Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Çin kutlaması

Çin, Arap tarihinde monarşinin işgal ve mücadele ile tek bir pakette karıştığı liberal evrenin anılarıyla başlayan çeşitli tarihsel deneyimler yaşayan bizim kuşağımızın tarihinde hep yakın bir ülke oldu. Liberal evreyi cumhuriyetin birlik, sömürgecilik ve İsrail ile mücadeleyle karıştığı milliyetçilik olayları takip etti. Evrelerden birinde farklı sosyalist felsefe türleri, politik akıl yürütme ve teori üretimine yerleşmiş gibiydi.
Çin tam da bu noktada tanınmış bir uluslararası figür olarak ortaya çıktı. Çünkü her şeyden önce sömürgecilik karşıtı bir ülkeydi. İkinci olarak, Filistin’in haklarının bir destekçisiydi. Üçüncüsü, Marksist teorinin yenilikçi yönünü temsil ediyordu. Lenin insanlığın kurtuluşunun ve ilerlemeye doğru yürüyüşünün lideri olarak işçi sınıfını görüyordu. Mao Zedong ise köylüyü ön plana çıkarıyordu. Kahire'de altmışlı yıllar boyunca düzenlenen kitap fuarlarında her zaman Mao'nun yazılarıyla, özellikle de sözlerinin ve özdeyişlerinin birçoğunun yer aldığı Kırmızı Kitap ile tıka basa dolu bir Çin standı olurdu. Bundan sonra dünya, onunla birlikte de Çin de değişti. Ama çok daha hızlı bir şekilde…
Dünyada Soğuk Savaş dönemi ve onunla birlikte Sovyetler Birliği sona erdiğinde değişim yolunda devam eden Çin, küreselleşmenin doğurduğu fırtınalarla ve felaketlerle başa çıkmakta Moskova’daki yoldaşı, kimi zaman da müttefiki eski sosyalizmden daha muktedir göründü.
Pekin'in dünyanın diğer süper gücü konumuna yerleşmek için, kendisini hedef seçen eski ABD başkanı Donald Trump'a pek ihtiyacı yoktu. Ekonomik gelişimi, küresel tedarik zincirlerindeki merkezi konumu, uluslararası projesi “Bir Kuşak, Bir Yol” ve uzay alanı tda dahil olmak üzere teknolojik yaratıcılık ve icatlarda artan yükselişi ile dünya sahnesinde zaten görünür haldeydi ve ışıyordu. Çin, koronavirüs fırtınasını Washington tarafından suçlanarak geçirdi. Daha sonra Washington ile Pekin arasındaki gerilim doruk noktasına ulaştı ve yeni bir “Soğuk Savaş” hakkında konuşmalar başladı. Ama bu kez yeni olan, büyük uluslararası denklemde Moskova'nın yerini Pekin'in almasıydı. Keza Soğuk Savaş'ın daha önce bildiğimiz silahlanma yarışı ve vekalet savaşları özellikleri de mevcut değildi.
Çin bu ayın başında Komünist Parti'nin kuruluşunun 100’üncü yıl dönümünü kutladı. Bunda bir hatırlatma da vardı: Her ne kadar kendisine özgü bir “sosyalist” veya “sosyal piyasa ekonomisine” dayalı bir ülke olduğu söylenirse söylensin Çin en azından resmi olarak halen komünist bir ülkedir.
Gerçek şu ki Çin, ne Romalıların hukukunu, ne Anglo-Saksonların liberalizm ve kapitalizmini, ne de Sovyetlerin sosyalizmini taşımıyor. O, bir yandan dünyanın orta ve ileri endüstri arayışı içinde kendisine yöneldiği bir "Orta Krallık" olmak, diğer yandan da yalnızca kimsenin kendileri üzerindeki egemenliğini uluslararası hukuk çerçevesinde nasıl yasallaştırdığını bilmediği Güney Çin Denizi'ndeki yapay adalar üzerinden genişlemek istiyor. Çin buna nasıl ulaştı? Bu, kutlama yapan Çin’in yanı sıra seyreden dünyanın da düşünmesi gereken bir mesele ve düğümdür. ABD’nin Biden yönetiminde yaşadığı kafa karışıklığının sebebi de bu olabilir. Nitekim ABD Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Kılavuzu’nda, “Çin’in açık ve istikrarlı bir uluslararası düzene sürdürülebilir bir meydan okuma oluşturmak için ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik gücü birleştirme kudretine sahip tek potansiyel rakip olduğunun” vurgulanmasının gerekliliğinden bahsedildi.
Tarihsel dünya gelenekleri açısından komünist Çin ortaya çıktığında, Tayvan, Hong Kong ve Makao kendisinden koparılmıştı. Bunlar, Çin tarafından terk edilmeyen ve Ortadoğu terimleriyle gasp edilmiş topraklardı. Ancak Çin, Mao Zedong döneminde bile topraklar için bir savaşa girmedi. Deng Şiaoping’in liderliğe gelmesiyle birlikte Çin, özü iç inşaat sürecinin mutlak öncelik olduğu bir "stratejik çaba" aşamasına girdi. Çinli liderler iki hususa direnmeye önem verdiler. Bunlardan ilki, Çin’in gelişmiş ve ileri bir ülke olduğu düşüncesi. Bunun aksine Çin’in yoksul bir üçüncü dünya ülkesi olduğu ve uluslararası ekonomik forumlarda kendisine bu temele göre davranılması gerektiğinde ısrar edildi. İkincisi, Çin’in büyük güç statüsüne ulaşmaya çalışmadığı mesajı vermek. Bu mesaja göre bölgesel sorunlarına rağmen Çin; Hong Kong, Makao ve Tayvan sorunları ile sınır anlaşmazlıkları ve adalar konusundaki ihtilaflarda olduğu gibi bunları da cömertçe barışçıl yollarla çözmeye çalışıyor. Çin, devletin biri Komünist Parti yönetimine, diğeri Batı demokrasisine dayanan iki sistem üzerine kurulu olmasını kabul etti. Yakın zamana kadar ülkede Çin'in bölgesel veya küresel rolü hakkında ender konuşulurdu. Çin, Güvenlik Konseyi'ndeki veto hakkını kendisini doğrudan ilgilendirmeyen konular dışında kullanmaz, sadece oy kullanmaktan kaçınırdı. Her halükarda Çin, uluslararası ticaret sistemlerinde üçüncü dünyanın yoksul bir ülkesi olarak muamele görmek için geniş nüfus büyüklüğünden epey yararlandı. Dahası bu sayede ortalama olarak tüm gelişmekte olan ülkelere yapılan Batılı yatırımlara denk bir yatırım oranına tek başına sahip oldu.
Bu noktada ABD’nin Çin ile ilişkiyi belirli alanlarda güce ve kabiliyete dayalı bir “rekabet” olarak özetlediğine dikkat etmeliyiz. Bu ne bir çatışma ne de çekişmedir. Belki de her durumda sonucu en zinde, güçlü, yetenekli ve yaratıcı olmaya bağlı olan yeni bir tür yarışmadır. Çin kendi adına şu ana kadar epey faydasını gördüğü mevcut sistemi sürdürürken pratik olmaya çalışıyor. Bu sistemde ne savaşa ne de çatışmalara yer yok. Aksine karşılıklı saygı ve iki tarafa da kazanç sağlayan, diğer bir deyişle kazan-kazan yaklaşımına dayanan bir iş birliği var. Ancak diğer yandan Çin Komünist Partisi'nin bir raporu, Çin’in liberalizm ve insan hakları fikrine dayanan ABD dalgasıyla ilgili endişelerini ortaya koyuyor. Raporda yer alan ifadelere göre Çin, “ABD’nin Çin'in ulusal güvenliğine,  egemenliğine ve iç istikrarına yönelik en büyük dış meydan okuma” olduğuna inanıyor. Küresel bir ağ olan Netflix bir yıl önce, Çin'in son 40 yıldaki yükseliş sürecini anlatan bir film yayınladı. Filmde 6 serbest ticaret bölgesinin nasıl Çin’in geri kalanına yayıldığı, Çin’in Batılı çokuluslu şirketlerin yardımıyla nasıl yükselen bir teknolojik güç haline geldiği sorgulandı. Bir yıl içinde Çin'in GSYİH'sinin ABD'ninkiyle aynı olacağı tahmini yapıldı. Ancak GSYİH, doların satın alma gücüne göre hesaplandığında bunun şu an gerçekleşmiş olduğu sanılıyor. Alım gücüne göre hesaplandığında ABD’ye kıyasla Çin’in GSYİH’si 1 trilyon doları aşıyor.
Koronaviürs felaketi, virüsün kaynağı olması açısından Çin’in itibarını olumsuz etkilemiş olabilir. Ancak diğer yandan pandemi ile başa çıkma yöntemi açısından itibarını olumlu yönde etkiledi. Çin hastalığa yakalanan ilk ülkeydi ama ilk iyileşen de o oldu.
Son olarak; Arap dünyasında Çin hakkında çok fazla bilgi bulunmuyor. Bilinenler de Batı, özellikle de ABD’nin bildiklerinin ürünü. Belki de Çince öğrenmemizin zamanı geldi.