Abdulaziz Tantik
TT

Yeni bir sosyal sözleşmeye doğru -4-

Anlam…
Anlam, insanın varoluş sürecinde sürekli yanında bulunması gereken en temel azık olarak varlık kazanır. Çünkü insan her düşünüş ve ediminde bir anlam arayışını dillendirme ve delillendirme sorumluluğu taşımaktadır. Anlam yoksa saçma bir durum söz konusu olur ki bu da kişinin tanımında ve tanıtılmasında derin bir kırılmaya işaret eder. Şahsiyetin özgüven sahibi oluşu, yapıp ettiklerinde bir anlamın varlığını görmesi ve göstermesinde yatar.
Anlam, hayatın üzerine bina edilen yaşamın kendi varlığının anlamını izhar etmesi bağlamında da kaçınılmazdır. Hayatın beyhude olmadığı tezinin hayat kazanması ise anlam açısından esasa tekabül eder. Anlam; kişinin, toplumsalın, siyasetin, sokağın, kültürün, ticaretin, ailenin, toprağın, eğitimin, terbiyenin vesaire gerekliliğini izah eden en önemli etkendir. Anlamı çekip alırsanız yaşamdan geriye sadece bir fosil yığınağı kalır. Ki bu fosilin bir karşılığının olmadığı da bedihidir.
Bir sosyal sözleşmenin ve bir insanın şahsiyet kazanması bağlamında anlam, bir zorunluluğu işaret eder. Çünkü karşılıklı bir bağı oluşturan sözleşmenin temeli anlama dayalı olma zorunluluğu taşır. Gayesiz, hedefsiz, amaçsız bir sözleşmenin geçerliliği sağlanamaz! Belirli bir güç üzerinden bu sözleşme dayatılsa da karşılığı oluşmayacağı gibi vicdanlarda makes de bulmaz ve reddedilir.
Anlam, hem kişiliğin üzerine bina edileceği şahsiyeti, hem de o kişiliğin ilişki ağını belirlemede temel bir kıstası oluşturur. Anlam, insan söz konusu olduğunda onu çepeçevre kuşatan bütün olay, olgu ve durumlarını kuşatan bir şey demektir. İnsanın aile oluşu, bir topluluk ile birlikte; ister kan bağı, ister değer bağlı olsun ilişkisinin niteliğini, siyasal arayışlarda tarafını, iktisadi tutumlarında tepkisini, savaş ve barış arenasında katılımını, tabii afetlerde tutumunu belirler. Bu temel gerçekliği dikkate almadan bir ilişki ağı oluşturmak mümkün görünmemektedir. Zıttı olan anlamsızlığın üreteceği kabalık, şiddet ve öfke patlamalarının ilişkiye yükleyeceği olumsuzluğu hepimiz günlük hayatımızda tecrübe edinmişizdir.
Farklı anlamlar oluşturulabilir denebilir. Elbette ki anlam derken kastedilen içerik açısından belirli bir anlamı içinde taşıyan demek istemeyiz. Elbette ki farklı anlamlar olacaktır. Ama en temelde anlam bütün farklılıklarına rağmen içinde bir değeri taşıdığı için bu değerin üzerine bir ilişki bina etmeyi kolaylaştırır. Farklı anlamlar bizi ayrıştırabilir, ama aynı zamanda bizi bir birimizi anlamaya yönelterek birlikte var olmanın imkânını sunabilir.
Anlam kendi içinde bir değer taşır. Bu değer ise anlamı hem süreklileştirir ve hem de anlamın somut bir olgu olarak öne çıkarılmasını sağlar. Değer, kendi bağlamı içinde ilişkiyi birbirine bağlayarak bu ilişkinin niteliğini temellendirir. Çünkü değer farklı anlam katmanlarına sahip olsa bile kendi içinde bir ihtiramı taşır. Bir şey değerli ise dikkate değer olandır. Bu dikkate değer olma hali ise kişileri birbirini anlamada ve beraber hareket etmede kolaylık sağlar. Değer, kişilerin birbirini anlama ve tanımada da önemli bir işleve sahiptir. Kişi hayata değer katarak kendi varlığının anlamını bulur. Değer, kişinin özgüvenini sağlama alarak süreklileşmesini sağlar. Bu süreklilik üzerinden anlam sağlam bir temele yaslanır. En temel nokta ise ihtiram üretmektir. Anlam ve değerin ürettiği ihtiram, kişiyi insan kılan temel bir özelliği açığa çıkartır. İnsan olmak, kişiye karşı bir ihtiramı taşımaktır. Bu da ilişkileri naif bir zemine taşır. Bu naiflik insaniliği artırır. İnsanilik ise kin, nefret, buğz ve kıskançlığı azaltarak yokluğa tevdi eder. Bu noktada değer ve ihtiramın bir sosyal sözleşmedeki önemi çok katmanlıdır. Yani sözleşmeye dayanak olacak psikolojik vasatın temelini, değer ve ihtiram açığa çıkartır. İhtiram, kişinin farklı bir değer ve anlama müsamaha ile yaklaşmasını mümkün kılar. Çünkü bir sözleşmede taraf olanların, farklılıkların sözleşmeye zarar ve zaaf oluşturmaması için karşılıklı ihtirama ihtiyaçları olduğu bedihidir. Bu noktada farklı kültür ve medeniyetlerin karşılıklı diyaloga yönelmesinin temelini de kişide insani olarak var olması gerekli olan ihtiram sağlar. İhtiramı ise besleyen değer ve bu değeri içinde taşıyan anlama borçluyuz.
Yukarıda ifade ettiğimiz kavramları içeriğinden bağımsız bir şekilde tanımlıyorum. İçerikleri o kavramların farklılaşmasını sağlar. Ama en temelde anlam, değer ve ihtiram içerikten bağımsız insani bir temele sahip ve birbirini besleyen ve tamamlayan bir özelliğe sahiptir. Bu temel kavramlar üzerine bina edilmiş bir yapı, farklılığa tahammül göstereceği gibi anlayışı da taşır. Bu tahammül ve anlayış ise diyalog kapısını aralık tutar. İşte bu aralıktan ilişkinin farklılıklara rağmen kurulabilmesinin zemini doğar.
Anlamsızlık, değersizliği ve doğal olarak ihtiramı ortadan kaldırır. Anlam, değer ve ihtiram, olumsuz bir kullanıma ait kılınamaz! O yüzden anlamsızlık, değersizliği, değersizlik ise ihtiramsızlığı içinde taşır. O zaman ilişkinin niteliğini güç belirler. Gücün belirlediği yapı ise tek boyutlu bir ilişkiyi dayatır, otoriter ve totaliter olur. Buradan bir sözleşme çıkmaz. Sözleşme tek boyutlu değil birden fazla tarafı olan karşılıklı bir anlayışı içerir. Bu yüzden otoriter bir yapı sözleşmeye taraf olmaz, dayatır. Bu da çatışma ve kaosu belirgin kılar. Bugün içinde var olduğumuz tarihsel koşullarımız bu şekilde biçimlendirilmektedir. Zayıfların ezildiği, çocukların açlıktan öldüğü, yaşlıların yalnızlığa terk edildiği bir sosyal yaşamın sözleşmeye tekabül ettiğini söylemek imkânsızdır. Ortadoğu’nun kan gölüne dönüşmesi, göç eden kişilerin kendi sınırlarına yaklaştırılmaması için devletler tarafından denize dökülmesi vesaire, ülkelerindeki yabancıların evlerini yakma eylemleri bu anlamsızlığın oluşturduğu çatışmanın sosyo -psikolojik zemininin göstergeleridir.
Modernleşme, tek boyutlu bir karakteri dayatarak bütün bir dünyayı/ insanları aynı karaktere dönüştürme arayışı, baskıyı, şiddeti, yok etmeyi, sindirmeyi içinde taşıyor. Buradan bir sözleşme çıkmıyor, çıkmayacak da… Çünkü göreliliğin oluşturduğu anlamsızlığın hem politik olanı, hem iktisadi olanı, hem sosyal olanı ve hem de kişiliğin oluşumunu temellendirdiği için gücün öne çıktığı bir zemini dayatıyor. Medeniyetin bizzat anlamsızlığı ürettiği açıktır.  Yapay zekâ üzerinden anlamın tamamen yokluğa tevdi edilecek bir sistemin varlığını öne çıkartır. Yaşam merkezli vurgu ile hümanizmi devre dışı tutar. Otoriter de olsa insanın var olan anlamını berhava ederek fare ile insanın eş değer oluşunu gösteren yeni bir felsefi zemine doğru hızlı bir akış sağlar. Buradan anlam, değer ve ihtiram üretmek imkânsız iken bir sözleşme üretmek ise hiç mümkün ve makul olamaz!
Yukarıdaki satırlar bize anlamın ne kadar önemliliğini ve gerekliliğini işaret ettiğini gösterir. Anlam, oluşturduğu değer ile ihtiramı içinde mündemiç kılan yapısı ile ilişkiyi mümkün kıldığı gibi bir sözleşmenin varlığını zihne taşır. Bu temel gerçeği dikkate alarak anlamın hem kişi için, hem sosyal yapı için, hem siyasal yapı için, hem de iktisadi yapı için ve hem de hukuki/adalet zemini için kaçınılmaz olduğu kadar barışın da temelini kurar.
Adalet ve barışı ikame edecek olan anlamdır. Anlama bina edilmeyen bir adalet zulüm aracı olur. Barış ise anlamlı ise karşılık bulur. Yoksa ilk anda yıkılır, kaybolur. Adalet ve barış bir sosyal sözleşmenin vazgeçilmezleridir. İnsanın kendi özgürlüğünü anlamlı kılabilmesi için önce kendisine verdiği ihtiram ile adım atar. Değer ile özgürlüğünü garanti altına alır. Anlam ile de özgürlüğünü sağlama alarak tadını çıkarır. Özgürlüğü başıboş, ser seri, amaçsız, hedefsiz bir zemin olarak düşünmek özgürlüğü anlamamakla eş değer bir işleve sahip olur. Anlam özgürlüğümüzün temelini ve teminatını sağlar. Özgürlüğü sadece kendi isteklerini yerine getirme olarak betimlemek, kendiliğinden başkalarının haklarını, özgürlüklerini, isteklerini yok saymak ve çatışmayı zorunlu kılmak anlamına gelir. Bir sosyal sözleşme bu zemin üzerine kurulamaz!
Anlam kendi içinde bir arayışı, bu arayış ise insanın yaşama isteğinin amacını belirgin kılar. Bu arayış üzerine farklılığı muhterem kılar. Çünkü farklılık bu arayışın anlamlı oluşunu ve niteliğini artırır. Başlangıcı anlam olmayan her şey yıkılmaya mahkûm olur. Anlamsızlık sadece yıkımı işaret eder.
Farklılıklara rağmen bir anlam arayışı, kendi anlam arayışı tecrübesi üzerinden her anlam arayışının bir ihtirama sahip olması gerektiği idraki ile bir ilişki ve diyalog zemini kurulur. Bu da farklı anlamlara kapı aralamayı ve birlikte o anlamı yaşarken başka anlamlara da ihtiram gösterilerek birlikte var olmayı mümkün kılar. Bu da bir sözleşmenin bel kemiğini oluşturur.
Yeni bir sosyal sözleşme anlama bina edilmeli ve bir anlamı taşımalıdır. Bu anlam aynı zamanda farklı anlamları da içinde var kılmaya matuf olmalıdır. Böylece barış içinde her insan ve topluluk kendi anlamını yaşarken başka kişilerin anlamını yaşama isteğine saygılı olarak var olmasına gönüllü desteğini esirgememelidir ki böylece yeni bir sözleşmenin başlangıcını kurma zemini inşa edilebilsin…
Denge anlam üzerinden sosyal sözleşmeyi garanti eder. Anlamın dengeye olan ihtiyacı, mutlaklaştırmayı engellemesi ve kendisine tanıdığı hakkı diğeri içinde var saymasının imkânı oluşudur. Bu yüzden denge, anlamın varlık sahasına çıkmasının önündeki engelleri ortadan kaldırırken tek taraflı bir hak yerine çok taraflı bir anlam ve hak arayışını önceler. Denge barışın teminatı, anlamın varlık kazanması, değerin itibarını artırırken, ihtiramın önemini ise aşikar kılar…