Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Hakikate vakıf olmanın ağır yükü

“Kör olmaktan daha korkunç olanı, Sadece senin görüyor olmandır.”
Başkalarının göremediklerini görmek, vakıf olamadıklarına vakıf olmak çok büyük bir nimet ve lütuf olmakla beraber bazen de kişiye ağır bir yük olur.
Başkalarının bilmediklerini bilmek, görmediklerini görmek ve bunu başkalarına anlatıp izah etmek zorunda kalmak sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Herkesin ters yönde gittiği bir yolda, doğru yönde giden tek kişi olarak bütün herkese ters yönde gittiklerini   anlatmak ve onları ikna etmek…
Allah’ın göndermiş olduğu elçiler başta olmak üzere birçok insan, hakikate vakıf olmanın ve bunu muhataplara anlatamamanın, kendisinin baktığı açıdan bakmalarını sağlayamamanın sıkıntısını yaşamışlardır.
Misal olarak Hz. Nuh’u hatırlayalım. Hz. Nuh, kavmine elçi olarak gönderilmiş; “Ey kavmim, (sadece) Allah'a kullukta bulunun, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, (böyle giderseniz) sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.” dediğinde kavminin önde gelenleri ona: "Gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz." diyerek karşı çıkmışlardı. Hz. Nuh: "Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah'tan (bir vahiyle) biliyorum" (diye uyarmıştı).” (el-A’râf 7/59,60,62)
İşte onlar Hz. Nuh’un bilip de kendilerinin bilmedikleri şeyler sebebiyle rahat davranıyor, kendilerine yapılan uyarıyı dikkate almıyorlardı. Fakat Hz. Nuh sahip olduğu bilgiler sebebiyle inanmadıkları takdirde başlarına gelecek olan felaketi bildiği için, gece-gündüz, açık-gizli, yalnız-birlikte her fırsatta onlara hakikati anlatabilmek için didinip duruyordu.
Yine Hz. Nuh, oğlunun görüp bilemediği hakikati bildiği için oğlunu son nefesine kadar gemiye binmeye ikna etmeye çabalıyordu. “Ben yüksek bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur.” diyen oğluna; “Bugün Allah’ın (azap) emrinden, Rahim olan (Allah)dan başka koruyucu yoktur!” (Hûd 11/43) diyerek oğlunun bilmediği ama kendisinin bildiği bilgi sebebiyle oğlu için yakarmış hatta bu nedenle Yüce Allah’ın itabına[1] muhatap olmuştur.
Gördüklerini ve bildiklerini çevresinde anlatamama zorluğunu yaşayanlardan birisi de Hz. Yakup’tur. Hz. Yakup, Hz. Yusuf kaybolduktan sonra sürekli olarak onu anmış, onun kokusunu aldığını ifade etmiş ve onun öldüğüne inanmayıp bir gün ondan haber alınacağı umuduyla yaşamış ve bunu sürekli olarak çevresindekilerle paylaşmıştır. Bunun üzerine oğulları ve yakın çevresindekiler Hz. Yakup’a demişler ki; “Vallahi Yusuf diye diye elden ayaktan düşecek ya da ölüp gideceksin.” (Yûsuf 12/85) Hz. Yakup da onlara, “Siz beni anlamıyorsunuz. Ben,” dedi, “Derdimi ve tasamı, ancak Allah’a şikâyet ediyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum.” (Yûsuf 12/86) cevabını vermiştir.
Hz. Yusuf bulunup kardeşleriyle tanıştıktan sonra babasına gömleğini gönderdiğinde ve müjdeci gelip gömleği yüzünün üstüne bırakınca tekrar görmeye başlayan Hz. Yakup; “Size dememiş miydim sizin bilmediğiniz bir şeyi ben, Allah’ın bildirmesiyle biliyorum?” (Yûsuf 12/96) diyerek başkalarının göremediğini görmenin kendine yüklediği ağır yükü adeta hafifletmek istercesine bu sitemini dile getirmiştir.
Bildikleri ve öğrendikleri kavmi tarafından anlaşılmayan Hz. İbrahim de bu ağır yükün altına girenlerden birisidir. Öğrendiği hakikat yolunda tek kalmasına rağmen bu yolda yürümekten vazgeçmemiştir. Bu nedenle de “İbrâhim, hak dine yönelen, Allah'a itaat üzere bulunan tek başına bir ümmet, bütün hayırlı halleri kendinde toplayan bir önder idi. O hiçbir zaman müşriklerden olmadı” (en-Nahl 16/120) diye nitelenmiştir.
İlahi vahyin son ürünü Kur’an belki de bu yüzden “ağır söz”[2] olarak nitelendirildi. Nitekim son vahyin mübelliği Hz. Muhammed kendisinin bilip de başkalarının bilmediği şeylerin insana nasıl bir sorumluluk ve ağırlık yüklediğine şöyle dikkatleri çekmiştir; “Benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler çok ağlardınız.”[3] Başkalarının göremediklerini ve bilemediklerini bilenlerin, diğer insanlara göre daha ağır bir sorumluluk üstlendiklerini ifade etmiştir.
Görmeyenler arasında gören olmak, duymanlar arasında duyabilmek, düşünüp anlamayanlar arasında düşünüp anlayabilmek bir bedel ödemeyi göze almayı gerektirir. Bu bedel bazen, eziyet ve işkence, bazen mal-mülk bazen de can ile ödenir.
Zira siz, kralın çıplak olduğunu görüp haykırmışsınızdır…
Zira siz, herkesin bodoslama daldığı sokağa “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” diye haykırarak kollarınızı makas gibi açmışsınızdır…
Zira siz, “biz bunu daha önceki atalarımızdan duymadık”[4] diyenlere eski köye yeni adet getirmişsinizdir…
Zira siz, çok tuhaf olan bir şey yapmışsınızdır! “Bütün ilahları reddedip bir tek ilah olduğunu iddia edip kabul etmek”[5] gibi.
Başkalarının göremediği hakikati/gerçeği görmek, haykırmak ve onun yükleyeceği sorumluluğu üstlenmek bir zorunluluk ve erdemdir…
[1] Hûd 11/46
[2] el-Müzzemmil 73/5.
[3] Buhârî, “Küsûf”, 2; Müslim, “Küsûf”, 1
[4] Mü’minun 23/24; Sad 38/7
[5] Sâd 38/5