Hamad Macid
TT

Batı'daki LGBT ve Müslüman azınlıklar

“İngiltere'deki Müslümanlar, LGBT’liler, biseksüeller ve transseksüeller, bizi ayıran şeylerden daha çok ortak noktamız olduğunu biliyorlar. Nefret ve bölünmenin toplumumuzda yeri olmamalı.”
Bu, İşçi Partisi Milletvekili ve Gölge Göç Bakanı İngiliz dostumuz Afzal Khan’ın yakın zamanda twitter hesabı üzerinden yaptığı bir paylaşımdır. Bu tweet, İngiltere içerisindeki ve dışındaki bazı Müslümanlar arasında birtakım çekincelere sebep oldu.
Soru şu: Parlamento ve hükümet pozisyonları için rekabet etmeye karar veren ve bununla birlikte siyasi- demokratik oyunun kurallarına göre oynamaya razı olmuş Avrupalı ​​Müslümanlar, gerek eşcinsel evlilik gibi partilerinin tartışmalı konuları destekleme politikasını açıkça veya ima yoluyla desteklemek gerekse de kişisel inançlarına uymayan bazı yabancı siyasi pozisyonlarda taraf tutmak gibi konularda gerçekten bir sorun yaşıyorlar mı?
Bu yazının amacı bu gibi çetrefilli problemlere cevap vermek değil; bilakis Batı ülkelerindeki Müslüman azınlıkların yaşadığı karmaşık koşullara ilişkin bir farkındalık yaratmaktır. Özellikle siyasi, hukuki, adli ve hatta basın sahnesine dahil olmanın yanı sıra Müslüman azınlığın beklentilerini gerçekleştirmek için azami çabayı göstermeye karar veren kimseler için sorun daha karmaşıktır.
Milletvekili dostum Afzal Khan'a saldıranların çoğu, makamları, parlamentoları ve kurumlarıyla siyaset dünyasına girmenin yüksek bir bedel istediğini ve buna karşılık siyasi katılımdan vazgeçmenin bedelinin ise daha ağır olduğunu gözden kaçırdılar. Bütün askeri, güvenlik, eğitim, medya, sosyal stratejilerin yanı sıra insan hakları politikaları, iç-dış politikaların formülasyonu, Müslüman azınlıklar üzerinde doğrudan etkisi olan Arap ve İslami meselelerdeki pozisyonlar, “Batılı politikacılar, hukukçular, basın mensupları ve ekonomistler” tarafından belirlenir ve servis edilir. Müslüman azınlıklar, söz konusu aşçıların arasına girmedikleri takdirde sofrada et suyundan bile mahrum kalırlar. Batı'daki Yahudi azınlıklar, bu gerçeği fark ettiler, siyasi arenaya girdiler ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki taleplerinin birçoğunu elde etmeyi başardılar.
Batılı partilerden milletvekili ve hatta hükümet yetkilileri olan Müslüman politikacıların pozisyonlarının çoğu, bana göre kişisel kanaatlerinden değil, aksine ‘parti mensubiyetinin dayattığı’ bir pragmatizmden kaynaklanmaktadır. Nitekim siyasi oyunun şartlarından biri de, Müslüman politikacının partisinin ya da hükümetinin gündemiyle özdeşleşmediği sürece bakanlık, parlamento ve diğer adaylıkları kazanmasının mümkün olmamasıdır. Burada, Müslüman politikacının kişisel kanaatleri ne kadar farklı olursa olsun ya da Müslüman azınlıklar tarafından ne kadar karşı çıkılırsa çıkılsın durum budur.
Dolayısıyla Batı’daki Müslüman politikacıların her tutum, pozisyon ve açıklamaları ele alınırken sadece zahire bakılmamalıdır. Aksine durum göründüğünden daha karmaşıktır. Bununla birlikte açıklamalarım, Müslüman politikacıların her konuda benimsemiş oldukları tutumlarını haklı çıkarmak amacı taşımıyor; bilakis amacım, onların takındıkları pozisyonların koşullarını, öncüllerini ve karmaşıklıklarını anlamaya çalışmaktır.
Siyaset, hukuk, basın, ekonomi, adalet ve eğitim dünyasına girmelerinin nasıl ve ne kadar faydası olduğu hakkında uzun uzadıya tartıştığım İngiltere’deki Müslüman azınlık liderlerinden bazıları, bazı dengeler tarafından dayatılmasıyla verilen tüm tavizlere rağmen bu yarışa girmek gerektiğine inanıyorlar.
“Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur” ilkesi bu yaklaşımı güçlendiriyor.