Abdurrahman Şalkam
TT

Mısır Güvenlik Konseyi’nde: Zeytin dalını düşürmeyin

Siyasetçiler ve gazeteciler, Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri’nin, Sudan Dışişleri Bakanı Meryem Sadık el-Mehdi’nin ve Etiyopya Sulama Bakanı’nın Nahda (Hedasi) Barajı kriziyle özellikle de Etiyopya hükümetinin barajın dolum işleminin ikinci aşamasına geçme kararıyla ilgili New York’ta Güvenlik Konseyi’nde yaptıkları konuşmaları takip etti. Taraflar, krize, boyutlarına ve ülkelerine yansıyacak sonuçlarına ilişkin görüşlerini dile getirdi. Güvenlik Konseyi’ndeki oturum, adeta bir duruşmayı andırıyordu. Her bir taraf, kendi tutumunu savundu. Etiyopya, Sudan ve Mısır arasındaki anlaşmazlık açık ve derindi. Etiyopya Sulama Bakanı, ülkesinin inşa ettiği ve doldurmakta kararlı olduğu Nahda Barajı projesinin tamamen kalkınma amaçlı bir proje olduğunu, aşağı havza ülkeleri sayılan Mısır ve Sudan’a herhangi bir zarar vermeyeceğini ve Etiyopya’nın geri kalmışlıktan, yoksulluktan ve enerji alanındaki imkansızlıklardan sıkıntı çektiğini dile getirdi. Ayrıca Etiyopya Sulama Bakanı, kardeşlik, komşuluk ve Mısır ile Sudan’ın çıkarını gözetme konularına da vurgu yapmayı unutmadı. Sudan Dışişleri Bakanı, halkla ilişkiler diliyle konuşarak gerçeklerden ve ülkesinin tüm tarafların çıkarına olacak müzakere sürecine önem verdiğinden bahsetti.
Mısır Dışişleri Bakanı ise tarafların çıkarını koruyacak bir çözüme ulaşmak için Kahire’nin çabalarını anlatarak krizin detaylarına değindi. Etiyopya’nın kalkınması, Mısır ve Sudan’a zarar vermeyecek şekilde gerçekleşmelidir. Mısır Dışişleri Bakanı’nın Güvenlik Konseyi’nde krize ilişkin yaptığı konuşmada iki sözcük dikkat çekiciydi. Mısır Dışişleri Bakanı, Güvenlik Konseyi üyelerinin önünde sorunu açıklarken “yaşam” ve “varlık” sözcüklerini defalarca dile getirdi. Zaten sorunun Güvenlik Konseyi’ne taşınmasının asıl gerekçesi de bu iki sözcüktür.
Sesi Afrika’da yükselip New York’a kadar ulaşan krizin ana başlığı, Etiyopya Nahda (Rönesans) Barajı’nın dolum meselesidir. Fakat bu kriz, her an tutuşup Afrika Boynuzu’ndaki barış ve istikrarı yakıp yok edecek ve savaşların yanı sıra krizlerle boğuşan Afrika kıtasındaki diğer bölgeleri de kapsayacak bir ateşe sahip. Mesele, sadece teknik bir anlaşmazlık olmayıp, güvenlik ve barışı da ilgilendiren bir krizdir. Mısır Dışişleri Bakanı’nın, söz konusu krizin Mısır için ölüm kalım meselesi olduğunu zikrettiği zaman kastettiği şey buydu. Yaşam ve varlık sözcükleri, krizin ana başlığıdır. Nil Nehri’nin suyu, Mısır için ölüm kalım meselesi anlamına geliyor. Bundan dolayı Nil suları için pazarlık yapmak, Afrika ülkelerinin ve diğer devletlerin başkentlerinde gerçekleştirilen müzakerelerdeki tüm tartışmaların ve hesapların ötesinde bir şeydir. Güvenlik Konseyi’nin daimî ve daimî olmayan üyeleri, yaptıkları konuşmalarda müzakere sözcüğünü yineleyerek Afrika Birliği’nin (AfB) rolüne işaret etti. Müzakere ve AfB’nin rolü, hemen hemen bu konuşmaların ortak noktasını oluşturuyordu. Zaten Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 6. Bölümü de müzakere ve arabuluculuk konusunu ele almaktadır. Elbette Güvenlik Konseyi’nin üyeleri -ki bunlar siyasetçiler ve uzman diplomatlardır- Mısır Dışişleri Bakanı’nın; “Mesele, bölgenin barış ve güvenliğiyle ilgilidir. Etiyopya’nın ortaya attığı gibi bu sorun, kalkınmayla ilintili teknik bir mesele değildir” sözünün ne anlama geldiğini tam olarak biliyorlar.
Nahda Barajı, Etiyopya’nın eski bir projesidir. Hatta bu, Etiyopya rejimlerinin ulusal bir hayalidir. Baraj fikri, 1957 yılında ortaya çıktı ve ABD Islah Bürosu’nun (USBR), Etiyopya’da Mavi Nil Nehri üzerinde baraj yapmak için uygun alanı kapsamlı bir şekilde tarayıp incelediği 1964 yılına kadar varlığını korudu. Proje, Sovyetler Birliği’nin öncülüğündeki Doğu Bloku’na yönelen Mengistu Haile Mariam’in darbesinden sonra sekteye uğradı ve ABD’nin projeye olan desteği de azaldı.
Mengistu rejiminin devrilip Meles Zenawi’nin yönetime geçmesinin ardından Etiyopya, yönünü ABD’ye çevirdi ve kalkınma konusunda büyük ve iddialı bir plan ortaya koydu. Zenawi’nin ana gündemi, enerji üretecek barajlardı. Zenawi, Atraba Nehri üzerinde Tengrizi Barajı’nın yanı sıra Jayep 3 barajını ve diğer barajları inşa etmeye başladı. Fakat bunların hiçbirisi, aşağı havza ülkeleriyle soruna yol açmadı.
Zira Nil sularının kullanımını düzenlemek için 1929 ve 1959 yıllarında imzalanan iki anlaşma, Mısır’ın itiraz etmesi halinde uluslararası fon desteğiyle Nil üzerine herhangi bir baraj yapılmasını engelliyordu. Nahda Barajı’nın finansmanı konusunda yurtiçindeki bağışlara ve dış yardımlara başvuran Etiyopya, 2011 yılında Mısır’da meydana gelen siyasi gelişmelerden yararlandı. Bunun üzerine Addis Ababa, yurtiçinde ve yurtdışındaki Etiyopyalıların yaptığı bağışlarla bir milyar dolar topladı ve ayrıca Etiyopya bankalarından da kredi aldı. Ardından başta Çin olmak üzere yabancı ülkeler bu konuda katkı yapmaya başladı. Pekin, başta Çin devletinin sahip olduğu “China Gezhouba Group Company” olmak üzere kendi şirketleri aracılığıyla baraj yapımına doğrudan katıldı. Almanya merkezli türbin tedarikçisi Voith Hydro Şirketi’nin Çin Şubesi, İtalyan Webled Şirketi ve Fransız Alstom Şirketi de baraj yapımına katılan şirketler arasında bulunmaktadır. ABD, bütçesini desteklemek için Etiyopya’ya 2,9 milyar dolar yardım verme konusunda Uluslararası Para Fonu’na (IMF) yeşil ışık yaktı. Ayrıca 2020 yılında ABD, Uluslararası Kalkınma Finansmanı Kurumu (DFC) aracılığıyla Etiyopya’ya 5 milyar dolar yatırım yapmaya hazır olduğunu açıkladı.
Nahda Barajı savaşı, uluslararası bir boyuta sahip. Barajın inşasına ve suyun depolanmasına uluslararası güçler de müdahil oldu. Bu da Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’e güvenin yanı sıra meydan okuma gücü de vermektedir. Çünkü Etiyopya Başbakanı, Nahda Barajı’nın uluslararası fon için bir ittifak bloğu olduğunun ve bunun da kendisine uluslararası bir koruma sağladığının farkında. Hiç şüphesiz Mısır da tüm bunların bilincinde. Fakat aynı zamanda o, uluslararası Etiyopya projesinin kendi yaşamına ve varlığına yönelik oluşturduğu tehlikeyi de biliyor. Bunun için Mısır, savaş haritasını bu iki sözcüğü (yaşam ve varlık) baz alarak çizdi.
Mısırlı yetkililer, Kahire’nin görüşünü açıklamak için Afrika’dan Washington’daki Beyaz Saray’a, New York’taki Güvenlik Konseyi’ne ve Brüksel’deki Avrupa Birliği’ne kadar uzanan müzakere masaları arasında gidip geliyor. Zira Kahire, tüm tarafların çıkarını gözeten bir çözüme odaklanıyor. Aynı zamanda Kahire, Mısır’ın, Sudan’ın ve uluslararası toplumun girişimlerini önemsemeden tek taraflı adımlar atmaya devam eden Etiyopya’nın oluşturduğu tehlikeye de dikkat çekiyor.
Hiç şüphesiz Mısır, Nahda Barajı krizini barışçıl yollardan çözmek istiyor. Fakat Etiyopya hükümeti, inatçı tutumunu sürdürdüğü zaman Mısır, herkese şunu söyleyecek: “Tüm tarafların haklarını koruyan bir çözüm arayarak bütün kapıları çaldım. Ancak yaşam ve varlık meselesinin de en nihayetinde kaçınılmaz dayatmaları vardır.” Sanki Mısır’ın siyasi sesi, Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın Cenevre’de düzenlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 29. oturumunda söylediği şu sözü tekrarlıyor gibi: “Zeytin dalını elimden düşürmeyin.”