Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Vatandaşlık kavramının teorik zemini

Prof. Dr. Mücahid Abdülmüteal geçtiğimiz haftaki yazısında (7 Ağustos 2021, El Watan), ulusal mutabakat ve kolektif kimlik inşa etmek için gerekli bir başlangıç ​​olmalarından ötürü yerel kültüre (ve dolayısıyla kamunun zihnine) “vatan ve vatandaşlık” kavramlarını yerleştirme ihtiyacını vurguladı. Nitekim Batının zihin dünyasından devşirdiğimiz bu kavramlar, yönetim, ticaret, iletişim ve teknolojinin yanı sıra devlet ve modern siyasi sistem gibi günlük hayatımızda kullandığımız diğer birçok kavramla birlikte Arapların kültürüne yabancıdır. Eğer nispeten geniş olan bir kültürel sistemi ortadan kaldırmaz ve onu modern bir sistemle değiştiremezsek, bu dokuma süreci hiç de kolay olmayacaktır.
Vatandaşlık, özel nitelikteki yasal bir ilişkiyi tanımlayan bir kavramdır. Bireyi bir yandan devlete, diğer yandan ülke nüfusunun geri kalanıyla bir araya getirir. Bu ilişki birey için, onu ülke vatandaşlığına sahip olmayanlardan ayıran yasal bir statü yaratır. Oysa Arap toplumları, medeni durum daireleri kurulana ve vatandaşlık yasalarının çıkarılmasına kadar vatandaşlık fikrinden habersizdi. Yani, Arap toplumlarında vatandaşlık fikri, “hükümdarın şahsi otoritesinin, hukukun onun şahsından bağımsız bir statü kazandığı bürokratik bir sisteme dönüşmesinden” sonra oluştu. Çağdaş bir siyaset bilimci, bu dönüşümü şu şekilde tanımlamıştır: “Önceden hükümdar ülkeyi divanından yönetirdi, şimdi ise divanı aracığıyla yönetiyor.”
Arap dünyasında birey iktidarının kurumsal yönetime geçişine, yeni aşamayı çerçeveleyen ve insanların zihinlerinde bu kavramları yerleştiren kültürel bir dönüşüm eşlik etmedi. Bu nedenle vatandaşların kendi aralarındaki ilişkileri ve devletle olan ilişkileri eski kavramlar çerçevesinde kaldı.
Bana göre vatandaşlık fikrinin zeminini oluşturan üç kavramı burada sunacağım. Bu kavramlar Batı’nın epistemolojik çerçevesinde doğmuştur ve zayıf veya olumsuz bir içerik dışında bizim kültürümüzde yeri yoktur. Bu kavramlar şunlardır:
1- İyiliksever insan
2- Kişisel çıkarlarını seven birey (yarı bencil)
3- Rasyonel birey
Buradaki ilk kavramla, iyi veya kötü bir davranış gibi iki seçenek arasında kalan insanın büyük olasılıkla iyiyi ve doğruyu seçeceğini kastediyoruz. Zira insanın temel içgüdüsü ve fıtratı iyilik ve hayırseverliğe eğilimlidir. İkinci kavramla kastımız, bireyin kendisini, kişisel çıkarlarını sevmesi ve onları başkalarının çıkarlarına tercih etmesidir. Yani birey, önünde biri sadece kendisine, diğeri başkalarına ait olan iki çıkar bulursa, büyük olasılıkla ilkini seçecektir.
Bu üç kavram, vatandaşlık fikrinin üzerine inşa edildiği zemindir. Toplum çoğunlukla, hayatlarını daha iyi ve daha onurlu kılmak için birbirleriyle işbirliği yapmak isteyen iyi insanlardan oluşur. Ancak herkes önce kendine hizmet etmek ister. Bu bir kusur değil, bilakis insanın normal halidir. Zira bir kişinin kendi çıkarını düşünmesi, başkalarının çıkarlarını sabote etmeye arzu duyduğu anlamına gelmez. Bunun yanı sıra çeşitli çıkarların varlığı, aralarında bir çelişki ve çatışma olacağı anlamına gelmez. Öte taraftan her zaman çıkarlar arasında bir rekabetin ve çatışmanın olması mümkündür. İşte burada üçüncü kavram olan rasyonellik karşımıza çıkar.
Rasyonellik, basitçe, insanın seçimlerinin ve eylemlerinin sonuçlarını hesaba katma yeteneği anlamına gelir. İnsanlık tarihi, insanların genel olarak -kendi özel çıkarını mümkün olan en yüksek seviyede temin edecek şekilde- kolektif ilişkilerini düzenleme eğiliminde olduklarını göstermektedir. Dostum Mücahid Abdülmüteal’in bu konudaki görüşüne geri dönüyor ve diyorum ki, vatandaşlık fikrinin pekiştirilmesi, bahsi geçen üç kavramın yerel kültürde dokunmasıyla başlamalıdır. Çünkü bu, “vatandaşlık kavramının ve vatandaşların ilişkilerini düzenleyen değerlerin yerleşmesi” için hazırlanması gereken zemindir.