Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Eleştirel düşünce, inancın ötekisi mi?

Din, insanın   hayatında oluşturduğu   karmaşık bir yapıdır. Dini düzene dair  inançlar, kaynaklar, kurumlar, kişiler ve kurgular sürekli olarak  sonu gelmez tartışmalara konu olmaktadır. İnanç ve akıl, bilim ve din arasındaki ilişkiler sürekli olarak gündemdedir. Dini inançların, kurumların, kaynakların ve kişilerin söylediklerinin şeksiz şüphesiz bir şekilde kabul edilmesini talep eden yaklaşım ile  bilimin, aklın ve sorgulamanın eleştirel ve şüpheci    perspektifi arasında derin bir  farklılık vardır. Din adına ileri sürülen iddiaların, kutsal oldukları gerekçesiyle tartışılmaz ve  sorgulanmaz şeklinde bir ayrıcalığa sahip oldukları  öne sürülmektedir.
Tartışılmaz ve sorgulanmaz şeklinde bir ayrıcalığa sahip oldukları öne sürülen inanç alanıyla ilgili iddiaların arkasında doğruluklarından emin olduğumuz  kesin kanıtlar veya akli temeller bulunmamaktadır. İnanç epistemolojisiyle hareket eden bir kimse için dini düzen içinde yer alan çelişkilerin, açmazların, kurguların ve çatışmaların bir anlamı yoktur. İnanç düzenine teslim olmuş birisi, dinin aklı çürütmesinden ve etkisiz bırakmasından büyük bir zevk duymaktadır. Aklın din karşısında aciz olduğu kabulü, dinin doğruluğunun  en büyük delili olarak kabul edilmektedir. Dinler,  öteki olarak aklı  kendilerine hasım olarak konumlandırmaktadırlar. Dini epistemolojinin aklı öteki olarak konumlandırması,  akıl ve düşünme düşmanlığının ibadet düzeyinde kutsallaştırılmasına yol açmaktadır.
İnanç adına aklın ve düşüncenin ötekileştirilmesi, din alanının  dokunulamaz, sorgulanamaz ve eleştirilemez şeklindeki ayrıcalığının korunması içindir. Din,  her şeyiyle insani bir tecrübe alanıdır. İnsanın kutsal  tecrübesinin sonucu olarak dizayn ettiği  düzenle ilgili olarak ortaya koyduğu bütün düşünceler, kurumlar ve kaynaklar, akıl ve düşünce ışığında konuşulmalı ve tartışılmalıdır.
İnanç ve aklın  doğaları gereği birbirlerine antipati duydukları şeklindeki yaklaşımın hiçbir   gerçekliği yoktur. Akla ve eleştiriye dayalı düşünce  sonucunda inanç alanı, kendini yenileyebilir, yapılandırabilir ve çeşitlendirebilir. İnanç alanını küçümsemek veya   o alanda açıklar ve hatalar bulmak için seferber olmak, rasyonel ve eleştirel düşünce demek değildir. Din adına kendi düşüncelerimizi, heva ve heveslerimizi kutsallaştırmamak, kendi  duygu ve fikirlerimize ibadet etmemek için  dini alanın tamamen rasyonel ve eleştirel düşüncenin kontrolünde olması lazımdır. Din adına insanın insanı istismar etmemesi için akıl ve eleştirinin işbaşında olması zorunludur. Din alanında rasyonel ve eleştirel düşünmek, din adına ileri sürülen iddiaları sorgulamak ve sürekli olarak alternatif  düşünceleri keşfetmek demektir. Din dahil hiçbir alanda eleştirilmez ve tartışılmaz konumda hiçbir otorite, kaynak, kişi, kurum veya grup yoktur. Eleştiride istisna olmaz.
Rasyonel ve eleştirel düşünce, bizi dini kabullerimiz ve iddialarımız hakkında daha özenli ve dikkatli hale getirmektedir. Din adına kabul gören iddia ve varsayımların ötesinde düşünmek, sahip olduğumuz kabullerimizi tamamen reddetmek demek değildir. Dini düzen hakkında rasyonel ve eleştirel düşünmek, dini kabullerin kaynaklarını ve sahip oldukları anlamları derinliğine ve sahici bir şekilde incelemeyi gerektirmektedir.  Farklı dini düzenlerin birbirleriyle karşılaştırılması ve sorgulanması, bizi kendi inançlarımızı derinliğine anlamamızı sağlamaktadır. Akıl, eleştiri ve şüphe,  inancı felç etmemektedir. Dini tecrübeye hayatiyet katan dinamik, akıl, şüphe ve eleştiridir.
Sahip olduğumuz dini kabullerin diğer dini düzenlerden farkını anlamak ve farklı dini sistemlerin bizim için anlamlarını keşfetmek için eleştirel ve rasyonel düşünceye ihtiyaç vardır. Kendi dini kabullerimizle bağdaşmayan dini fikirleri belirlemek ve farklı dini sistemler ışığında kendi inanç altyapımızı incelemeyi, ancak   şüpheyle, akılla ve eleştiriyle gerçekleştirebiliriz. Aklı ve eleştiriyi devre dışı bırakmak suretiyle varlığımızı felç eden ve atalete mahkum eden donmuşluktan kendimizi özgürleştirmek şeklinde çetin bir meydan okuma önümüzdedir. Manevi duyarlılık, rasyonel ve eleştirel düşünce yeteneğimizi genişletmek ve derinleştirmek suretiyle doğal ve samimi müminler olmak mümkündür. Aklı, şüpheyi ve eleştiriyi devre dışı bırakan bir dindarlık, yapaylık ve sığlığa bizi mahkum etmektedir.
Bir dini sistemde birçok doğru olabileceği gibi, sayısız yanlış da mevcut olabilir. Dini sistem içindeki   yanlış ve doğruları birbirinden ayırt etmek, rasyonel ve eleştirel düşünmekle mümkündür. Dini düzen konusunda rasyonel ve eleştirel yeteneğimizi geliştirebilmemiz için sorular sormayı, mantık ve muhakeme yeteneğimizi öğrenmeye ihtiyaç vardır. Farklı dini yaklaşımları ve bir konuda ileri sürülen farklı görüşleri   din bilimleriyle beraber insan ve doğa bilimleri bağlamında da incelemeye çalışmak lazımdır. Dini alan, sadece dini bilimlerin alanı değildir. Dini alana, insana dair bütün disiplinlerin yaklaşımları ışığında yaklaşılmalıdır. Dini alanda rasyonel ve eleştirel düşünmek,   bir hakikat arayışıdır. Kendi inandıklarımızı savunmak şeklindeki tek boyutluluktan kurtulup başka fikirlere kendimizi açmayı öğrenmemiz gerekmektedir. Rasyonel ve eleştirel düşünce, bir inancı körü körüne kabul etmeyle bağdaşmadığı gibi, körü körüne eleştirmeyi de içermemektedir. Eleştirel ve rasyonel düşünce, yargılamaktan ziyade anlamayı ve anlamlandırmayı amaçlayan bir çabadır. Rasyonel ve eleştirel düşünce sonucunda ulaştığımız anlama düzeyi ışığında yanlış olduğumuzu veya  eksik olduğumuzu  fark ettiğimiz anda,  eksikliklerimizi ve yanlışlıklarımızı ifade edecek kadar  tevazu ve  olgunluğa sahip olmalıyız. Din adına mutlak doğruya sahip olduğunu iddia etme yanılsaması içinde olmak, doğru yolda olmak demek değildir. Mutlak doğruya sahip olduğunu iddia etmek bir çocuksuluk durumu olduğu gibi, içinden çıkılmaz saptırıcı bir kibir ve ahlaktan yoksunluk halidir.
Dinlerde, rasyonel ve eleştirel düşünceye yer bırakmayan çok güçlü bir damar mevcuttur. Kaderciliğin, taklidin, itaatin, cehaletin, korkunun, gelenekçiliğin, şekilciliğin ve fanatizmin   din adına   kutsallaştırıldığı durumlarda akla düşmanlık   en yüksek dini sadakat ve ibadet düzeyine çıkarılmaktadır. Akla ve eleştiriye düşmanlık, dindarlık olmadığı gibi, insanlıkla da bağdaşmamaktadır. Dindar olmanın bedeli, sürekli bir atalet ve akılsızlığa mahkum olmak olmamalıdır. Sahici bir manevi duyarlılık, akla, düşünceye ve eleştiriye bütün kapıların, kanalların ve pencerelerin açılmasını gerekli kılmaktadır.