Kudüs şehrinde, Şeyh Cerrah ve Şam veya el Amud Kapısı’nda, bugün insanlığımızın üzerine kurulduğu en asil anlamlar ayaklar altına alınıyor. Burada yaşayanlar topraklarından çıkarılmak, küçük düşürülmek, kutsal saydıkları ve saygı duydukları her şeye tek seferde hakaret edilmek isteniyor. Sadece Arap ve Müslüman oldukları için bu meşru görülüyor. Başkaları, Yahudi oldukları için, onların yerlerini almaları mümkün görülüyor. Ama hikaye birkaç temel ekleme daha yapılmazsa eksik kalır; suç işleyenler yerleşimciler ama İsrail güvenlik güçleri onları koruyor. Dahası, İsrail hükümetlerinde aşırılık yanlısı ve fanatik partileri aracılığıyla temsil ediliyorlar. Öte yandan ve aynı zamanda, İsrail, birbirini izleyen seçimler döngüsünü sona erdirecek yeni bir hükümete ulaşmakta güçlük çekiyor.
Başka bir deyişle, Filistinliler sadece yerleşimcilerin yükselen öfke ve çılgınlıkları için günah keçisine dönüştürülmek istenmiyor. Aynı şekilde, İsrail'deki siyasi hayatı etkileyen büyük bir krizin de günah keçisine dönüştürülmeleri amaçlanıyor. Paralel ve yardımcı taraflar, yani yerleşimciler bunu ilk başlatanlar olmaları için kışkırtılıyorlar. Çıkmaz içinde olan Binyamin Netanyahu'nun beslediği bu ilişkide bir tür faşizm mevcut.
Kudüs'ün durumunu, Filistinliler ile yerleşimciler ve Netanyahu arasındaki çatışmayı tanımlamak, ille de milliyetçi veya dinsel bir fanatizm gerektirmiyor. Sadece, nerede olurlarsa olsunlar, hak sahibi mağdurlar lehine ahlaki bir taraflılık gerektiriyor. İnsanlar arasında eşitlik değerine sadakat gerektiriyor. Bugün İsrail siyasi elitlerinin, ülkelerini her hakkı dışlayan bir yere doğru yönlendirdikleri tescilleniyor, ancak aynı zamanda onu dostluğundan utananların ve ona parmaklarının ucuyla tutunanların sayısının artabileceği bir yere doğru da itiyorlar. Bu davranışın başlangıçlarının, İbrani devletinin ortaya çıkışında ve onu çevreleyen koşullarda, özellikle de savaşlarda, Filistinlilerin sınır dışı edilmeleri ve kitlesel olarak yerlerinden edilmelerinde yattığı doğru. Ama aynı zamanda, ilk İsraillilerin çoğunun devletlerini üzerine kurmak istedikleri zorlu ikilemde de yatıyor, o da aynı anda hem Yahudi hem de demokratik bir devlet olmak. Böylelikle, devletin Yahudiliği yıllar içinde demokrasisini içten içe kemirdi. Birincisi, her dini tanım gibi, farklılıkları daraltır, hiyerarşilere ve ayırıcı duvarlara dönüştürür.
İkincisi ise, evrensel tanımının doğası gereği ötekini kapsar ve genişler, bireyleri eşit bireyler ve vatandaşları eşit vatandaşlar olarak görür. Aksi yön yani demokrasinin Yahudiliği bastırması ise hiç gerçekleşmedi. Kimlikler devri bu imkansızlığı pekiştirdi, bu da bölgemizde İzak Rabin'in ölümü, ardından da İkinci Filistin İntifadası’ndan sonra Filistin-İsrail barışının parçalanmasıyla ifade buldu. Bundan sonra İsrail, kesintisiz bir siyasi krize girdi ve bunun meyvesi, Likud grubunun lideri tarafından ifade edilen popülist genişleme oldu. Fakat tüm bunlara İsrail'in Arap çevresindeki mezhepçi ve baskıcı atmosferin kötüleşmesi ve ürkütücü hale gelmesi de eklenmeli. Örneğin, Netanyahu'nun şu şekilde övündüğünü - bu arada, bu sadece bir kurgu değil- hayal edebiliriz; ben Araplara Beşşar Esed’in Araplarına davrandığından daha iyi davranıyorum. Kudüslüleri yerlerinden mi ediyorum? O halkının yarısını yerinden etti ve ülke içine ve dışına dağıttı, onlara karşı kimyasal silah ve varil bombaları kullandı. Ondan önce de Saddam Hüseyin halkına karşı kimyasal silah kullanmıştı.
Öte yandan, Kudüs Arapları meselesi, haklı davaların geniş yol ayrımında yer alıyor. Bu haklı davalar, nüfusun zorla yerinden edilmesiyle ilgili insan hakları, işgal ve bir ulusal grubun siyasi imhasıyla ilgili ulusal haklardır. Bu ayrıca, dünya çapında İslamofobiye karşı yürütülen savaşlardan olduğundan küresel kapsamlı savaşlardan biridir. Topraklarında kalmak ve öz kültürlerini geliştirmek için yerel halkların verdikleri savaşlardan biridir. Dahası topraktaki haklarını eski dini vaatlere dayandıran argümanlar karşısında bu bir akıl, ilerleme ve aydınlanma savaşıdır. Baskıcı ve teknolojik bir makine karşısında, insanlığın barbarlığa karşı mücadelesidir.
Dolayısıyla, bu ve diğer özellikleri ile Kudüslülerin davasının dünya vicdanına hitap etmesi ve Batı'daki bazı etkili hükümetlerin kararlarını etkilemesi zor olmayacaktır. Nitekim bugün, olayların hızına ayak uyduramayan bir yavaşlıkta olsa da bunu yapıyor. Aynı anlamda, intifada, kendi örgütsel araçlarını icat eden bir sivil direnişe (onunla aynı çizgide olmayanların dahi aleyhine olmaları zor olan bir direnişe) dönüşme kabiliyetine sahip olmaya devam ediyor.
Ancak birbiriyle yakından ilişkili iki taraf, bu umut verici süreci tehdit ediyor; Gazze Şeridi'nden atılan füze ve muzaffer sözlü abartılar füzesi. Beyrut ve banliyösü ile Şam ve Tahran bunların en büyük platformu. İşte bu iki füze Yahudi yerleşimciler ve Netanyahu'ya daha fazla destek sağlayabilir. İsrail'e Gazze ile bir başka savaş "fırsatı" verip, Kudüs ve davasının arada kaybolmasına ve unutulmasına yol açabilir. Mevcut intifadayı bir başka maliyetli ve güç araçları zayıf Filistinlilerin kazanmasının imkansız olduğu çatışma döngülerinden birine dönüştürebilir. Bu durumda sadece iki taraf kazanabilir: yerleşimciler ve İsrail'deki müttefikleri ile Filistin kanını istismar etmekte usta ve tecrübeli karşı çıkma rejimleri. Bu sefer bunu yapmalarına izin verilmemeli.
TT
Kudüs çatışmaları ve uyumsuz ufukları hakkında…
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة