İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Uyuşturucu yüklü narlarla Filistin’i kurtarmak

Anarşi durumu, kaosu yaymak veya sorumluları unutturmak, failleri ve hükümetlere karşı komplocuları gizlemek isteyenler için mükemmel bir bahanedir. Burada durup, bahanelere ihtiyaç duyanlar ve suçlanmak istemeyenler için “mükemmel bir bahane” olduğunu, suçlanmayı önemsemeyen ve cezalandırılmaktan korkmayanların anarşiyi bahane olarak kullanmak gibi bir dertleri olmadığını belirtmek istiyorum.
İran’ın resmi haber ajansı IRNA’ya göre Lübnan’daki İran Büyükelçiliği başkent Beyrut’ta dün şair Sadi Şirazi gününü kutladı. Kutlamaya –geçici hükümetin- Kültür ve Tarım Bakanı Abbas Murteza ile bir grup konuşmacı ve davetli katıldı. Elbette Sadi Şirazi ve aynı şekilde Hafız, Ömer Hayyam ve İran’ın diğer eşsiz şairleri herhangi bir entelektüelin takdirini hak ediyorlar. Paradoks, iki bakanlık üstlenmiş olan Murteza’nın Kültür Bakanlığı’nın protokollerini iki sorun ile karşı karşıya olan  gıda güvenliğini koruma görevine tercih etmiş olması. Bahsi geçen sorunlar; Bakanın memleketi olan Bekaa bölgesinde görülen çekirge istilası hakkındaki haberler ​​ve Suudi Arabistan’ın, nar meyvelerinin uyuşturucu hapları için konteynere dönüştürülmesinin ardından Lübnan'dan tarım ürünleri ithalatını yasaklaması. Gerçek şu ki, kültür, Abbas Murteza’nın İran Büyükelçiliği’nin kutlamasına ilgi göstermesini gerektirebilir, ama Lübnanlıların geçim kaynaklarını tehdit eden açlık felaketine karşı koyma ihtiyacı, daha önemli ve daha etkili olmaya devam ediyor. 
Yalnızca hatırlatmak amacıyla söylüyoruz; Suudi Arabistan, yüzde 13 ile Lübnan’ın tarım üretiminin birinci Arap ithalatçısı ve onu Kuveyt ile Katar izliyor. Neyden bahsettiğime dair bir fikir edinmek için, yakın zamanda okuduğum 2017 yılının sonunda hazırlanan bir rapora göre, Suudi Arabistan’ın Ortadoğu'da Lübnan için en büyük yatırım üssünü oluşturduğunu belirtmek istiyorum. Raporda, Suudi Arabistan’ın her yıl Lübnan hazinesini orada ikamet eden ve çalışan Lübnanlıların havalelerinin temin ettiği sağlam para cinsinden en az 2 milyar dolarla desteklediği bilgisi veriliyor. Yine rapor, Suudi Arabistan’daki Lübnanlı şirket ve kurumların değerinin yaklaşık 125 milyar ve sayısının da 600’den fazla olduğunu tahmin ediyor.
Öte yandan, güvenilir bilgiler, Suudi Arabistan’da ikamet eden Lübnanlıların sayısının 200 binden fazla olduğunu belirtiyor, bu da Lübnanlıların Suudi Arabistan’da yatırım yapan en büyük Arap topluluklarından birini oluşturdukları anlamına geliyor. Dahası, Lübnanlıların tüm Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinden yaptıkları 4,5 milyar dolarlık toplam havalelerinin yüzde 50'sini tek başına Suudi Arabistan oluşturuyor. Suudi Arabistan Lübnan’ı 2005’ten beri mali olarak yaklaşık 20 milyar dolar ile destekledi ve Lübnan’ın 2020’nin Kasım ayı sonunda Suudi Arabistan pazarına yaptığı ihracatın yıllık değeri yaklaşık 82 milyon 549 bin dolara ulaştı.
Bütün bunları hatırlatmaktan kastımız yukarıda da belirttiğimiz gibi  herkesin bildiği önemli bir gerçeği hatırlatmak. Bu gerçek öyle önemli ki, Lübnan’da İran Devrim Muhafızları temsilcilerinin aklından geçenleri dile getiren medya aracını kışkırtıp, birinci sayfasını şu manşet ile taçlandırmaya itti; “Ekonomik Abluka Krallığı.” Üzerinde de ince puntolarla şöyle yazıyordu; “Suudi Arabistan Lübnan tarım ürünlerinin ithalatını yasakladı!”
Bu nefret duyguları yeni değil, Lübnanlılar çeşitli vesilelerle bunlarla karşılaştıklarından kendisine alışıklar. Diğer yandan, bu başlıkların düşünsel, çıkarcı, örgütsel ve stratejik bağlamda atıldığı biliniyor. Zira söz konusu medya organının akıllarından geçenleri dillendirdiği kişilerin düşüncelerine göre “direnişçi ülke” tanımı bu ülkenin; İran milislerinin eğitim üssü, Arap şehir ve kırsallarını hedef alan roketlerin deposu, zehri Ortadoğu’nun geneline yayılan, eğilimleri provoke edip tahrik eden, nefretleri körükleyen profesyonel mezhepçi medya kanalı olmasını kapsıyor.
 Sözlerle Halep’ten yola çıkarak Kudüs’ü kurtarmaya hevesli olanlara göre ekonomik abluka; kendisini ve sınırlarını kontrol ettikleri Lübnan’dan gelen bir nar sevkiyatı ile Suudi Arabistan pazarını hedef alan milyonlarca uyuşturucu hapı kaçakçılığına karşı verilmiş doğal bir tepki değil,“düşmanca bir adım”.
Bir ülkenin halkını ve toplumunu koruması, abluka adı altında sunuluyor. Oysa bu ülke, aylardır Yemen ve diğer bölgelerden atılan füzelere ve silahlı insansız hava araçlarının saldırılarına hedef oluyor. Bunlar Suudi Arabistan toprakları (kutsal bölgeler dahil) ile Yemen’de kurtarılan bölgeleri bombalayıp Körfez ülkelerini tehdit ediyorlar.
Abluka; uyuşturucu yüklü narları ihraç eden çevreden liderlerin, teknisyenlerin ve gazetecilerin, darbeci Husilere silah ve medya eğitimi vermesidir.
Abluka; yasadışı bir devletçiğin meşru devletin kalıntılarına el koyması, kendisini iyice parçalayıp, bankalardan tarım, eğitim, sağlık, temel hizmetler, turizm, güvenlik, kamu yönetimi ve yargıya kadar kurumlarını yok etmesidir. Başkalarını Lübnan ve Lübnanlılara abluka uygulamakla suçlayanlar, kendi isteklerini dayatmak ve kendi adamlarını atamak için gözlerini kırpmadan devletin işleyişini aylar ve yıllarca engellediler. Yalnızca her geçen gün yasak olduğu daha da netleşen bir devletin kurulmasını talep ettikleri için farklı din grupları ve akımlardan kanları heder edilen özgür kişilere acımadılar.
Arap ve dünya liderleri onları boykot ettiklerinde, milis faşizmi ile mafya yolsuzluğu arasındaki ortak yaşam niyetine bizzat temas ettiklerinde büyükelçiler, arabulucular ve delegeler onları alenen eleştirdiklerinde bundan ne caydılar ne de utandılar. 
Bugün kendilerinde "abluka" kelimesini kullanma hakkını görenler, 2006'dan beri daha önce hiç olmadığı kadar kötüleşen kronik ekonomik çöküşün arkasındaki ana nedeni unuttular.
Nefret ve intikam dolu hesaplarının ortasında, 1975 ile 1990 yılları arasında onu parçalayan ve ekonomisini mahveden 15 yıllık korkunç savaştan nasıl bir Lübnan’ın çıktığını unuttular. Savaşın etkilerini gidermek ve ülkeyi eski haline getirmek için milyarlarca doların nasıl kolayca temin edildiğini unuttular. 1990-2005 yılları arasında ülkeyi yönetenin ve son sözü söyleyenin kimliğini, ardından kimin onun yerine geçip, o zamandan beri  ülkeyi yönettiğini unuttular. Gerçek şu ki, birincisinin döneminde "fiili gücün" bilgisi, onayı veya katılımı olmadan bir Lübnan lirası bile çalınmadı. Ayını şekilde 2005’ten bu yana da mevcut fiili gücün bilgisi, onayı ve katılımı olmadan tek bir Lübnan lirası çalınmadı.
Lübnanlılar -ya da en azından akıllı olanları  asıl gerçeğin bu olduğunun farkındalar, ancak ne yazık ki artık sadece "abluka" altında değiller, Lübnan'dan daha büyük ve ondan daha geniş korkunç bir bölgesel komplonun rehineleri de oldular.
İşlerin daha da kötüye gitmesini beklediğimi, İran'ın nükleer projesi konusunda Viyana'da devam eden müzakerelerden başlayarak bu komplo bozulmadığı takdirde bölgemizin karanlık bir tünele gireceğini açık açık söylüyorum.
Evet, Batı, İran'ın polisleri ile "müzakere" çerçevesini bölgesel genişlemesini durdurmayı, boyut ve yansımalarını yönetmesi zor olan kaosu kontrol etmeyi kapsayacak şekilde genişletmedikçe önümüzde karanlık bir tünel uzanıyor.