdü:
“İki grubun önündesin: Uluslararası toplum ve kaosun mimarları. Kaosun mimarları ve sponsorları, bir kalem darbesiyle milisler, uçaklar ve silahlar gönderebiliyorlar. Oysa Batı'nın hareket etmek veya silah ve kuvvet göndermek için parlamento onayına ihtiyacı var. Ekonomik açık ve partiler arasındaki çeşitli farklılıklar ise meselenin bir diğer veçhesidir.”
Deneyimli bir Arap diplomat bana şunları söyledi: “Dünya şimdi bir zamanda değil, iki zaman arasında yaşıyor. Batı ve demokrasiler postmodern bir çağda yaşıyor. Dolayısıyla müzakereler krizleri çözmenin en önemli yoludur. Bölgemiz, devletlerin oluştuğu, genişlediği, imparatorlukların olduğu ve genişlemek için gücün kullanıldığı bir zamanda yaşıyor. Bölgemiz iki veya üç yüz yıl öncesinde yaşıyor. Batı, yirmi yıldır bölgemizdeki krizleri düşük yoğunluklu bir çatışma olarak görüyor. Zira gerçek çatışmalar nükleer çatışmalardır.”
Gerçek şu ki, terörizm yirmi yıldır bölgemizi ve dünyayı ciddi anlamda tahrip etti. İran’ın emri altında, Yemen dokusunu yok etti, Lübnan'ın mezhepçiliğini derinleştirdi, Irak'ın yükselmesine izin vermedi ve Suriye'nin geçmişini, bugününü ve geleceğini yok etti.
Bütün bunlar, bölgedeki yangının batıya da temas edeceği anlamına geliyor. Dolayısıyla kınama caydırmaz ve istikrarı sağlamaz.
Bugün iki tarafın önünde bulunuyoruz:
Biri silah taşıyor ve ülkeleri hedef alıyor, diğeri ise mikrofonların arkasında ve kameranın önünde konuşmanın fark yaratacağına inanıyor. Bu, dün anlamsızdı; bugün ve yarın da öyle olacak.