Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Hamaney ve Esed demokrasisine evet, Körfez demokrasisine hayır öyle mi?

İran neden dünyanın sandık gününden önceki haftalarda her gün hazırlanma aşamalarını izlediği bir cumhurbaşkanlığı seçimlerini yapmakta diretti?
Seçim sonuçları seçimlerden haftalar önce belli olmuştu. Nedeni de son 40 yılın en düşük katılım (yüzde 48) oranına tanık olan bir seçimde seçilen aday İbrahim Reisi'nin ezici popülaritesinden ziyade rejim lideri “Rehber” tarafından uygulanan organize ve sıkı hazırlama süreci.
Ali Hamaney, başlangıçta sürprizlere meydan vermemek için aday listelerinin “sterilizasyonu” aşamasını denetledi.
Seçimlerden önceki birkaç gün içinde bazı adayların geri çekilmesi ile Reisi’nin zaferinin önünü açtı.
Yarışın sonunda da, İran devrim rejiminin hayatının bir sonraki aşamasına yönelik yarı yarıya açıklanmış vizyonuna göre Reisi’yi cumhurbaşkanı yapma hedefine ulaştı.
Bu vizyon, Rehber’e sadık ve rejimin cumhuriyetçi bileşenlerinden ziyade İslamcı bileşenlerine daha yakın ideologlardan bir İslamcı hükümetin kurulmasını içeriyor. Ayrıca Hamaney sonrası İran için bir yol haritasının geliştirilmesini kapsıyor.
O halde olup bitenler, seçim adını alan bir atamadır. Kurumlar devleti sıfatını sahiplenen bir birey rejimidir. Demokrasi sıfatını kendisine mal eden kapalı bir rejimdir.
Yine de İran, mevcut tüm araçlarla İranlılara, Arap dünyası ve dünyaya, yorumcuların övmekte ve kalitesinin ABD başkanlık seçimlerini aştığını vurgulamakta aşırıya kaçtığı bir cumhurbaşkanlığı seçimleri düzenlediğini bildirmeye önem verdi.
Yine Suriye'de Beşşar Esed, istediği emrivakiyi dayatmakta ısrar edebilirdi, ancak dünyanın çoğunun kabul etmediği cumhurbaşkanlığı seçimlerinde diretti.
İran'da olduğu gibi, ekranlarda ve gazetelerde yorumcular bu “demokrasi şöleni”ni öve öve bitiremediler.
Seçim günü, sanki gerçek bir seçimle karşı karşıyaymışız gibi rejim yanlılarının elindeki tüm araçlarla takip edilip sunuldu. Peki, Hamaney madem tam olarak bunu yaptı, neden doğrudan bir cumhurbaşkanı atamadı? Hiç kimse onun meşruiyetini ciddi olarak kabul etmeyecekse, Esed neden emrivakiden aldığı güçle görev süresini uzatmadı?
Bir noktada Hamaney ve Esed’in son derece sefil bir versiyonunu sunarak demokrasi fikrinin kendisiyle alay ettikleri söylenebilir. Bu versiyon dünyaya ve halklarına öncelikle şunu söylüyor; işte Batı'nın işlerimize karışmak için başvurduğu demokrasi bu, onu manipüle etmenin ve amaçlanan şeyi elde etmek için hile yapmanın ne kadar kolay olduğunu görebilirsiniz. Yani demokrasi düşüncesinin bizzat demokratik araçlarla törpülenmesiyle karşı karşıya bulunuyoruz.
Bir diğer noktada, Batılı yazar ve entelektüeller, Batı'daki siyasi öze bir övgü dalgasına katılabilirler. Diktatörlerin demokrasiden yardım almalarının, demokrasi fikrinin bir zaferi ve günümüz dünyasında sahte seçimlerle uygulansa dahi demokrasinin tek siyasi meşruiyet kaynağı olduğunun kesin bir kabulü olduğunu söyleyebilirler.
Bu fikrin kökleri, Francis Fukuyama'nın Berlin Duvarı'nın yıkılışının ve Sovyetler Birliği'nin çöküşünün tarihin sonunun habercisi olduğunu deklare ettiğinde vardığı daha derin bir fikirde yatıyor. Yani Fukuyama’ya göre demokrasi, insani siyasi düşüncenin gelişiminin son aşaması, kamu işleri ve meşru otoriteyi yönetme sisteminin nihai biçimidir.
Paradoks, Hamaney ve Esed'in iki hususun göze çarptığı bir anda seçimlere gitmeleridir.
Birincisi, bizzat seçimlerin örtmek yerine daha fazla ortaya çıkardığı gibi rejimleri, İran ve Suriye içinde gerçek bir meşruiyet krizinden mustarip.
İkincisi, birinci kalesi Washington’dan Sovyet sonrası Doğu Avrupa demokrasileri, İsrail ve dünyanın en büyük demokrasisi Hindistan’a kadar demokrasi fikrinin ününün ciddi bir kan kaybı yaşaması.
Lübnan'da ve büyük ölçüde Filistin topraklarında 2007'den bu yana olduğu gibi, kalkınmayı engelleme, ekonomik yapıları vurma ve kurumsal felci uzatma düzeyinde demokrasinin bölgedeki korkunç sonuçlarından çekinmeden bahsedilebilir.
Mısır'a gelince, ülkenin 2020'de tanık olduğu seçimler, listelere girmek için yaşanan yoğun  rekabetle farklılaştı. Koltukların yüzde 87'sinden fazlası için ikinci tur seçimler düzenlendi ki bu da rekabetin yoğunluğunun bir kanıtı.
İran'daki isteksizliğin aksine, bu seçimlere katılım coşkusu açıkça 30 Haziran Devrimi rejiminin, geniş çaplı ve çok boyutlu kalkınma projesiyle birlikte halk nezdindeki meşruiyetinin kökleştiğini gösterdi.
Öte yandan, Ortadoğu'daki diğer ülkeler, özellikle de Körfez ülkeleri için demokrasi, hiçbir zaman siyasi rejimin meşruiyetini pekiştirmek için bir araç olmadı. Bu ülkelerde siyasi rejim, toplumun yapısı ve iktidar sistemi fikrinin kökeni ile ilgili sosyal, kültürel ve politik özellikler, aile ve aşiret meşruiyetinin kaynakları üzerindeki genel uzlaşı hakkında her türlü konuşma hakkına sahip.
Burada, demokrasi başlığının parıltısı altında yitirilmemesi gereken kamu yönetimi, kalkınma ve idare yollarının yönetim mekanizmaları için çeşitli öneriler, otomatik ve birleşik bir şekilde bu yönde bir baskı ile karşı karşıya bulunuyoruz.
İşin aslı şu ki, Batı'nın ve bilhassa Washington'un bu konuda, özellikle de liberal demokrasi küstahlıkta kötü bir itibarı ve namı var. Eski ABD başkanı Barack Obama yönetiminin çelişkili tutumunu buna örnek verebiliriz.
Mısır’da protestoların patlak vermesinden sonra Obama’nın kendisi aceleyle ve alenen dönemin Mısır devlet başkanı Hüsnü Mübarek'ten istifa etmesini talep etmişti.
Bu da, gerçek yönleri netleşmeden, İhvan’ın büyük bir verimlilikle uyguladığı, onu iktidara taşıyan ve neredeyse Mısır'ı Sünni bir İran'a dönüştürecek olan “arkadan liderlik etme” yöntemi ortaya çıkmadan önce Mısır halk hareketine korkunç bir ivme kazandırdı.
Diğer yandan; Hamaney'in doğrudan kontrolü altında eski devlet başkanı Mahmud Ahmedinejad lehine seçimlerin manipüle edilmesinin ardından "Yeşil Devrim" patlak verdiğinde, Washington, İran halk hareketini kirletmemek, bastırılmasına hazırlık olarak Amerikan damgası yemesini kolaylaştırmamak bahanesiyle müdahaleden uzak durmuştu.
Obama, Mısırlı protestocuların “Amerikancılık” damgasını yemesi ihtimalini umursamazken, İran söz konusu olduğunda neden böyle bir kaygıya kapıldı? Basit ve doğru cevap, bunun esasında yalan bir gerekçe olduğudur.
Obama’nın o sırada uzak durmasının nedeni, yönetimi ile Hamaney arasında nükleer programla ilgili yürütülen gizli görüşmeleri korumak amacıyla İran'ın iç işlerine karışmamaktı!
Obama'nın tutumu, 40 yıldan bu yana yaşanan en onurlu İran halk devriminin diri diri gömülmesine katkıda bulundu. Mısır'a yönelik tutumu ise, en büyük Arap ülkesini neredeyse siyasal İslam'ın tekerlekleri altında ezecek yolları açtı.
Demokrasi Ortadoğu'da siyasi ve toplumsal değerlendirmelerin girişi değil, en azından tek kriter değil. Önceden hazırlanmış seçimler derecesinde çarpıtılan İran “demokrasisi”, rejimin İran'daki meşruiyet krizini kamufle etmiyor.
Öte yandan, özellikle Körfez rejimlerinde demokrasinin yokluğu gibi görünen husus, önemli Körfez başkentleri tarafından sunulan iyi yönetişimin saygınlığını ve prestijini ortadan kaldırmaz, bu rejimlerde yönetimin sahip olduğu meşruiyeti azaltmaz.
İşte Batı’nın anlamadığı budur. Oysa bu bölgede iyi yönetişim ve sürdürülebilir kalkınma refahının önünü açan verimli ilişkiler kurmak için bunu anlamak kaçınılmazdır.
Bu bölgede iyi yönetişim ve sürdürülebilir kalkınmanın kapısı mutlaka seçimler, şurada veya burada bir bireyin hikayesine dayanan özgürlük baloncukları ya da siyasal İslam'ın dünyanın bu bölgesindeki toplumların ve devletlerin kimliğinin özü olduğunu dillendiren oryantalist yanılsamalar değildir.