Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Başkent Cezayir!

Cumhurbaşkanı Buteflika’nın yönetimden ayrılmasından bu yana ne Cezayir’in içinden geçtiği şartlar ne de 2 milyon kilometrekareyi geçen -ki bu da Cezayir’i yüzölçümü bakımından en büyük Arap devleti yapıyor- geniş yüzölçümü, burada istikrarsız bir hükümetin varlığına katlanabilir.
Zira 12 Haziran’da Cezayir’de yapılan parlamento seçimlerinde, geçmişi bağımsızlık süreciyle bağlantılı olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) dahil hiçbir parti, tek başına hükümeti kuracak mutlak çoğunluğu elde edemedi.
UKC, meclisteki sandalye sayısının yaklaşık dörtte birini kazanırken başta Barış Toplumu Hareketi olmak üzere İslami partiler de meclisteki sandalye sayısının dörtte birini elde etti. Öte yandan mecliste geriye kalan sandalyelerin yarısı ise bağımsızlara ve seçimlere katılıp tek başına hükümet kurmak ya da en azından diğerleriyle koalisyon oluşturmak isteyen diğer partilere dağıtıldı.
Böylece Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun, kazanan partilerden ve bağımsızlardan oluşan karmaşık bir bileşenle karşı karşıya kaldığını görecek. Bu durum, karmaşık; çünkü tek başına yeni hükümeti kurma görevini üstlenebilecek bir parti bulunmuyor. Zira yeni hükümet, diğer partilerle koalisyon oluşturularak kurulabilecek.
Bu durumda elimizdeki bu canlı tecrübe, sandalye sayısının yarısından bir fazlasını kazanan tek bir partinin kuramayacağı hükümetin, tehlikeye maruz kalmış bir hükümet tecrübesi olduğunu gösteriyor. Bu tecrübe, insanların sorunlarını çözmek için harcayacağı zamandan daha fazlasını, oluşturulacak koalisyonu muhafaza etmek için harcayan bir hükümet ortaya çıkaracak.
Elimizde Cezayir’le sınırdaş olan Tunus’taki hükümet tecrübesi varken neden uzağa gidiyoruz ki? Zira İslami eğilimli Nahda Hareketi, son parlamento seçimlerinde çoğunluğu elde etti. Fakat bu çoğunluk, tek başına hükümet kurmasına olanak tanımayan nispi bir çoğunluktu. Bundan dolayı Nahda Hareketi’nin, hükümeti kurmak için bir veya birden fazla partiyle koalisyon yapması gerekiyordu. Zaten öyle de oldu. Çünkü Nahda Hareketi’nin önünde başka bir alternatif bulunmuyordu.
Gerçekten de hükümet bu şekilde kuruldu. Ancak kısa bir süre sonra bu hükümetin ardından yeni bir hükümet daha geldi. Daha sonra siyasi olarak felce uğramış gibi duran mevcut Hişam el-Meşişi hükümeti ortaya çıktı. Öyle ki bu hükümet, halkına sunması gereken şeyleri sunmak için neredeyse bir adım ileriye gidemedi. Hatta hükümet, birçok sebepten ötürü geriye doğru gidiyor. Bunun en önemli sebebi ise mevcut hükümetin, mutlak çoğunluğa sahip bir parti hükümeti olmamasıdır.
Tunus’taki kardeşlerimiz, tam 10 yıl önce Yasemin Devrimi’nin Zeynelabidin bin Ali’yi yönetimden uzaklaştırdığından beri hükümetin, siyasi tartışmaların önüne geçip insanların yararına olan şeylere yoğunlaşamadığı için rahatsızlıklarını dile getirdi.  
Tunuslular, kendilerini zor durumda gördükleri için bu durumdan rahatsız oldu. Tunusluların kendilerini Kartaca Sarayı’ndaki cumhurbaşkanı ile el-Kasaba Sarayı’ndaki başbakan arasında meydana gelen yetki çekişmesini izlerken ya da Zeynelabidin iktidarının ihtişamlı döneminde karşılaşmadıkları ekonomik sıkıntılarla karşılaşırken bulmalarından daha kötü ne olabilir?  
Cezayir nüfusunun yaklaşık üçte biri nüfusuna sahip olmasından ve Cezayir’in binlerce kilometrelik yüzölçümünden çok daha küçük olmasından dolayı Tunus, bu tür bir duruma katlanabilir. Unutmamalıyız ki seçimi kazanan partilerin oy oranlarına göre değil de “Bağımsız Teknokratlar Hükümeti” esasına göre kurulmasına rağmen Meşişi hükümetinin durumu bu.
UKC, hükümeti kurmak istediği zaman bunu tek başına gerçekleştiremeyecek. Nitekim UKC’nin kendisine mutlak çoğunluğu sağlayan başka bir partiyle koalisyon yapması gerekecek. Ancak koalisyon yapmak da son adım değil. Çünkü UKC, tek başına iktidara gelebilecek çoğunluğu elde ettiğinden -ki herkes, bu partinin çoğunluğu elde edemediğini biliyor- dolayı değil, aksine önceden uzun süre ülkeyi yönettiğini unutamamasından ve yönetim konusunda uzun bir tecrübeye sahip olmasından dolayı zihninde yönetime daha uygun olduğu düşüncesiyle hareket edecek.
Cumhurbaşkanı Tebbun, UKC’yi diğer partilerle koalisyon yaparak hükümeti kurmakla görevlendirdiği zaman ortaya çıkacak tablo veya sorun işte bu. 
İçinde bulunduğu şartlar ve geniş sınırlarıyla Cezayir, bir sürü meseleye ve ülkenin arka bahçesinde istediği gibi hareket eden terör meselesine vakit ayırmadan istikrarsız bir hükümetin varlığına katlanabilir mi?  Zira ülkenin arka bahçesinde sahil ülkeleri, Çad ve Moritanya yer alıyor.
UKC ve başta Barış Toplumu Hareketi olmak üzere İslami partiler arasında koalisyon yapılabilir. Taraflar arasındaki siyasi anlaşmazlığa rağmen bu mümkün. Fakat kurulması halinde bu koalisyon, sorunlar için çözüm olmak yerine kendisi sorun olmaya devam edecek.
Çünkü İslami Partiler, herhangi bir tarafla koalisyon yapmadan tek başına hükümeti kurmasını garantileyecek mutlak çoğunluğu elde edebileceğini düşünerek seçim yarışına girdi. Seçimden önceki süreçte Barış Toplumu Hareketi’nin lideri Abdurrezzak Mukri’nin bu minvaldeki sözlerini takip ettik ve okuduk.
Umduğu ve beklediği gerçekleşmeyince Mukri, medya organları aracılığıyla seçim sürecinin şeffaflığından ve dürüstlüğünden şüphelendiğini dile getirmeye başladı. Öte yandan Mukri’nin ve diğer İslami partilerin, Cumhurbaşkanı Tebbun’u seçimin meşruiyetini korumak için müdahalede bulunmaya çağıran sözlerini okuduk.
Cezayir’deki düşünce şu: Belki de UKC’nin yıllardır yönetime hâkim olduğu dönemin geçtiğini, özellikle Buteflika sonrası süreçte aynı keyfiyetle hareket etmenin mümkün olmadığını ve bir parti olarak yönetim konusunda uzlaşmak suretiyle diğer partilere kucak açması gerektiğini anlaması gerekiyor.
UKC’nin meclisteki sandalye sayısının dörtte birini kazanması, birçokları için bir nevi sürprizdi. Zira onlar, Buteflika döneminin sona ermesiyle birlikte bir parti olarak UKC’nin ortadan kaybolacağını zannetmişti. Bunun için UKC, sandalye sayısının dörtte birini kazanmış olsa bile bu durum, onun geçmişte olduğu gibi yönetim konusunda tek başına hareket edebilmesini değil de sahada var olabilme potansiyelini göstermektedir.
Yine Cezayir’deki düşünce, İslami partileri şu gerçeği anlamaya çağırıyor: 1990’lar ile 2000’li yılların başına kadar olan 10 yıllık süreç geçmişte kaldı. Artık Cezayir seçmeninin mizacı, söz konusu 10 yıllık karanlık süreçte yaşananların yeniden yaşanmasına elverişli değildir. Nitekim Cezayir halkı, diğer olayları değil de o 10 yıllık karanlık süreci hatırlıyor. Yine Cezayirliler, o karanlık sürece geri dönmeye asla hazır değil gibi.
İlan edilen seçim sonuçlarıyla ilgili düşünce ise şudur: Hiç kimse, yönetime ortak olmak dışında başka bir alternatife sahip değil. Muhalefet pozisyonunda seçimi kazanan herhangi bir parti, yönetime ortak demektir. Çevremizde yönetimle ilgili tecrübeler bunu söylüyor.
Genellikle biz, dünyanın bu bölgesinde muhalefetin yönetimin bir parçası olduğunu dile getiriyoruz. Fakat öyle görünüyor ki bu, bölgemizdeki gerçeklere inanarak değil de bölge dışındaki yönetim tecrübelerine bakarak dile getirdiğimiz bir söylemdir. Bu söylemi, bölgemizdeki gerçeklere inanarak dile getirseydik, başta başkent Cezayir olmak üzere bölgemizin birçok başkentinde durumlar istikrara kavuşmuş olurdu.