Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Akılla bakmak, kalple duymak

"Aklınla bak/gör çünkü göz yalancıdır, kalbinle duy, zira kulak haindir/yanıltır."
Herkesin bildiği gibi insanın bilgi kaynaklarından birisi de duyularımızdır. Bunların başında da görme ve işitme duyuları gelmektedir. Bu duyuları almamızı sağlayan göz ve kulak önemlidir. Duyuların sağlıklı olması için duyu organlarının da sağlıklı olması gerekir. Duyu organları sağlıklı olduğu halde aktardıkları veriler her zaman doğru mudur? Eğer doğru ise, yanlış görmüşüm-yanlış duymuşum gibi ifadeleri nasıl anlamamız gerekir? Ya da “gözleri var görmezler-kulakları var işitmezler” nitelemeleri ne anlama geliyor?
Gözün görme olayı karmaşık bir şekilde gerçekleşir. Pek çok etmen vardır görme olayında. Görme gerçekleşebilir ama kişi ne gördüğünü algılayamayabilir. İşte sorun buradan kaynaklanabilir. Ne görüldüğünü kavrayabilmek beyin yoluyla yapılan bir işlemdir. Göz görür beyne sinyal verir, bu noktadan sonra işlem beyin merkezindedir. Gördüğünü anlayabilme ve ne gördüğünü bilme beyin süreçleriyle gerçekleşir.[1] Benzer durumlar kulak için de geçerlidir. Meselenin fiziki yönünü bu şekilde ifade etmek mümkündür.
Göz ve kulak sağlıklı olduğu halde ilettikleri verilerde sıkıntı varsa veya veri iletmiyorlarsa meselenin manevi ve mecazi yönü devreye giriyor demektir. Bu yönü ise vahyin verdiği bilgiler ışığında anlamak doğru sonuçlara ulaşabilmek için elzem bir durumdur.
İşitir ve görür olarak göründüğü halde işitmeyen ve görmeyen kişilerle ilgili el-‘Araf suresi 198. Ayette şöyle buyrulur: “Sen onları ne kadar doğru yola çağırsan da, hakîkat karşısında kör ve sağır kesilen bu insanlar çağrına kulak vermezler; sana baktıklarını sanırsın, fakat gerçekte hiçbir şey göremezler.”
Ayette ifade edilen görmeme aklın bu duyuların aktardıklarını düşünmemesi, kalbin onları hissetmemesidir. Zira veriyi yorumlayacak, oradan çıkarım ve sonuç elde edecek merkez akıl ve kalptir. Dolayısıyla ayette geçen “nazar ve basar” kelimelerini doğru bir şekilde anlamlandırmak önemlidir. Zira gözün yaptığı iş nazar iken, gözün yaptığı şeyin anlamlı bir görüntüye ve anlamlı bir sonuca dönüştürülmesi işi “basar” dır ve onu gerçekleştiren göz değil kalptir.
Fiziki olarak kulak ve göz arızalansa dahi akıl ve kalp sağlıklı ise hakikat duyulur ve görülür. Bu nedenledir ki yüce Allah kulak ya da gözün işlememesinden daha kötü ve sıkıntılı olanın gönüllerde ki gözlerin işlememesi olduğunu haber verir: “Peki, yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, bu ibret verici manzaraları görsünler de, düşünebilecekleri bir akla, gerçeğin sesini duyabilecekleri kulaklara ve doğruyu görebilecekleri gözlere sahip olsunlar? Çünkü unutmayın ki, sadece kafalardaki gözler kör olmaz fakat asıl gönüllerdeki gözler kör olur.” (el-Hac 22/46)
Kulak, göz, akıl ve kalbin koordineli ve sağlıklı bir şekilde birlikte çalışması gerekir. Kulak ve göz, fiziki olarak sağlıklı çalışsalar bile akıl ve kalp doğru çalışmazsa istenilen netice elde edilmeyecektir. Ancak kulak ve göz, çalışmadığı halde akıl ve kalp çalışırsa istenilen sonucu elde etmek mümkündür.
En kötü durum ise bunların hepsinin işlevlerini yerine getirmemeleridir. Bu durumda olanları vahiy şöyle tanımlar: “Yemin olsun ki (akıl eden) kalpleri olmasına rağmen anlamayan, gözleri olmasına rağmen görmeyen, kulakları olmasına rağmen duymayan, sadece hayvanlar gibi, hatta daha da şaşkın bir hâlde bulunan* ve sonunda habersizmiş gibi davranan pek çok cin ve insanı cehennem için hazırlamışızdır.” (el-‘Araf 7/179). Bu ayette ifade edilmek istenen temel husus, gerçeğe itibar etmemek, hakikati görüp dinlememek “sebep”, cehenneme gidiyor olmak ise “sonuç”tur.[2]
İlahi çağrıya muhatap olduğu halde ona kulak vermeyenlerin durumu şöyle anlatılır: “O inkârcıların durumu, tıpkı çobanın çağrısını işittiği hâlde, bu sözleri anlamsız bir ses ve gürültü olarak algılayan sürünün durumuna benzer: Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Çünkü akıllarını kullanmıyorlar.” (el-Bakara 2/171)
İnsana verilen bu araçların öğrenme konusunda fayda sağlaması için bu araçlara sahip olan kişinin; bu konuda istekli olması gereklidir. Zira “Gerçek şu ki, kalben ölülere sesi duyurmak ve ne kadar çaba gösterilse de, gerçeklerden yüz çevirip arkasını dönen sağırlara çağrıyı işittirilemez.”[3]  Yine aynı şekilde içinde bulunduğu konum sebebiyle anlamaya uygun olmayan kişiler de kendilerine söylenilenden veya gördüklerinden yararlanamazlar; “Rabb’inin mesajına kulak tıkayan sağırlara sen mi hakkı duyuracaksın? Yâhut gözleri görmeyen, apaçık bir sapıklık içinde bocalayan kimseleri sen mi doğru yola ileteceksin?” (ez-Zuhruf 43/40)
Akıllarını kullanıp, işitip gördüklerini hidayetleri için kullanmak istemeyenlere kimse yardım edemez. Zira manen sağır ve kör olmuşlardır: “İçlerinde, Kur’an okurken seni görünüşte dinleyenler de var fakat kendi vicdanlarını önyargı zincirleriyle mahkûm etmiş olan bu “sağırlara” sen mi Hakîkati  duyuracaksın, eğer akıllarını kullanmıyorlarsa? Yine içlerinde, sana güya bakanlar da var fakat gözlerinin önündeki gerçeği göremeyen bu “körlere” doğru yolu sen mi göstereceksin; eğer sezgileriyle göremiyorlarsa?” (Yunus 10/42-43)
Akılla bakmayan kalple duymayanlar ise yaratıkların en kötüsü olarak nitelenirler zira bunlara her türlü delil ve ayet sunulsa bile onu görmezler. “Allah’a göre yaratıkların en kötüsü, aklını kullanmayan ve bu yüzden de hakîkat karşısında sağır ve dilsiz kesilen kimselerdir!” (el-Enfal 8/22)
Bütün bunlar hakikate karşı kör, sağır ve dilsiz olunmaması gerektiğini hatırlatmak içindir. Görülen, duyulan ve akledileni ortaya koymak ve gereğini yapmak ise inandığını söyleyen herkesin görevi ve sorumluluğudur. Bu sorumlulukla hareket edilmediğinde ise duyulan ve görülen şeyler sadece insanın hakiketten kaçışını artıracaktır.[4]

[1] https://www.optikgazete.com/gundem/goz-yanilmasi-nedir-nasil-olur-h5276.html (Erişim 20.04.2021)
[2] Mehmet Okuyan, Meal
[3] en-Neml 27/80
[4] Nuh 71/5-6