Zuheyr el-Harisi
TT

İdeolog: Vesayet ve mutlak gerçek!

Bir ideolog, yönelimleri her ne olursa olsun, genellikle inandığının doğruluğunda ve kanaatlerinin şu ya da bu sorun için en iyi çözüm olduğu hususunda ısrar eder. Bu yanlış bir algıdır, mantığa uygun değildir, görelilik kavramına ve eşyanın doğasına aykırıdır. Böyle bir ideolog, ideolojisine rehin olmuş durumdadır ve kendisini gerçekliği reddetme konumuna sürükleyen bir hipnoz halindedir.
Elbette hakikatteki farkımız, insanların kendi aralarındaki farklılığına ve dönüşümlerine dayanmaktadır. Dolayısıyla önümüzde meydana gelen ya da tanık olduğumuz değişimler aslında sadece insan eyleminin bir sonucudur. Eğer düşünce gerçekliğin ürünüyse, bu durumda bana göre toplumsal düşünce, toplumsal gerçekliğin tamamlayıcısıdır. Böylece her ikisi, hem zihinsel bir faaliyet olarak diğerini etkiler hem de ondan etkilenir. Bunun hayatın anlamını zenginleştirdiği varsayılır. Aşırılığa bağımlı olması durumunda ise onu yok eder. İdeolojiyle bir sorunumuz yok. Çünkü ideoloji, aşırılık ve şiddeti içermediği sürece bir davranış modeli içinde yer alan inanç, fikir ve eğilimler bütünüdür. On sekizinci yüzyıl düşünürleri -Karl Marx'ta olduğu gibi- ideolojiyi, olumlu ya da olumsuz fikirlerin farkında olma durumu olarak tanımladılar.
Arap coğrafyası bugün birçok yerinde mutsuzluk ve hayal kırıklığından musdariptir. Çünkü dini aşırılık, mezhepçilik, aşiretçilik, siyasi istibdat ve ırk ayrımcılığı gibi her türlü radikal ideolojiyle boğulmaktadır. İşleri daha da kötüleştiren, bu alçakça eylemlere karışan ve bunu kendi inançları ve hayali algıları adına savunarak haklı göstermeye çalışan kimselerdir. Bununla şahsi bir çıkar veya siyasi bir kazanç elde etme peşindedirler.
Fikri konumları açısından akımların ve yönelimlerin tepkisellikte benzer olduklarını, aşırılık çemberine meyilli oldukları sürece ise davranış düzeyinde farklılaştıklarını görüyoruz. Mesela radikal dinci, gerçek ile çatıştığında şiddet üretir ve kendi yönelimlerden farklı olan her şeye karşı çıkar. Tüm bunların nedeni, kesinlik duygusudur. Milliyetçi, Marksist, İslamcı ve komünist hepsi kendi algılarına göre bir zeminden yola çıkarlar. Başka bir deyişle bu ideolojilerin savunucuları, görüş ve fikirlerinin “tek ve mutlak doğru” olduğuna inanırlar.
Buradaki amacımız, nesnel bir okuma ile birtakım kusurları tespit etmektir, yoksa bu yönelime mensup olan kimseleri hedef alıp onları iyileştirmeye çalışmak değildir. Bu, yörüngesinden sapan ve vizyonuyla başkaları üzerinde vesayet kurmaya çalışarak aşırıya kaçan her akım veya ideoloji için geçerlidir. Sonuç, mutlaka şiddet olmak zorunda değildir. Sapma, bir ideoloğun başkalarının her zaman hatalı, kendisinin ise daima doğru olduğu yönündeki inancıyla başlar. Buradaki her söylem, her ne kadar farklı bir içeriğe sahip olsa da tek bir amaca matuftur ve o da reddetmek, değişiklikleri özümseyememek ve onlara adapte olamamaktır. Muhammed Abid el-Cabirî, Abdullah Laroui, Hişam Cait, Türki el-Hamad gibi yazarların kitaplarında bu durum özellikle incelendi.
Bu uçsuz bucaksız evrendeki herhangi bir halkın ilerleyişi, ancak toplumsal yapıdaki bilinç ve kültür hareketinin etkinliği ile ölçülebilir. Nitekim toplumun statüsü, bileşenlerinin hayatın kanunlarını anlama ve tarihi tecrübeler birikimini öğrenme kabiliyeti ile belirlenir. Fikirler, uygarlıktaki büyük değişimlere öncülük eder. Filozof Kant’ın şu sözleri bununla uyumludur: “Kültür, insanın rasyonel doğası temelinde özgürce ve kendiliğinden ulaşabileceği bir dizi büyük amaçtan başka bir şey değildir.”
İdeolojik çeşitlilik herhangi bir toplum için bir talep ve ihtiyaçtır. Çünkü entelektüel çeşitlilik, toplumsal süreci zenginleştirir. Fakat ideolojiyi bir kanaat ve bakış açısı olarak benimsemekle, katı ve dokunulmaz bir inanç olarak benimsemek arasında ince bir çizgi vardır. Tehlike çemberi, ideolojiyi benimseyenlerin aşırılıklarıyla birlikte belirmeye başlar ve bu, sonu bilinmeyen karanlık bir tünele girildiği anlamına gelir.
İdeoloji, bu radikal haliyle Arap toplumlarımız için en büyük sorun ve çıkmazdır. Toplumlarımız, ahlak, farkındalık ve anlayışla çevrili bir krizden mustariptir. Bu kimseler uyum sağlamaya çalışması gerektiği konusunda vicdani bir şuura sahip olmalarına rağmen, karşılarındakilerini görmezden gelir ve reddederler. Başkalarının bilmediğini bildiğinden emin oldukları için gerek akıl gerekse de davranış düzleminde yeni olan karşısında cevapsız kalırlar. Nihai gerçeğe sahip olduklarına inandıkları için kimseye güvenmezler ve kendilerini anlayacak kimseyi bulamazlar. Bu nedenle onun için çözüm, ötekini görmezden gelmek, kayıtsız kalmak, geçmişe hapsolmak ve mevcut gerçekliği reddedip nostaljik rüyanın tadını çıkarmaktır.
İdeoloğun fikirlerinin mutlak hakikati temsil ettiği konusundaki ısrarı, insan düşüncesi için bir gerileme ve insani ilke ve değerler için bir yenilgidir. Bu, farkındalığın yokluğunda ve sadece kabuğa temas edip meselenin özünden habersiz olan bir zihniyetin varlığı, ideolojinin ne derece tehlikeli olduğunu ortaya koyar.