Dr. Yasir Abdulaziz
TT

Muhalif medyanın başkentleri

O günler çok geride kaldı ancak anılarım hala taze. Belki de bunun sebebi o sıralarda medya dünyasının önemli ve zor iki dersinden birini aldığım için olabilir.
Bu dersi daha sonra Merkezi Güvenlik askerleri isyanı olarak bileceğimiz Mısır’daki kargaşa ve protestoların yaşandığı Şubat 1986’da aldım.
O gün Kahire’deki Merkezi Güvenlik askerleri arasında bir söylenti yayıldı.
Söylentiye göre zorunlu hizmet sürelerini üç yıldan dört yıla uzatacak düzenlemeler gelecekti.
Bu da hem kendilerinin hem de tüm ülkenin içinde bulunduğu zor şartlara ek olarak üzerlerindeki baskıyı ve sorumlulukları arttıracaktı.
Sonuç olarak, bu söylenti askerler arasında çok hızlı bir şekilde yayıldı. Bilindiği üzere gizli birtakım güçler söylentiyi yaymak ve insanları galeyana getirmek için çok uğraştılar. Ardından birçok bölgede binlerce kızgın asker sokaklara döküldü ve şiddet uygulayıp etrafa zarar verdiler. Daha sonraysa yetkililer durumu kontrol altına aldı.
O zamanlar henüz medya okumaya başlamamıştım ancak bu alanda iki önemli ders aldım. Bu iki dersten ilki “söylentinin gücü” ve hiçbir doğruluk payı olmamasına rağmen ulaştığı kişiler için hakikate dönüşme özelliğiydi. Aldığım ikinci ders ise “Güven” idi; kısaca basit bir sorunun cevabı: Toplum belirsizlik ve tehlike durumlarında veya görüş edinme ve karar alma aşamalarında kime güveniyor?
İlk ders gayet açık ve netti; askerler kendi hayatlarını hiçe saymışlar ve geleceklerini tehlikeye atmışlardı. Neredeyse milli güvenliği ve barışı yok edeceklerdi, hem de belirsizliğin ortasında bir söylentiye kapılarak.
İkinci derse gelince; ailemdeki yetişkin ve tecrübeli kişilerin, olayın hakikatini kavramak, sokaklardaki silahlı asker gruplarının tehlikelerinden korunmak ve olanlar hakkında doğru kararlar verebilmek için bilindik meşhur kaynaklara yöneldiklerini gördüm ve maalesef bu kaynaklar “Radio London” ve “Radio Israel” idiler.
Mısır o zamanlar “otoriter medya” anlayışını benimsiyordu ve hükumet, özel yayın kuruluşlarının pasifliğini fırsat bilerek, onlarca yayınevi, televizyon kanalları ve radyo istasyonlarından oluşan devasa bir medya sistemini kontrolü altına almıştı. Ancak halkın bilinçli kesimleri bu medya kuruluşlarını tercih etmeyip “hakikat” ve “doğru haber” arayışı içerisinde frekanslarını farklı kanallara ayarladılar. Bu kanallar da yakın zamanda bizim düşmanımız olan iki ülkenin başkentlerinin kanallarıydı; 70 yıldan fazla süredir Mısır’ı işgal eden Büyük Britanya’nın ve 1967’de Sina Yarımadası’na saldırıp bizi mağlup eden İsrail’in kanalları.
Muhtemelen kitle iletişim araçları aktif olduğundan beri bu gibi olaylar birtakım Arap ülkelerinde gerçekleşti hatta günümüzde de gerçekleşiyor.
Hükümet kontrolündeki ulusal yayın kuruluşlarının gözden kaçırdığı olumsuz noktalara odaklanıp muhalif yayınlar yapan, olayları büyüten ve zararlı söylentiler yayan merkezlerin bu durumu bir ilk değil.
Buna ek olarak bu merkezler bazen istihbarat nitelikli içeriğe sahip saha çalışmaları organize ediyorlar ya da yerel basında yer almayan bazı meseleleri ustaca ve kapsamlı şekilde arz edip zayıflıklarını gösteriyor, halkın onlara olan güvenini sarsıyor ve güven kazanıyorlar.
Son yıllarda Arap ülkelerinde iletişim alanında büyük ve önemli değişiklikler meydana geldi; farklı gündemlere sahip özel basın kuruluşları birçok ülkeye girdi ve sosyal medya sayesinde, kısıtlama ve kontrol altına alma çabaları ters tepti. Buna rağmen muhalif basın organları zararlı söylentiler yaymaktan ve halkın güvenini kazanmaya çalışmaktan geri durmadılar.
Son zamanlarda mutedil Arap çizgisi kapsamındaki ülkelerin muhalif basın merkezleri, başkentleri olarak iki şehir göze çarptı ve bazı ulusal medya kuruluşlarının hoş görmesiyle ya da eleştiri kabiliyetleriyle her ikisi de istenilen gündemi uygulamakta başarılı oldular.
Ancak, bilindiği gibi siyasette her şey değişebilir. Görünen o ki bu iki başkent bu görevlerini durdurmaya ya da siyasi çıkarlar için takas etmeye karar vermişler.
İşte bu, hedef gösterilmekten mustarip olan Arap devletleri için net bir kazanç olmanın yanı sıra hakikat için ve profesyonel basın için de net bir kazanç olacak; çünkü kötü amaçla gösterilen performans bitecek ve istikrar kazanımı olacak. Ancak problem bitmeyecek; çünkü bazı ulusal basın kuruluşlarını gerekli açık fikirliliği, çoğulculuğu, çeşitliliği ve eksik noktalara değinebilme kabiliyetini sağlayamazsa muhalif medya hoşgörü ve eleştiri kabiliyeti açısından çok sıkıntılar çekecek.