Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Afganistan ve İngiliz bakanın gözyaşları

Neresinden bakarsanız bakın, son birkaç gün içinde Afganistan'da yaşananlar bir fiyasko ve ABD ile Batılı müttefikleri için ağır bir darbeydi. 20 yıllık askeri müdahaleden, 1 trilyondan fazla harcamadan, binlerce ölü ve yaralıdan sonra ABD, yaralı bir gururla, dostların eleştirileri, düşmanların alayları arasında sahadan yenik olarak ayrılmış gibi. Buna karşılık Taliban, çoğu zaman tek bir kurşun bile atmak zorunda kalmadığı hızlı askeri zaferlerden sonra iktidara geri döndü.
İlgili tüm başkentler şok içinde ve afallamış bir halde. Fiyasko ve aşağılayıcı geri çekilme suçlamaları politikacıların ve medyanın dilinden düşmüyor. Bu suçlamalar sebebiyle ABD Başkanı Joe Biden, pozisyonunu savunmak için Amerikan halkına seslenmek zorunda kaldı. İngiliz hükümeti, parlamentoya yaz tatilini kesme ve geri dönüp krizi tartışmak üzere acil bir oturum düzenleme çağrısı yapmak zorunda kaldı. Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, ABD’nin kendisi ve onunla birlikte İngiltere, Kabil Havalimanı'ndaki kaos ve panik görüntüleri arasında diplomatlarının, vatandaşlarının ve Afgan iş birlikçilerinin güvenli çıkışını denetlemek için birliklerini aceleyle geri göndermek mecburiyetinde kaldılar. Bu görüntüler Biden yönetimini uzun süre rahatsız edecek.
İngiliz Savunma Bakanı Ben Wallace'ın bir radyo röportajı sırasında gözyaşlarına boğulması, stratejik başarısızlığı ve Afganistan'daki olayların sonucuyla ilgili hayal kırıklığını kabul etmesi, şokun boyutunu özetliyor. Bakan ayrıca, İngiltere'nin kendisiyle iş birliği yapan, kuvvetleriyle birlikte çalışan ve sayıları binleri bulan tüm Afganları tahliye edememesinden, Taliban’ın eski tavırlarına geri dönmesi korkusuyla Afganistan’dan ayrılması beklenen herkese yardım edememesinden duyduğu korkuyu da dile getirdi.
Paradoks şu ki, ilgili Batı başkentlerinin şoku, haddizatında ABD'nin geri çekilmesinden kaynaklanmıyor, zira karar, ilgili tüm başkentlerde biliniyordu. Onları asıl şoke eden, ABD ve müttefiklerinin, silahlanma ve eğitimine milyarlarca dolar yatırdığı Afgan kuvvetlerinin, yeniden inşa ettikleri hava kuvvetleri, özel kuvvetler ve polis kuvvetlerinin hızla çökmesiydi. Bu başkentler ve özellikle de Washington, stratejilerini ve umutlarını, Afgan güçlerinin Taliban'a karşı koyabileceği, ona karşı savaşabileceği, büyük şehirleri ele geçirmesini ve Kabil'e ulaşmasını engelleyebileceği üzerine kurmuşlardı.
Bu nedenle, Biden, Johnson ve birçok Batılı yetkilinin buradan hareketle geçen aya kadar kendilerinden emin bir şekilde Taliban'ın hedeflerine ulaşamayacağından, Afgan güçlerinin başkenti ve büyük şehirleri savunabileceğinden bahsettiklerini gördük. Ancak görünen o ki Batılı ülkeler ve istihbarat servisleri, sahadaki dengeleri değerlendirmekte, Afgan yapısının karmaşıklığını ve Cumhurbaşkanlığı Sarayına yerleştirdiği merkezi otoritenin kırılganlığını anlamakta başarısız olmuşlar.
Bu başarısızlığa bir de ABD'nin Afganistan'dan çekilme ve en uzun dış askeri müdahalesini sona erdirme meselesini ele alma biçiminde görülen diğer iki başarısızlık ekleniyor. Çekilme kararının doğru olduğu tartışmasız, çünkü ABD Afganistan'da şimdiye kadar kaldığından daha uzun bir süre kalamaz, asıl sorun oradan nasıl çekildiği. Afgan rejiminin çöküşünün önünü açan başlangıcı, Trump yönetiminin Taliban ile bir süre gizlice, ardından geri çekilme anlaşmasının hatlarının belirginleşmesiyle birlikte alenen yürüttüğü müzakereler tetikledi. Washington Taliban’ın taleplerinin çoğunu kabul etti, hatta Afgan hükümetiyle yüz yüze oturmayı reddettiğinde, itiraz etmeyip birlikte hareket ettiğinde onu güçlendirdi. ABD böylece müttefikini zayıflatırken, düşmanını güçlendirdi ve Taliban'ın hızla iktidara dönme umutlarını canlandırdı. Bütün bunlar karşılığında Taliban sadece Batılı güçlerin mevzilerine saldırmayacağına dair söz verdi. ABD de Mayıs ayının başından itibaren geri çekilmeyi tamamlamayı taahhüt etti.
Washington bu hataya bir hata daha ekledi; Afganistan'daki savaşa kendisiyle birlikte katılan müttefiklerine danışmamak, Taliban ile Doha müzakerelerinde mutabakata vardıktan sonra sonucu onlara bildirmemek. Nitekim İngiltere Genelkurmay Başkanı Nick Carter ve Savunma Bakanı Ben Wallace, Londra'nın Trump yönetiminin Taliban ile yaptığı anlaşmanın ayrıntıları konusundaki rahatsızlığını gizlemediler. Aynı nedenle, son dört gün içinde Washington'un Batılı müttefiklerinden bazılarının, geri çekilme meselesinin ele alınış ve gerçekleştirilme biçiminin yol açtığı feci sonuçlar için Washington'u suçladıklarını duyduk ve gördük. Hatta bazıları bunu “NATO için kuruluşundan bu yana en büyük felaket” olarak tanımladılar. Bu nedenle Biden, Trump yönetiminin ellerini bağladığını, kendisine geri çekilme taahhüdüne bağlı kalmak veya Taliban ile yeni bir savaşa girme riskinden başka seçenek bırakmadığını söyleyerek kendisini haklı çıkarmaya yöneldi.
Büyük güçler arasındaki rekabet ortamında Çin ve Rusya, ABD ile alay etme fırsatını kaçırmadılar. Çin devlet medyası, "Taliban'ın iktidarı ele geçirmesi süreci, ABD’deki başkanlık devir teslim sürecinden daha yumuşaktı" diyerek Washington'a çifte alaycı darbe indirdi. Ancak bu alaycılığa rağmen, Taliban'ın geri dönüşünün yansımaları ve komşu ülkelerde yol açabileceği istikrarsızlık olasılığı konusunda da endişeler var.
Çin'in kaygısı belki de Afganistan'dan daha önce iki darbe alan Rusya'dan daha az. İlk darbe, Afganistan’da aldığı askeri hezimetler ve 1979’daki aşağılayıcı geri çekilmesiydi. İkincisi, bazıları Afganistan'dan dönen Çeçenler tarafından Moskova'da gerçekleştirilen saldırı ve bombalamalardı. Çin, Taliban'ı ticaret ve maden sektörüne yatırım ile evcilleştirebileceğini düşünüyor. Afganistan toprakları, cep telefonu ve araba bataryalarının en önemli kaynağı olan lityum gibi değerli madenler açısından zengin. Pekin, Taliban ile bir sorunu olmadığını ve ilişkilerin iyi olduğunu deklare ederek, boşluğu altyapı projeleri ve birçok alandaki dev yatırım planlarıyla doldurmaya hazırlanıyor.
Batılı başkentlerin şoktan uyandıktan sonra, karşı karşıya kalacakları soru ise şu; Afganistan'da iktidara geri dönen Taliban ile nasıl başa çıkılacak?
ABD terörizmden, Avrupa ise terörizm ve mülteci akınından endişe ediyor. Avrupa hükümetleri, Akdeniz'den ölüm botları ile gelen göçmenlerin sayısındaki artıştan şikayet ettikleri bir zamanda kapılarını çalan yeni göçmen dalgasından korkuyla bahsetmeye başladılar bile. Geçen yıl, Avrupa'da sığınma talebinde bulunanların yüzde 10'u Afgan'dı. Şimdi dünya çapında yaklaşık 3 milyon kayıtlı Afgan mülteciye yüz binlercesinin katılması bekleniyor.
Bu korkular nedeniyle Batılı başkentler, 20 yıl önce olduğu gibi Taliban'ı tecrit etmeye veya boykot etmeye başvurmayacak, aksine onu bir oldubitti olarak ele alacak ve belki de yardım vaatlerini de kullanarak onu eski davranışını değiştirmeye zorlayacak. Nitekim İngiltere, bir sonraki aşamada Taliban'a nasıl davranılacağı konusunda "birleşik bir strateji" geliştirmek için ABD, Fransa ve Almanya ile iletişime geçmekte gecikmedi. Söz konusu strateji, Taliban rejiminin uluslararası arenada tanınmasını, insan haklarına, azınlıklara ve kadınlara saygı, yönetime katılımı genişletmek, Afganistan topraklarının terörist hareketler için bir sığınak olarak kullanılmasına izin vermemek gibi belirli yükümlülüklere bağlamaya dayanıyor.
Devrildiğinden beri Taliban’ın doktrini; “Sizin saatleriniz var, ama zamanın sahibi biziz” oldu ve bugün zaman, Taliban’ın lehine görünüyor. Batı ise, bakıp bekliyor. Döngünün yeniden yaşanmaması, saatin akreplerinin 20 yıl geriye dönmemesi, Afganistan’ın yeniden iç savaşların kaynağı, terörist hareketlerin yatağı, endişe ve müdahalelerin kaynağı olmaması için Taliban’ın gerçekten değişmiş olmasını umuyor.