İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Richard Haass’ın gözüyle dünya

Amerikalı diplomat ve uluslararası siyaset teorisyeni Richard Haass, Henry Kissinger'ın tereddütsüz halefi olarak kabul edilebilir. Ekim 1973'te "Amerikan Siyasetinin Patriği"ne Ortadoğu'nun durumunu kendi bakış açısıyla açıklayan, kendisini çadır ve pazar teorisiyle özetleyen oydu.
40 yıl boyunca Beyaz Saray ve farklı ABD yönetimlerine yakın olan Haass, 2008'den beri geleneksel iki kutupluluğu aşarak çok kutuplu bir dünyayı öngören görüşün sahibi. Son olarak, Kovid-19 pandemisinin dünyanın şeklini değiştirme sürecini hızlandırarak neler yapacağından bahseden de o oldu.
Mayıs ayının başlarında The World: A Brief Introduction başlığıyla yayınlanan kitabında Haass, bizi her gün doğrulanan bir gerçek ile yüzleştiriyor. O da istesek de istemesek de bir küresel köyde değil de bir küresel mahallede, binlerce kilometre ötede olup bitenlerin hayatımızı etkileme gücüne sahip olduğu küresel bir çağda yaşadığımız gerçeği.
Dünyanın mevcut durumunu anlamak isteyenler için gerçekçi bir okuma olan kitabının satırlarında Haass iki şeyi kesinleştiriyor. Bunlar; dünyanın değişim yolunda ilerlediği ve aynı zamanda bu değişime durmayacak çatışmaların eşlik ettiği.
Haass, kötü şöhretli "korona" virüsünden ve dünyada az kişinin adını duyduğu bir Çin kentinden dünyanın dört bir yanına nasıl yayıldığından başlayarak dünyanın koşullarını inceliyor.
Haass'ın gelecekteki dünya ile ilgili korkuları, yeni bir bulaşıcı hastalığın ortaya çıkma olasılığı ile somutlaşıyor. Bu nedenle, ABD istihbaratı, gelecekteki olası felaketlerin önünü kesme gayretiyle ölümcül virüsün ve yayılmasının arkasındaki gerçek nedeni bulmaya çabalıyor.
Haass’ın gözünde geleceğin dünyası dünün dünyasından daha tehlikeli görünüyor. Sözlerinin doğruluğuna, 20 yıl önce 11 Eylül'de yaşananlar ve bir avuç aşırılık yanlısının tek bir saldırı ile 3 bin kişiyi öldürebilmesini delil gösteriyor. Gelgelelim ABD'nin maruz kalabileceği bir siber saldırı konusundaki endişeleri, bu ürkütücü kurban sayısını ikiye katlamak için yeterli. Bu da küreselleşmenin zorlukları ve çağdaş zamanın sorunları hakkında derin sorular ortaya çıkarıyor.
Haass ayrıca, hükümetlerin ve yasadışı grupların siber dünyada gezinme ve 2016 ABD başkanlık seçimlerinde olduğu gibi, büyük ülkelerin siyasetini ve seçimlerini manipüle etme konusundaki rekabet güçlerine dikkat çekiyor.
Haass, ABD'de yüksek faizli mortgage olgusundan doğan 2008 küresel mali krizini hatırlatıyor ve küresel finans piyasalarında meydana gelebilecek, bir anda Asya'dan Avrupa'ya, ardından Atlantik'in ötesine panik ve çöküşü yayabilecek ne gibi değişiklikler yaşanabileceğini sorguluyor.
Haass, liberal düzenin en önemli öngörücülerinden ve uzun süredir mekanizmalarının müjdecilerinden biri olduğu için, kendisine bu sistemin geleceğini de sormalıyız. Kendisini yenilemeyi başaracak mı yoksa erozyonun etkileri görülmeye başladı ve yaşamın değişkenleri onu topal bir seçim haline mi getirdi sorusunu cevaplamasını istemeliyiz.
Haass sistemin kesinlikle aşınmakta olduğunu söylüyor. Açıklamasından kapının arkasına gizlenmiş ve ona hükmetmek isteyen birçok neden olduğu bizim için netleşiyor. Bu nedenlerin başında, ABD'nin dünya çapında önemli bir rol oynama konusunda inisiyatif alma ile çekimser kalma arasındaki tereddüdü geliyor. Bu noktada Haass, hemen hemen hocası Henry Kissinger’ın, ABD’nin izolasyon ile entegrasyon arasında tereddütlü bir ulus olduğu nitelemesini alıntılıyor diyebiliriz.
Haass, liberal düzenin bozulmasından belirli ülkeleri sorumlu tutuyor. Ona göre Çin kesinlikle bunların başında geliyor. Onu bozucu olarak nitelediği Rusya takip ediyor. Bu değerlendirme, on yıllardır tekrarlanan Amerikan-Rus çekişmesiyle uyumlu.
Tarihin Sonu ve en az Üçüncü Reich’ın bin yıllık vizyonu kadar yaşam aktivizmini totalitarizm ile müsadere etme tezinin sahibi Fukuyama başta olmak üzere daha önce pek çok büyük Amerikalı düşünür, İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın tanıdığı uluslararası kurumların durumunu ve geleceğini sorguladı. Bu tür oluşumlardan daha küçük ve etkili grupların evrimleşip yükselmesinin zamanının geldiği sonucuna vardı.
Nitekim bugün Haass'ın da BM'nin atan kalbine, yani Güvenlik Konseyi'ne acı bir eleştiri yönelttiğini, özellikle uluslararası çatışmaların çoğunda artık hiçbir rolü olmadığını kesin bir şekilde söylediğini görüyoruz. Buna, küreselleşmenin zorluklarıyla yüzleşmekle bağlantılı uluslararası düzenlemeler bağlamındaki başarısızlığını da ekliyor.
Haass'ın gözünden görülen dünyanın özellikleri arasında, son 20 yılda ürkütücü bir şekilde yeniden ortaya çıkan milliyetçiliklerin durumu da var. Son iki yılda, organize düşünceyi felç eden korona salgını zamanında bazı Avrupa ülkeleri, kendileri ile birlikte Avrupa Birliği içinde yer alan ülkelere sınırlarını kapatıp adeta duvarlar ördüklerinde, milliyetçilik akımı tüm dünyayı ürküttü.
Dostumuz, başkalarının haklarını inkâr eden dışlayıcı milliyetçiliğin, özellikle de abartılı bir vatanseverliğe dönüştüğünde, kaçınılmaz olarak mevcut dünya düzenini baltaladığına inanıyor.
Haass örnek olarak mevcut Rus modelini veriyor. Ancak gerçekte, Putin Rusyası'nı, dünya meseleleri ve müzakerelerinde oynadığı rolden geriden kalanlardan kaynaklanan tehlikeyi savuşturmak için milliyetçilik etrafında konuşlanmaya iten gerçek nedenleri izah edemiyor. Özellikle de Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından Batı ve ABD'den eşi görülmemiş bir ulusal aşağılamaya maruz kaldıktan sonra.
Haass'ın son kitabındaki en tehlikeli satırlar, ABD'nin dünya düzenini korumaktan geri adım attığını kabul ettiği ve bazı durumlarda çok az şey başardığının söylenebileceğini eklediği satırlar.
Özetle, Haass’ın sayfaları cevaplardan çok sorular içeriyor, entelektüel ve gerçek organik teorisyenin rolü de budur.