Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Netanyahu ve Hamas’a teşekkürler

11 Eylül saldırılarının ardından Filistin sorunu, Arap halklarının asıl meselesi olmaktan çıkmaya başlamış gibi duruyordu. El-Kaide’nin New York ve Washington saldırıları, terörle mücadelenin hâkim olduğu yeni bir dönem başlattı. Ariel Şaron liderliğindeki İsrail sağı ve Yaser Arafat’ın yanlış hesapları, el-Kaide örgütünün saldırılarından 17 gün sonra ikinci intifadanın başlamasıyla birlikte hızlıca Filistin meselesini terörle ilişkilendirmede başarılı oldu. Zaten sonrası malum:
2001 ve 2003 yılında Afganistan ve Irak’ın işgali, 2005 yılında Arafat’ın ölümü, 2007 yılında Gazze’de Hamas’ın Fetih’e karşı darbesi, iki Filistin devleti projesinin başlaması; birisi Batı Şeria’da diğeri ise Gazze Şeridi’nde. 2002 yılında Beyrut’taki Arap barış girişimi, Filistin meselesinin Araplar nezdinde uzun yıllar gerileme kaydettiği süreçte kaybolan umudu yeniler gibi oldu.
Arap Baharı, 2010 yılında Tunus’ta başladığı zaman Filistin meselesi gündemden daha da düştü. Tüm trajedisiyle Filistin meselesi; Suriye, Libya, Irak, Yemen, Cezayir (yönetim parçalandı), Sudan (yönetim çöktü) ve Mısır’da (yönetimde son derece tehlikeli bir geçiş yaşandı) başlayan yangınlar arasında küçük bir yangına dönüştü.
Bu 20 yıl boyunca Filistin’in bölgedeki bütün çözümlerin anahtarı olmadığını dile getiren envai çeşit analiz ortaya çıktı. Oysa Filistin meselesinden bağımsız olarak kalkınma, refah, demokrasi ve iyi yönetim yeniden başlayabilir. Hatta bazı analizler; gerilemenin, çöküşün ve yozlaşmanın sorumluluğunu Filistin meselesine yükleyerek bu meseleyi Arap politikasında listenin başına yerleştirdi. Şiddeti, yolsuzluğu ve geri kalmışlığı meşrulaştırmak için Filistin meselesine yönelik menfaatçi kültüre baktığımızda bu analiz tamamen yanlış değildir.
İsrail ve Hamas arasında son zamanlarda meydana gelen 11 günlük savaş, Filistin meselesini yeniden gündeme taşıdı ve Filistin meselesiyle ilgili 20 yıldır devam eden sessizliği bozdu. Fakat bu mesele, siyaset ve halk düzleminde tamamen farklı bir gerçeklikle yeni bir şekilde gündeme geldi.  Ölenlere rahmet dilerken belki de Netanyahu ve Hamas’a teşekkür etmeliyiz.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Filistinlilerle adil bir çözüm olmadan tam bir Arap-İsrail barışına ya da Edward Said’in ifadesiyle topraksız barışa (Barış süreci için kaleme aldığı iki eleştiri kitabından birinin başlığıdır) ulaşabileceğini zannetti. Yine Netanyahu, Filistin halkıyla olan ilişkiyi yönetmek için tek mekanizma olarak askeri üstünlüğe fazla itimat etti. Mahmud Derviş, İsrail’in 2000 yılında Güney Lübnan’dan çekilmesiyle ilgili olarak şunu söylüyor: “İsrail, zaferinin sonuçlarına kendi gücünden daha fazla katlanarak Araplara üstün geldi.” Devamında ise Derviş, “İsrail’in askeri beyni, vücudundan daha büyük hale geldi. Böylece İsrail, halk direnişinin gücünü hesap etmeden orantısız gücün esiri oldu” diyor. Sanki Derviş, şu an Gazze’nin huzurunda gibi.
Son savaşın ortaya çıkardığı gerçek basittir. İsrail’in bütün füzeleri, Filistin meselesini bertaraf etmek için yetersizdir. Yine Hamas’ın tüm füzeleri de İsrail’i yok etmek için kifayetsizdir.
Netanyahu, İran kaygısının Arap dünyasının ana gündeminde yer almasından dolayı Filistinlilerle askeri çözüme ulaşabileceğini zannetti.
Netanyahu’nun İran’a yönelik kararlarının hoş karşılanması kendisini yanılttı.  Iraklılar ve diğerleri, Kasım Süleymani’nin akıbetini açık bir şekilde kutladılar. İran’da patlama, suikast ve sabotaj gibi rezil güvenlik operasyonlarıyla ilgili haberleri takip edenler sevinçliydi. Fakat Filistin, farklı bir meseledir.
Eskiye göre farklı bir hafızaya sahip yeni bir nesil mevcut. Filistinli, Arap, Yahudi, Amerikalı ve Batılı nesil, Filistin-İsrail çatışmasıyla ilgili gerçek ve sahte tüm öncüllerden uzaktır. Bu nesil, İsrail’in “Filistin terörü” olarak adlandırdığı şeyi bilmiyor ve bugün İsrail gerçeğiyle holokost trajedisi arasında herhangi bir bağ kurmuyor. Bu nesil, yasal, hukuki ya da insani mantığın aksine nüfusu birkaç milyona ulaşan komşusuna kendi hegemonyasını dayatmak isteyen bir hükümetin var olduğunu anlamak istemiyor. Şu an, kimlik bütünlüğünü ve tarihi bağlantısının sağlamlığını hayal eden duyguların siyasi olarak aşırı kullanılmasından hoşlanmayan ve bunun yerine mağdurun yanında yer almayı seçen anti-milliyetçilik zamanıdır.
Sosyal medya sitelerinde gündem oluşturan bu farklı çevrelerin eğilimlerini tam olarak bilmemiz için pek çok veriye ve istatistiğe ihtiyacımız var. Bugün İsraillinin ve Filistinlinin imajı hakkında birçok veriye ihtiyaç duyuyoruz. Gazze halkının sıkıntılarını hisseden herkes, Hamas’ı desteklemiyor. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarından dolayı tedirgin olan herkes, İsrail’e ölüm sloganını desteklemiyor.
Bu durum, Amerika’da büyük bir değişimin yaşandığı bir ortamda meydana geliyor. Örneğin, Michigan eyaletinden Amerikalı Temsilciler Meclisi üyesinin Gazze olaylarına karşı ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin tutumunun şekillenmesinde önemli bir rol oynaması basit bir şey değildir.  Aksine ABD’de Amerikan sol söyleminin marjinal siyasi söylemden vasat siyasi söyleme doğru kayması söz konusu. Aynı şekilde Evanjelist Hıristiyan çevrelerde İsrail’e destek artarken Amerikan Yahudi desteğinin gerilemesi konusunda araştırmaların yayınlanması basit bir şey değildir.
İsrail sağının ve yerleşimcilerin siyasi yaşam üzerindeki uzun hegemonyalarının ardından İsrail toplumunun barış düşüncesine yönelik yeni bir harekete şahit olduğuna dair kanıtlar mevcut. Zira Netanyahu’nun yurt içinde ekonomik, yurt dışında politik ve İran’a karşı güvenlik başarılarına rağmen uluslararası düzlemde İsrail’in imajı önemli bir şekilde gerilemektedir.
Diğer bir durum ise son zamanlarda İsrail ile BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas arasında imzalanan barış anlaşmaları, çözüm için mantıklı ve makul seçenek gibi duruyor. Yine söz konusu barış anlaşmaları, hem Filistinliler hem de İsrailliler için yeni sayfa açma konusunda makul bir seçenek gibi görünüyor.
Savaşlar, belirli bir siyasi realitenin şartlarını değiştirmek ya da iyileştirmek için yapılsa da son savaş, bu tanıma göre İsrail ve Filistin açısından tam anlamıyla başarısız bir savaştır.
Bu çerçevede Filistin-İsrail çatışmasının yeni bir anlatımını görmek isteyen ve savaşı reddeden bir atmosfere yatırım yapmak için barış bloğunun en iyi konumda olduğu söylenebilir.
İsrail ve Hamas’ın ateşkes anlaşmasına ulaşma konusunda Mısır’ın göstermiş olduğu siyasi başarı, hem Filistinliler hem de İsrailliler için güvenlik, onur ve refahı garantileyen sürdürülebilir bir barış sürecini oluşturmaya doğru ABD Başkanı Biden yönetimiyle işbirliği yaparak, Mısır, BAE ve Suudi Arabistan arasında geliştirilmelidir.
Gazze savaşı bende şu düşünceyi oluşturdu: İlk 10 yıl terörle mücadele ve ikinci 10 yıl Arap Baharı başlığıyla özetlenirse üçüncü 10 yılın kesin ve değişmeyen başlığı ise Ortadoğu’da barış inşası olacaktır.