Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Önsözü okumayanları sonuç şaşırtır

Bu başlık ile “Mübarek Hareket” olarak adlandırılan ve gelecek yıl 70. yıldönümüne girecek 1952 Mısır Devrimini kastediyoruz. Devrimde yer alan esas ve ikincil figürlerin doğruları kadar hataları da var. Ancak daha önemli olan sadece Mısır'ın gidişatını değil, çevresini de derinden etkileyen bu süreci eleştirel bir gözle incelemek. 1952 Mısır Devrimi, yazar İbrahim İsa’nın “Kulul Eşhur Yolyo” (Tüm aylar Temmuz) adlı romanında geriye gidip söz konusu dönemi anlatması için bir vesile. Roman, içten duyguların karıştığı taraflılıktan azade olmasa da belgeler aracılığıyla gerçeklere dayanıyor gibi görünüyor. İlginç ve cazip bir anlatım ve üslupla yazılmış olsa da o dönemi takip edenler, dönemi yaşayanların anılarından okuyanlar, romanın gerçeğe önemli ölçüde temas ettiğini göreceklerdir. Dediğimiz gibi devrimin sahipleri kendisini ve anılarını yazdılar, bazıları sıcağı sıcağına yazarken, bazıları da anlatılan gerçeklerin değiştiği başka bir dönemde anılarını kaleme aldılar. Buna en açık örnek, erken dönemde “Ya veledi haza ammuka Cemal” (Çocuklar, işte Cemal Amcanız), geç bir dönemde de “El-Bahs An ez-Zat” (Kendini aramak) adlı anı kitabını yazan üçüncü cumhurbaşkanı olan Muhammed Enver Sedat. Devrime katılanların kimisi de bu dünyadan sessizliğini koruyarak ayrıldı. Nedeni de tarihin, hadiselerinin birden fazla perspektif ile yazılabileceği sonucuna varmış olmaları. Kimisi duygusal bir perspektif, kimisi de yazarının farklı bakış açısını, hatta belki de taraflılığını taşır. Bu satırlar, uzun ve Araplar olarak siyasi hayatımızı etkilemeye devam eden, ordunun birden fazla ülkede yönetime el koymasını (daha uygun bir ifade var mıdır?) temsil eden bir Arap deneyiminden dersler çıkarma çabasıdır. Peki, bu neden yaşandı ve elde edilen sonuçlar nedir? Ulaştığımız sonuçlar nedir?
İlk olarak, yaklaşık 70 yıl önce Mısır devrimi neden gerçekleşti? O dönemde Mısır siyasetindeki gelişmeler hakkında okuyan herkes, siyasi performans alanında derin bir krizin varlığını, zamanla derinleştiğini, solda Marksist Leninist fikirlerle, sağda Mısır'daki İngiliz varlığına düşman, ütopik ve vatansever dini fikirlerle dolu bir toplumsal hareketin varlığını açıkça görebilir. Öte yandan, yarı zamanlı çalışan, safça düşünen, söz konusu siyasi hareketlerin parçalanmasından ve ihtilafa düşmesinden kaynaklanan her devinimi hafife alan bir kralın siyasi zekâ eksikliğinin, rejimin siyasi sermayesinin boşa harcanmasını hızlandırdığını anlayabilir. Bu noktada birinci ders ortaya çıkıyor; o da yolsuzluk, gevşek kamu yönetimi ve yoksulluk gibi konularda sokaklarda ve gazetelerde yükselen çığlıklara rağmen, sabitelere ve temennilere dayanarak sokakta olup bitenleri yanlış, belki de körü körüne okumadır. Buna bir de duygusal olarak başkalarını da cezbeden Filistin eklendiğinde, bir yumurta kabuğu gibi kırılgan rejim kolayca devrildi. Bu hata, yani değişkenleri görmezden gelip statükoya güvenmek, bu yüzyılın ilk 10 yılının sonunda da tekrarlandı diyebiliriz. 1952 Mısır Devrimine katılan subayların faaliyetleri biliniyordu. Kimisi görevinden kovulmuş ama (belki de yolsuzluk nedeniyle) görevine geri dönmüştü. Kimisine de uyarı ve kınamada bulunulmakla yetinilmişti. Gerek ellili yıllarda gerekse bu yüzyılın ilk 10 yılında olsun devrimlerin gelişi duvarlara yazılıydı ve sesleri açıkça duyulmaktaydı. İki dönemin de sebepleri benzer, ama sonuçlar biraz farklı.
İkincisi, ellili yıllar ile yüzyılın ilk 10 yılında, çeşitli biçimleriyle hareketler ne istemediklerini biliyorlardı, ne istediklerine gelince, hiç gelmeyen bir güne bırakılmışlardı. 1952’de devrim yozlaşmış rejimi ve politikacıları istemiyordu, ama anayasa ve demokrasi istiyordu! Bir süre sonra anayasa ve Batılı formatı ile demokrasi “bize uygun değil” gerekçesi ile değiştirildi. Bize uygun olan tek partili rejimlerdi. Askeri darbelere tanık olan bazı ülkelerde bu tek parti, zayıf ve tabii partilerin güzellemesi ile “lider parti” adını aldı. Farklı görüşler kayboldu. Aynı zamanda devrimden etkilenen tüm taraflarla (eski politikacılar ve Mısır’da Müslüman Kardeşler gibi dini olanlar dahil tüm partilerle) ittifaklar kuruldu. Nitekim bugün Müslüman Kardeşlerin Mübarek Hareket’ten haberdar edildiklerini ve Devrim Komutanlığı Konseyi üyeleri arasında örgütün Mürşid’ine bağlı olanların bulunduğunu biliyoruz. Müslüman Kardeşlere gelince bir yandan Krala bağlı görünürken, öyle ki kendi safında yer aldıklarını sandı, diğer yandan gizliden gizliye onu tahtından düşürmeye çalışıyorlardı. Bu taktik, tam olarak bu yüzyılın ilk 10 yılında Arap Baharı ülkelerinde olduğu gibi birçok kez kullanıldı. Mısır’da Temmuz Devrimi onlarla çatışsa da bazı ülkelerde bir süre iktidarda kalırken, bazılarında da halen hükümette yer almaya devam ediyorlar. Devrimlerden etkilenen siyasi güçler arasındaki ittifak, bu güçler ne istediklerini bilmedikleri için olgun değildi. Mısır Devrimi deneme yanılma yoluyla, kimi zaman dışarısı ile çatıştı, kimi zaman da komşuları, içerisi ve kendisi ile. Programları art arda değişti, öyle ki kimse kendisini bir şeye benzetemez oldu. Sonra bazıları tamamen gereksiz, bazıları da nedeni yalnızca rekabet olan kanlı savaşlara girişti.
Üçüncüsü, ister 1952 isterse 2011'deki devrim güçleri, içeride ve çevrelerindeki değişimin kendilerine emanet edildiğine inanıyorlardı. Her iki durumda da değişim vizyonunun başarısız olması ile “devrimi ihraç etme” sloganını benimsediler. Irak, Yemen, Libya ve Sudan'da darbeler gerçekleşti. Hatta benimsediği bazı siyasi adlandırmalar (sosyalist birlik gibi) toplumlar arasındaki göreli farklılığa dair herhangi bir kavrayış olmaksızın genelleştirildi. Böylece bir yerde kargaşa diğerinde kaos yaşandı. Özgürlükler kısıtlandı. Toplumda etkileşime giren gerçekler hakkında büyük bir bulanıklık yaratıldı. Vizyon ortadan kalktı, güvenlik çözümü benimsendi, iç savaşlar patlak verdi.
Dördüncüsü, 1952 devriminde, ancak kaynakların ve insanların tükenmesinden ve kalkınmanın kesintiye uğramasından sonra, çeşitli çatışmalar için halkın zenginliklerinden ödenen muazzam bedel açıkça ortaya çıktı. Bunun üzerine, ekonomik ve sosyal sorumlulukların artmasıyla içerisi ile ilgilenmenin, dışarıda aktif olmaya gayret etmekten bin kat daha iyi olduğu inancının pekiştiği 1970'lerden itibaren bu gidişat yavaş yavaş değiştirildi. Çevre ile, neredeyse tüm çevre ile uzlaşıldı ve geçen yüzyılın ellili yıllarında ordunun iktidara gelmesiyle kesintiye uğramış olabilecek süreci yeniden başlatmanın zorluğunun yanında iç kalkınmanın öneminin farkına varıldı. Ne var ki bu dersi herkes kavrayamadı. Arap dünyamızda, söz konusu ölümcül hataları tekrarlamak isteyen siyasi dini güçler, yönetim ile bağı olduğu ülkeler (Tunus gibi) veya İran gibi iktidarı tamamen ele geçirdiği ülkelerde olsun varlığını sürdürüyor. Aynı hataları ve aynı tökezlemeleri tekrarlamak istiyor.
Son olarak; İran ve Mısır'da monarşi rejimlerinin düşüşü arasındaki benzerlik garip. Kral Faruk, 1942’de İngilizler tarafından tahtını kaybetmekle tehdit edildi, bu yüzden onlara boyun eğdi, ama 1952'de kaybetti. İran şahı 1953’te yurtdışına kaçtı, dış güçlerin yardımıyla ülkesine geri döndü ancak 1979’da yine kovuldu. İkisi de birinci dersi öğrenmediler. Önsözü okumayanları sonuç şaşırtır.