Zuheyr el-Harisi
TT

Ahvaz kıvılcımı: Bu sefer bir fark yaratacak mı?

İnsan doğası gereği zulmü, aşağılanmayı ve hakarete maruz kalmayı kabul etmez. İnsanın onuru onun için çok şey, daha doğrusu her şeydir. Marjinalleştirilmesi, aşağılanması ve zayıflatılması onu öldürür. Bu nedenle, tiranlığa ve zorbalığa karşı çıkar, direnir ve yüzleşir. Çünkü kaybedecek hiçbir şeyi yoktur ve kazanmazsa hayatının hiçbir değeri olmadığını hisseder.
Bugün İran'da, özellikle de Huzistan'da yaşananlar ‘korkunun kırılması’ ifadesinin bir yansımasıdır ve protestolar sekizinci gününde daha da genişlemektedir. İran'daki azınlık bölgeleri Şah döneminden bu yana yoksun bırakıldı ve ihmal edildi. Ancak bugün durum daha da kötüleşiyor ve dayanılmaz bir hale geliyor. Bunun sebebi insanları yerinden etmeyi hedef alan programlanmış ırkçı ve baskıcı politikalardır. Azınlıkların acısı, kaybolan kimlikte, özgürlüklerin kaybında ve marjinalleşmede yatmaktadır.
İran'ın insan hakları dosyası, uluslararası insan hakları örgütlerinin sınıflandırmasına göre en kötü ve en aşağı sırada bulunuyor. Sayıları 20 milyonu aşan Sünniler, dışlanma, güvenlik takibi, zulüm, tutuklama ve işkencelerin yanı sıra ibadetlerini yapamamak ve cami inşa edememekten musdarip bir haldeler. Diğer taraftan Ahvaz, Belucistan ve diğer yerlerde de ne kadar ileri gidildiğine tanık olduk. Bu, Sünnilerin ve diğerlerinin maruz kaldığı baskının ve şiddetin boyutunu göstermektedir. BM İnsan Hakları Konseyi'nin geçtiğimiz yıllarda bölgedeki durumu araştırmaya devam etmesinin sebebi buydu.
Ahvaz yıllardır İran'da gösterilerin merkezi oldu ve olmaya da devam ediyor. Nitekim herhangi bir halk hareketinin Ahvaz ile bir bağlantısı vardır. Devrim hikayelerinin genellikle belirli bir olayla başladığını ve ardından pek çok kişinin etkileşimiyle geliştiğini görürüz. Dolayısıyla gösteriler bir şehirden diğerine taşınır ve sonuçta bugün olduğu gibi tavanı her geçen gün yükselen talepler ortaya çıkar. İran’da bugün güvenlik güçlerinin genişleyen protestoların diğer şehirlere de sıçramaması için ateş, gaz, gerçek mermi, baskı ve öldürme gibi eylemlere başvurduklarına tanık oluyoruz. Ancak bunda başarılı olamıyorlar ve gösteriler gün geçtikçe büyüyor. Bugün Ahvaz'da dikkat çekici bir sahne var. Halk, baskıcı uygulamaları ve korkunç insan hakları ihlallerini protesto etmek için sokaklara döküldü. Mesele, Devrim Muhafızları tarafından ırkçı bir tutumla su yolunu Fars şehirlerine yönlendirmekle ilgili değil sadece; bilakis bundan çok daha büyük. Yıllardır biriken sorunlar ve bir vatandaşlık anlayışının tesis edilemeyişi zaman içinde bir sele dönüştü. Mesele yalnızca İranlı Arap Sünnilerle değil, aynı zamanda Türkmenleri, Kürtleri, Azeriler ve diğerlerini de ilgilendiriyor.

Ruhani'nin yumuşak bir edayla konuşması kaynamaya devam eden sokağı etkilemedi. Çünkü artık tüm bunlar insanları kandırmıyor. Nitekim İran polis şefi, protestocuları tehdit etti ve bir hükümet yetkilisine yakışmayan sıfatlarla onlara iftira attı. İran, yaşananların ciddiyetini sezdi, meselenin bir ‘İran baharına’ dönüşeceğini ya da özerklik taleplerine dönüşeceğini hissetti. Bu nedenle halktaki gerilimi absorbe etme, durumu kontrol altına alma ve su sorununu acilen çözme yönünde çabalar var. Ancak gerilim yükseliyor ve işlerin kontrolden çıktığını gösteriyor. Durum, başka şehirlere sıçraması durumunda halk devrimine dönüşebilir. İran'ın muazzam kaynaklara sahip zengin bir ülke olduğu varsayılmaktadır. Ancak hakikat şu ki, felaketleri arasında ekonomik krizler, yoksulluk, kalkınmanın kırılganlığı, kötüleşen istihdam, cehalet, işsizlik ve zengin ile fakir arasındaki uçurumun artması yer alıyor. Bütün bunlara İran rejiminin politikaları sebep olmaktadır. Halkın beklentilerini yerine getiren ve onların toplumsal uyumunu artıran gerçek bir sivil anayasanın yokluğundan bahsetmiyorum bile. İran rejimi uzun bir zamandır vatandaşlığı güçlendirmekte başarısız oldu. Tüketilen gerekçeleri tekrarlamaktan, iç ve dış taraflardan komplocuları suçlamaktan başka bir şey yapmıyor.
ABD'li ve Avrupalı ​​yetkililerin açıklamalarından ve yorumlarından da gördüğümüz gibi, protestoculara yönelik geniş bir sempati ve uluslararası destek var ama yeterli mi? Mesele, bir insan hakları meselesidir ve siyasi ve güvenlik boyutları var. Batı her zaman insan hakları, çoğulculuk ve azınlık hakları konusunu gündeme getiriyor. Şu anda bunun neresindeler? Neden göz yumuluyor? İran'daki durum Küba'dan daha kötü değil mi? Meydana gelen ihlaller ciddi bir tutumu ve cezayı gerektirmez mi? İran'daki azınlıkların maruz kaldıklarının yankısı, sosyal medya aracılığıyla dünyanın birçok yerine ulaştı. Bu durum, Kongre üyelerini, rejimin sorumlu tutulmasını ve cezalandırılmasını talep etmeye yönlendirdi.
Bir diğer mesele ise, Beyaz Saray'ın nükleer dosya müzakerelerini bir takıntı haline getirmiş olmasıdır. Genellikle Biden yönetiminin insan hakları konusundaki hassasiyetini gösteresi gerektiği bir zamanda, bu hassasiyetin Ahvaz’da olup bitenlere ilişkin açıklamalara yansımadığı görülmektedir. Çünkü gösterilerde şimdiye kadar 8 masum insan öldürüldü, fakat yapılan açıklamalar sakin ve yetersiz. Başkan Biden'ın gösterilerin yayılması durumunda tepkisi ne olacak? Bu, bizi Viyana'daki müzakerelere ve İran Cumhurbaşkanı Reisi ile yaklaşmakta olan diyalogla ilgili etik bir meseleye götürüyor. Onun, aktivistleri öldürmekle suçlandığı ve ünlü ölüm komisyonunun aktif bir üyesi olduğu bilinmektedir.
İran rejiminin azınlıklara karşı tutumu iğrenç ve insanlık dışıdır ve rejim için siyasi intihar gibidir. Devrimin imkansızı yapabileceğini ve her şeyin mümkün olduğunu düşünürsek, bunun bedelini ağır ödeyecektir. Rejimin çöküşü de bu ihtimaller arasında yer almaktadır. Bu nedenle bilge kişi gerçeğe bağlı, saldırgan tavrını değiştiren, halkının bileşenlerini devrimle değil devlet kavramıyla ele alır. Çünkü bu ilk ve son çıkıştır.