Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Biden ve İran: Mollaların rejimini kurtarmak için kandırma

Şu anda devam eden görüşmelere katılan İranlı ve ABD’li diplomatların ölmek üzere olan Nükleer Anlaşma’yı yeniden canlandırmak için söylediklerine bakarsak, Joe Biden’ın geçen yıl yapılan ABD Başkanlık seçimlerindeki zaferi ile açılan fırsat penceresinin önümüzdeki birkaç hafta içinde kapanması muhtemel.
İran tarafı, sadece Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin ekibi hala görevdeyken yapılan bir anlaşmanın -görünürde de olsa- İslam Cumhuriyeti’nin herhangi bir uluslararası anlaşma yapmasının önündeki engelleri kaldırmak için gerçek bir şansa sahip olduğunu iddia ediyor. Ancak ABD tarafı için sorun şu ki, Başkan Biden, Humeyni rejimiyle ilişkileri normalleştirme umuduyla bir anlaşma yapmayı arzularken, Viyana’daki İran ekibinin verdiği sözleri yerine getireceğinden emin olamıyor.
Her iki taraf da, sahte bir davayla ilgili hayali bir anlaşma çerçevesinde derinlere işlemiş farklılıklarını gömmek için bir yığın saçmalık oluşturmaya çalışıyor. Tahran, yapmayı istemediğini ve asla da yapmaya çalışmayacağını söylediği nükleer bomba için uranyum zenginleştirmeye başladığı bir dizi santrifüjü devre dışı bırakma sözü verecek. Bu söz, Biden’ın diplomatik bir zafer iddia etmesini ve dünyanın en karışık bölgelerinde nükleer silahlanma yarışını önlemekle övünmesini sağlayacak. İran’ın bu tavrına karşılık ABD, mollaların nakit para akışı sorununu hafifletmeye katkıda bulunacak ve rejimin yurt içindeki güvenlik güçlerinin ve yurt dışındaki “cihatçılarının” maaşlarını ödemeleri için yeterli parayı temin edecek. Sorun şu ki, böyle bir dalavere yapmak o kadar kolay olmayabilir. Nitekim ABD tarafı saçmalığa istekli olduğu için İran tarafı daha fazla risk alıyor.
İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney pazartesi günü yaptığı açıklamada, Filistin’i özgürleştirmenin, ümmetin ilk hedefi olduğunu söyledi. Bu da Nükleer Anlaşma canlandırılsa bile Ortadoğu’nun geleceğiyle ilgili görüşlerin çatışmaya devam edeceğinin habercisi. Ertesi gün Ruhani’nin Sözcüsü Ali Rebii, İran’ın Viyana müzakerelerinde Filistin meselesini gündeme getirmeyi ve bölgeyi yeniden inşa etmeyi planladığını söyledi. Buna karşılık ABD tarafı herhangi bir taviz vermeden Nükleer Anlaşma çerçevesinin dışındaki konular yüzünden İslam Cumhuriyeti'ne binden fazla yaptırım uygulamaya çalışıyor.
Ruhani’nin Sözcüsü Viyana’da İran hükümetini temsil eden yetkililer tarafından imzalanan anlaşma ne olursa olsun, Tahran’daki en üst düzey yetkilinin (İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’in) onayını alması gerektiğini söyleyerek başka bir bomba daha attı. Diğer bir deyişle Hamaney’in, uygun gördüğü her an uygulayabileceği bir veto hakkı olacak. Bu da, Hamaney'in sözde anlaşmayı daha fazla İranlıyı rejiminin meşruiyeti ile ilgili bir referandum olarak pazarladığı cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmaya ikna etmek için bir memnun etme aracı olarak kullanmasını sağlayacak. Göz boyamalık seçimler biter bitmez de Hamaney cesur esneklik olarak tanımladığı “geri çekil sonra kandır” taktiğine geri dönebilir. Bu taktik, Tahran’ın Avrupa Birliği (AB), Çin ve Rusya ile imzaladığı çeşitli anlaşmalar da dahil olmak üzere, eski ABD Başkanı Barack Obama tarafından oluşturulan cesur projenin yanı sıra birçok durumda kullanıldı.
ABD tarafının Viyana’da anlaşmaya varma coşkusu, Başkan Biden'in 1979 yılından beri İran devrimi hakkında kapıldığı eski bir yanılgıdan kaynaklanıyor. Anlamadığım sebeplerden dolayı Biden, genç bir senatörken bile Şah rejimini deviren Humeyni devrimi onun zayıf noktasıydı.
2004 yılında İsviçre’nin Davos kentinde Biden, mollaların o zamanki Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ile uzun bir görüşme yapmış ve gelecek bir demokrat yönetimin, Başkan Bill Clinton'ın, Başkan George W. Bush döneminde duran Tahran'a yaptığı ilk açılımı devam ettireceğini umduğunu dile getirmişti.
Biden’in bilmediği ya da görmezden gelmeyi tercih ettiği şey, AB Komisyonu Dış İlişkiler Sorumlusu Chris Patten’in dediği gibi Harrazi’nin dışişleri bakanı rolünü oynayan bir oyuncu olmasıydı.
Biden sadece tüm Humeynist projenin, molla rejiminin olmazsa kendisini zayıf hissedeceği ideolojik bir ABD düşmanlığına dayandığını biliyordu.
Belki de genç Biden’ın Humeyni devrimine olan hayranlığı aşağı yukarı 40 yıl kadar önceden belliydi. Şah’ın itibarı, ABD medya kuruluşları ve akademik ve siyasi grupların çoğu tarafından onlarca yıl lekelenmişti. Örneğin Time Gazetesi Ayetullah Humeyni’yi İslam’ın Gandi’si olarak nitelendirerek kapağına koymuştu. Başkan Jimmy Carter’ın yönetiminde İran politikasından sorumlu diplomat Henry Precht, herkese ABD'nin bir krala karşı devrim yapılmasının ardından kurulduğunu hatırlatmıştı. Ayrıca ABD’lilerin düşmanlarına dostlarından daha fazla müsamahakar davrandığı da iyi bilinen bir gerçek.
Daha gerçekçi bir ifadeyle 40 yıl önceki İran günümüzdekinden daha büyük bir öneme sahipti. İran Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin ikinci en uzun sınırını kaplıyordu. Carter'ın 1977-1981 yılları arasında ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yapan Zbigniew Brzezinski, Sovyetler Birliği'ne karşı İslamı destekleyen yeşil kuşak fikrini ortaya atmıştı. O dönemde ABD Orta Doğu petrolüne ihtiyaç duyarken, İran tehdidini Arapların İsrail üzerindeki baskılarını hafifletmek için bir araç olarak kullanabilirdi.
Bugün Soğuk Savaş sona erdiği ve İran petrol piyasasından çıktığı için bu faktörlerin hiçbiri yok. Şu an özel sebeplerinden ötürü İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye çalışan Araplar var. Dolayısıyla Humeyni rejimini kendisi için yarattığı arınmadan kurtarmanın bir aciliyeti yok. Günümüz İslam Cumhuriyeti, 40 yıl önce Başkan Biden’i kandıran İslam Cumhuriyeti’nin soluk bir gölgesi. Şiddetli bir fırtınanın ortasında kaybolmuş bir gemide gözleri görmeyen bir kaptana benzeyen Ayetullah Hamaney, sistemik bir çöküşün yaşanabileceği uçurumun kıyısına doğru ilerliyor.
Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Tahran’daki yarı ölü rejimin ayakta kalmak ve hayata tutunmasını sağlayan eziyeti devam ettirmek için yılda en az 60 milyar dolara ihtiyacı olduğunu söylüyor.
Viyana görüşmeleri, Tahran’ın oyunda kalması için ihtiyaç duyduğu ek fonların kendisine sağlanmasıyla bitebilir. Biden'in sorması gereken soru şu: Böyle bir sonuç, şu anda değişime susamış olan İran halkı bir tarafa, ABD’nin çıkarlarına hizmet eder mi?