Vahdettin İnce
Yazar
TT

Müsilaj

Oturmuş, havadan sudan konuşuyorduk hane halkı olarak. Havada fazla duramıyorsun haliyle. Hemen suya getirdik sözü. Getirmez olaydık, salyalı sümüklü bir mevzunun içinde bulduk kendimizi. Son günlerin baş gündem maddesinden (malum videolar) hemen sonra gelen Marmara denizinde ortaya çıkan “müsilaj”dan bahsettiğimi tahmin ediyorsunuz. Deniz salyası da diyorlar. Deniz salyası nasıl oluyor, sebebi nedir? Bu normal bir şey mi? diye sordum. Tamam, insanların, hayvanların salyasını biliyoruz ama deniz salyasını ilk defa duyuyorum dedim. Oğlum, baba dedi, aslında bu denizin kusmasıdır, biraz kibarca olsun diye salya, buna bir parça bilimsellik havası vermek isteyenler de “müsilaj” diyorlar. Deniz, tabiatına aykırı o kadar şeyi yutmak zorunda kalmış ki, sonunda midesi kaldırmamış hepsini salya şeklinde dışarı kusmuş. Hay bin yaşayasın, dedim, sonunda anladım ne olduğunu.
Anladım anlamasına da insan zihni bu, bir yerde durmuyor tabi. İllaki muziplik yapacak ve meseleyi olmadık yerlere çekecek. Nitekim öyle yaptı da. Ben başka konulara çekmek istedikçe o buradan ta nerelere sıçramış “videolar”ı gözüm gözüme soktu. Başka hususlarla, ilgili ilgisiz bağlantılar kurdu, benzetmeler yaptı, çıkarsamalarda bulundu. Durdurmasam daha neler yapacaktı, hangi mevzuları işin içine dahil edecekti kim bilir. Kısa bir sürede ülke siyasetinde, dünyada, uluslararası ilişkilerde ve daha birçok alanda öteden beri alışıla gelmiş davranış biçimlerinden taban tabana zıt gelişmeler bile bir tür doğanın kusması şeklinde canlandı gözümde diyeyim de siz anlayın ne çektiğimi zihnimin elinden. Oysa ben çiçekli, böcekli bir çevre muhasebesi yapmak istiyordum, hastalanmış denizin durumundan hareketle. Konuyu biraz bu salyalı ortamdan uzaklaştırmak ve zihnimin bu kadar pervasızca at koşturmasını engellemek için sözü medeniyete getirmek istedim.
Medeniyet dediğimiz olgu, insanın tabiata müdahalesinin bir ürünüdür. Varlığın tabiatına, varoluş amacına uygun bir müdahale olursa insanlığın haklı olarak gurur duyduğu medeniyet dediğimiz eser ortaya çıkar. Ama bu müdahale varlığın tabiatına, varoluş amacına aykırı olursa yememesi gereken bir şeyi yemiş gibi kusar tabiat tıpkı insan gibi (görüyorsunuz tutamadı kendini serkeş zihnim yine lafı getirdi oraya).
Batı medeniyeti de yeryüzünde izlerini gözlemlediğimiz irili ufaklı, gelmiş geçmiş her medeniyet gibi insanın tabiata müdahalesinin bir ürünüdür. Bu hususta haklı olarak övünç duyuyorlar batılılar. Hak vermemek de mümkün değildir. Hepimizin hayatını değiştiren, dönüştüren büyük gelişmelere imza atmışlar, atıyorlar. Hala bu olumlu katkılarının ekmeğini yiyorlar ve bu gidişle bir alternatif de ufukta görünmediği için daha çok yiyecekler. Özellikle Müslümanlar bu halde iken.  Ama batılıların gurur duydukları bu olumlu müdahalenin yanında insanın, eşyanın, tabiatın yapısına uymayan haksız müdahaleleri de söz konusudur.
Emperyalizm, sömürgecilik insan hayatına yönelik bir haksız müdahaledir mesela. Yıllarca insanları köle olarak kendi hizmetlerinde çalıştırdılar, ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını talan ettiler. Havayı, suyu kirlettiler…şimdi bu haksız müdahalenin semeresini hepimizle birlikte çatışmalar, isyanlar, iç savaşlar, terör eylemleri olarak görüyorlar tabi. Şu dünyayı saran şiddet sarmalı insanlığın doğasına yönelik haksız müdahaleden kaynaklanan bir tür kusmadır örneğin.
 İnsanlar, devletler, siyasetler, medeniyetler, denizler kusuyor. Biri kusuyorsa bilin ki yememesi gereken bir şeyi yemiştir.
Bak işte, yine videoları soktu gözüme. Allah aşkına ne alakası var bunların siyasetin kusmasıyla!
Siz bakmayın muziplik peşindeki zihnime, insanın tabiata haksız müdahalesinin yıkıcı sonuçlarına işaret eden ayete kulak verelim:
“İşbaşına geldiği zaman ülkede bozgunculuk çıkarıp çevreyi ve nesilleri yok etmeye çalışır.”