Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Sorun, Tunus krizinden daha derin!

Pek çok kişi son iki hafta içinde Tunus'un siyasi süreçleri hakkında konuştu. Bu satırların yazarı bu köşede birden fazla kez bu dosyayı ele aldı. Sürecin tökezleyeceği belliydi. Sebebi de İslami hareket olarak bilinen şeyin Arap ve Arap olmayan siyasi çalışmalara katkısıyla ilgili önyargı değil, bundan daha önemli bir sebep; İslami hareketin siyasi oyunun sınırlamaları ile kısıtlanmış ideal söylemi arasında uyum sağlamaya ilişkin yaklaşımındaki eksikliktir. Bu, Tunus'ta veya Mısır'da, Sudan'da, hatta Fas'ta ve bazı İslami hareket fraksiyonlarının kültürel alanda aktif olduğu diğer ülkelerde olanların ötesine geçiyor. İncelenmesi gereken, pek çok olasılığı alt üst eden ve toplumların sosyalleşmesini ve çağı yakalamalarını engelleyen bu çatışmanın mantıklı bir açıklaması üzerinde çalışmak, kültürel ve siyasal çalışmalar alanından aktivistlerin yanı sıra, araştırma merkezleri hatta ilgili devlet kurumlarının ortak çabalarının bu çatışmaya mantıklı bir açıklama bulmaya çalışmalarıdır.
Ele alınması gereken kusur iki yönlüdür; davet ve davetçiler. Davet, geçen yüzyılın yirmili yıllarının sonlarında Osmanlı Hilafetinin düşüşüne bir tepki olarak ortaya çıktı ve bir insan kaynağına yaslandı; bütün Müslümanların kimlikleri hakkındaki duyguları. Bu duyguyu dar görüşlü bir siyasi eyleme kanalize etti. İlk yıllarında Mısır siyaset kurumuyla, bir uyum ve çatışma durumuna girdi. Dostluk ile düşmanlık arasında gidip geldi. Bu med cezir nedeniyle epey kan döküldü. Birinci aşama 1952 devrimi liderleriyle kısa süreli bir balayı ile sona erdi. Çok geçmeden bu balayı bir kez daha kanlı bir çatışmaya evrildi. Cezaevleri ve sürgün nedeniyle davet daha radikal bir yola yöneldi. Mevcut Arap rejimleriyle uyum sınırı daraldı. Taraflar, devletin tarihinin geniş kültürel alanı, çeşitli ve zengin Arap toplumu zemininde birbirlerine birçok suçlama yönelttiler. Liderlerinin dar görüşlülükleri sebebiyle Müslüman Kardeşler literatürü bu kültürel çeşitliliği kavrayamadı. Hareket, toplum yönetimi, modern çağın gerektirdiği ötekini kabul ve birlikte yaşam konusunda gerek kendisi gerekse toplum için düşünme alanını daralttı. Davetten siyasete geçişi, demokrasi, insan hakları, çoğulculuk ve muhalefet hakkı gibi insanlardan istenen kavramlara geçişi beraberinde getirmedi ve tepkilere mahkûm tek bir görüşe sıkı sıkıya bağlı kaldı.
Müslüman Kardeşlerin yayınlanmış literatürünün çoğunda, çokça duygu ve ilk İslami nesle dair bağlamından koparılmış pek çok yorum, “altın çağ” adı verilen belirsiz bir şeye dayanma çabası görülür. Oysa bu çağ sadece hayallerde mevcut ve geçmişte bir bölümüyle yaşanmış olsa dahi tarihsel, toplumsal ve siyasal koşulları son derece farklıydı. Bu fikirlerin tartışılmasının ve yerinde incelenmesinin engellenmesiyle Müslüman Kardeşler, tüm tezahürleriyle, “çağın paradoksu” olarak tanımlanabilecek bir açmaza düştü ve bazı fraksiyonları çok geçmeden şiddete kaydı. Öte yandan, Müslüman Kardeşler de kendisine karşı baskıcı olarak gördüğü rejimlere nispet yapmak için bazı rejimlerin geçici siyasi kullanımına teslim oldu. Bağlı olduğu tarafı haklı gösteren mantıksız argümanlarla, düşmanını da aşağılamalara boğdu. Oysa düşman ve dost rejimlerin davranışları benzer hatta kimi zaman aynıydı. Ayrıca, şeytanın kendisinden dahi yardım almaktan kaçınmayarak derin bir ahlaki krize girdi. Halkına karşı en baskıcı ve zorba yöneticilerden biri olan Muammer Kaddafi’nin Müslüman Kardeşlerin üst düzey yöneticileriyle kaydedilen konuşmalarından sızdırılanlar, bu konudaki tanıklardan biridir.
Davetin açmazı, adamları ve teorisyenlerinin İslam’ı gerçek şekliyle bilmemeleri. Onun olaylarından, metinlerinden ve tarihinden projelerine uygun düşeni almaları, davetin ve İslam halklarının yürüyüşünün özündeki medeni boyutu yok saymaları. Kendilerine faydalı olacağını düşündükleri ikincil önemdeki konularla meşgul olmaları. Halbuki İslam tarihinin uygulamalarında ve metinlerinde yaşanan çağa uyum sağlamaya dair pek çok örnek bulunur. Bunun yanı sıra, yaşanan modern çağın gereklilikleriyle mutabakata örnek oluşturabilecek, dünya ile uyum konusunda temel alınabilecek birçok hoşgörü ve çeşitliliği kabullenme örneği mevcuttur. İslam tarihinde çeşitliliğe ve ötekine düşmanlık görecelidir.
Davetçilere gelince, kusurları, katılan herkesten “eylemlerde ve kötü durumlarda” emir veya mürşide mutlak itaat talep etmeleridir. Bu itaat, insan doğasına aykırıdır ve bir insanın hiç hata yapmayacağı varsayımına dayanmaktadır, ki bu da sadece tarih boyunca ülkelerine ve halklarına nihayetinde yıkımdan başka bir şey bırakmayan dünyanın en büyük diktatörlerinin iddiasıdır. İslam’ın özünde hiç kimse için böyle bir iddiada bulunulmamıştır. Söz konusu iddia ve fikir, 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın başında Avrupa'da gelişen demir örgütlerden türetilmiştir. Bu tür bir örgütlenme, zayıf da olsa demokrasi veya fikir alışverişi sayılabilecek herhangi bir görüşü engelledi.
Eski Müslüman Kardeşler üyeleri tarafından yayınlanan yeterli sayıdaki hatırat ve çalışmalar, karşı fikirlerden duyulan bu hastalıklı rahatsızlığı doğruluyor. Bu fikirleri dile getirenlerin veya ısrar edenlerin toplum hatta İslam ümmetinden dışlanması gereken “Hariciler” sayıldığını, geçiminin ve hayatının kısıtlandığını teyit ediyor. Çok basit bir ifadeyle, herhangi bir normal insanın sorgulamak, anlamak ve itiraz etmek gibi insani doğasının yok sayıldığının altını çiziyor. Sadece kanıt olması için, Ömer el-Beşir’in gerçekleştirdiği darbenin sırlarını açıkladığı gizli olması gereken ama kaydedilen ve sızdırılan bir konuşmasında söylediklerini aktarmak istiyorum; “Müslüman Kardeşlere planlarımızın başarı oranının yalnızca yüzde 10 olduğunu söyledim”. Sonra şunu ekliyor; “Azımsanmayacak ölçüdeki gerisi yani yüzde 90’ı Allah’a kalmıştı”. İslami hareketin bazı liderleri kendilerini Allah’ın sözcüsü atamışlardı. Bunu İslam’ın yazılı tarihi boyunca normal hiçbir şahıs yapmamıştır.
O halde, gerekli olan davet ve davetçiyi rasyonel bir biçimde tartışmaya geri dönmektir, Müslüman Kardeşlere karşı bir gerekçe veya açıklama olmaksızın olumsuz bir pozisyon benimsemek değil. Öte yandan toplumun enerjisini tüketen kötülüklerin de mümkün olduğu kadar yok edilmesi, koşulların açıklanması ve zihinsel analizin öne çıkarılması için çaba sarf edilmeli. Modern sağlıklı bir toplum yaratmak için insanlarla eşitliğin yanı sıra adalet sağlayan modern yasalar aracılığıyla toplumdaki faydaları en üst düzeye çıkarmak ve zararları en aza indirmek için iş birliği yapılmalı. Aydınlık beyinleri bile ele geçiren ve insanları gruplaştıran günümüz iletişimsel medya ortamında bunu söylemek kolay ama uygulamak zor ve bu, her şeyden önce düşünsel bir mücadeledir.
Son söz; İslami hareket- tabanına vaat ettiği gibi- siyasetin ahlaki temizleyicisi rolünü oynayamadı. Aksine, kaba zorlama yöntemlerini kullandı ve kullanmaya da devam ediyor. Bu da onu çağı yakalamayı engelleyici sosyal çatışmalara yol açan krizlere sürüklüyor. Pusula bozulursa yolunuzu bulamazsınız.