İstemi Yılmaz
TT

Taliban Afganistan’ı: Kime dost, kime düşman?

ABD Başkanı Joe Biden’ın askerlerini Afganistan’dan çekme kararı sonrası ülkenin kontrolü birkaç haftada Taliban’ın eline geçti. Pentagon’un askeri desteği olmadan, kırsaldan gelen Taliban rüzgarı önce askeri ardından da siyasi iktadarı tek hamlede yuttu.
Bugün geldiğimiz noktada “Taliban zulmünden” kurtulma umuduyla Kabil havalimanından kalkan uçakların kanadına tutunan Afganlarla karşı karşıyayız. Çoğu kentli, on binlerce Afgan vatandaşı ardına bakmadan ülkesini terk ediyor. Devlet Başkanı Eşref Gani bile gemiyi ilk terk edenlerden.
Elbette NATO’nun fiziki varlığının olmadığı bir senaryoda bu beklenen bir durumdu. Fakat yine de bu kadar çabuk gerçekleşmesi umulmuyordu. Çekilme kararının zeminini hazırlayan, Biden’ın selefi Donald Trump ve ekibiydi. Trump’la birlikte hedef tahtasına Çin’i oturtan Washington, Afganistan’ı “bir terör koridoruna” çevirmeyi planladı. Bunun sebebi Pekin’in ticari hegemonyasını pekiştirecek “Kuşak ve Yol projesinin” Afganistan’dan geçmesiydi. Bölgenin terör örgütlerinin yuvasına dönüşmesi hem doğrudan Kuşak ve Yol’un hem de Çin-Pakistan ittifakının dibine dinamit döşeyecekti.
ABD sırf İslamabad-Pekin yakınlaşmasına yanıt vermek adına Hindistan’ın Keşmir kumarına göz yumdu. Hindistan-ABD ile Pakistan-Çin kutuplaşması, Afganistan’ın kazananı belirleyeceği bir denge savaşına evrildi. Cumhuriyetçi Trump’ın miras bırakığı strateji kısa sürede Demokrat Biden tarafından da sahiplenildi. Nitekim yeni Başkan’ın ilk adımı da Amerikan askerlerini Afganistan’dan çekmek oldu. Böylece ABD’ye 20 yılda 2,2 trilyon dolar ve 2 bin 500’e yakın askerin hayatına mal olan işgal sona erdi.
Peki Amerikan stratejisi başarılı oldu mu veya olacak mı?
Yukarıdaki sorunun yanıtı Taliban’ın başkent Kabil’i ele geçirmesinin ardından verilen tepkilerde saklı. Batı’nın feveranını Pekin’de görmüyoruz. Çin’den yapılan ilk açıklama oldukça itidalli: “Afganistan'da şimdiden büyük değişiklikler yaşandı. Afgan halkının isteklerine ve tercihlerine saygı duyuyoruz.”
Taliban’dan Kuşak ve Yol konusunda “güvenlik garantisi” almadan Pekin’in bu kadar sağduyulu olmasını beklemek saflık olur. İlk iktidar döneminde (1995-2001) sadece Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Pakistan Taliban yönetimini tanımıştı. İkinci iktidar döneminde bu ülkelere Rusya, Çin ve Katar da eklenebilir.
İkinci iktidar döneminin başında örgüt, uluslararası siyasetin kurallarının farkına varmış bir profil çiziyor. Pekin ve Moskova ile yakınlaşıyor. İslam dünyasında Türkiye’yi kaybetmeden bir denge oluşturmak istiyor. Katar’ın medya desteğinden yararlanıyor. Ve belki de en önemlisi, basınla her buluşmada Batı’nın sinirlerini zıplatmamak adına yeni Afgan toplumunda kadının statüsünün “fazla değişmeyeceğini” tekrarlıyor. Sırf bu nedenle yabancı medyayla buluşmalarsa moderatör olarak kadın gazeteciler tercih ediliyor. Elbette Taliban’ın samimi mi olduğunu yoksa “köprüyü geçene kadar” militanların dişlerini mi sıktığını zaman gösterecek.
Afgan halkı yozlaşmış siyasetçilerden, yabancı askerlerden bıktı. Her şeyden önce istikrar ve güvenliğe susamış haldeler. Tabii ki kitlesel kaçışlar, kadınların korku dolu bekleyişleri, Kabil’e çöken kara bulutlar Afganistan adına endişelenmemize yeter. Ancak hiçbir toplumsal değişim işgal, darbe veya dış müdahaleyle gerçekleştirilemez. Afganistan’ın işgal, kan ve katliamla dolu son 40 yılı bize bunu öğretti.