Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Çekilme sonrası Afganistan tartışmaları

Obama döneminde alınan, Trump döneminde onaylanan ve Biden döneminde uygulanan Afganistan'dan çekilme kararının halen doğru bir karar olduğu, ABD'nin çıkarlarına hizmet ettiği konusunda bir Amerikan konsensüsü var. Ancak kötü geri çekilme yöntemi konusunda da bir konsensüs bulunuyor ve bu iki yönlü; birincisi, Kabil Havalimanı ve çevresinde yaşanan sahnelerin dehşeti. İkincisi, Amerikan ordusunun ve müttefiklerinin kamplarından ziyade Afgan ordusunun kamplarından Taliban Hareketinin eline pek çok ve büyük silahın geçmesi. Üçüncü husus, ABD ile 20 yıl savaşan müttefiklerle istişare edilmemesi. Oysa bu çeşitli nedenlerle gerekliydi; geri çekilmenin kaçışa benzeyen bir yenilgiye dönüşmemesi için ortak planlama, Afganistan ve bölgenin stratejik kaderini, şimdi kötüleşen, ancak birkaç yıl daha devam edeceği kesinleşmiş mülteci sorununu birlikte düşünmek.
İngiltere, ABD’den sonra, temel iki nedenden dolayı en endişeli ülkeler arasında görünüyor. İlki, geri çekilme mekanizmaları hakkında ortak palan eksikliği. İkincisi, stratejik kaderlerle ilgili ne ortak ne de ortak olmayan bir planın yokluğu. Fransa ve Almanya ise mülteci meselesiyle meşguller ve bu endişede şu ana kadar danışmadıkları Türkiye, İran, hatta Hindistan ve Pakistan gibi taraflarla ortaklar.
Zafer duygusu sergileyen ve Batı ile alay eden Müslüman Kardeşler ve dışındaki İslami hareketlerin ötesine geçersek, güven ve geleceğe dair umut veren iki ülke Pakistan ve Çin. Ardından, bir yandan İran sınırına daha fazla Afgan mültecinin girişini engellemek için duvar ören, diğer yandan Afganistan’da yatırımlara sahip olmayı ve ABD ile Taliban arasında arabuluculuk rolü oynamayı uman Türkiye geliyor.
ABD’ye dönersek, Foreign Policy dergisi, Taliban ile İran arasında var olduğunu gördüğü "yakın" ilişkiler konusundaki büyük endişesini dile getirdi. Nitekim Molla Ömer'in ilk halefi Molla Mansur, İran'dan dönerken sınırda bir Amerikan İHA’sı tarafından öldürülmüştü. İran yıllardır Taliban'a eğitim ve ekipman sağlıyor. Ancak aynı derginin başka bir yazarı, Taliban'ın ilk yönetim dönemi (1996-2001) sırasında Şiilere ve İran'a karşı çok düşmanca davrandığını belirtiyor. 2001- 2002’de ABD saldırdığında – el-Kaide'nin aksine – Taliban’ın büyük bir bölümünün Pakistan sınırındaki dağlık tepelere doğru çekildiğini, buna karşılık yüz binlerce Şii Afganın, İran'a kaçmaya devam ettiğini ifade ediyor. İran’ın binlerce Afgan genci, Suriye'de Devrim Muhafızları önderliğinde Fatımiyyun ve Zeynebiyyun gibi isimler taşıyan milis gruplarında paralı asker olarak kullandığını kaydediyor. Elbette İran, Taliban'ın Amerikalılara karşı savaşını onaylayan bir propaganda yürütüyordu, fakat bütün deliller Hazaraların modern tarihlerinin hiçbir döneminde Amerikan işgali döneminde olduğu kadar rahat yaşamadıklarını gösteriyor.
Geri çekilmenin stratejik sonuçlarına, Ruslar ve Çinliler gibi bundan fayda sağlayabilecek taraflara yönelik bir Amerikan ilgisi ve dikkati var. Ama görünen o ki, 2 ay önce Taliban’dan bir heyetin Çin'i ziyaret etmesi ve büyük bir memnuniyetle karşılanmasından sonra, halihazırda (tabiri caizse stratejik) bir Çin sessizliği var. Bir hafta önce bir Taliban yetkilisi, Afganistan'ın iki büyük dostu olacağını söyledi, Çin ve Türkiye! Çinliler sessiz bir şekilde ABD'nin ayrılmasını nasıl bekliyorlarsa, İranlılar da sessizler ve şu anki durumda kazanmayı ummaktan ziyade, kötülükten kaçınmak istediklerini düşünüyorum.
İngilizlerden bile daha kaygılı olanlar ise Ruslar. Neredeyse her gün çelişkili açıklamalar yapıyorlar. Dışişleri Bakanı Lavrov, Ahmed Şah Mesud liderliğinde Pençşir Vadisi'nden Taliban’a karşı başlatılan direnişi müjdeliyor. Devlet Başkanı Putin ise bir Batı’nın ithal değerlerini Afganlara dayatmaması gerektiğini söylüyor. Ardından Afganistan'a askeri müdahalede bulunmayacağını veya Tacikistan'daki Rus üssünün desteklenmesi emri verdiğini söylüyor. Ruslar, Taliban'ın Moskova'ya bağlı İslam cumhuriyetlerine müdahale etmesinden korkmuyor. Aksine, bu cumhuriyetlerdeki hoşnutsuzların Taliban ülkesine sığınmasından korkuyorlar. Batılılar gibi onlar da, Taliban'ın DEAŞ’a karşı güçlü düşmanlığını bilmelerine rağmen, terörizmin Afgan ülkesinde yeniden konuşlanmasından korkuyorlar.
Peki, geri çekilmenin ABD üzerindeki gerçek stratejik etkileri neler?
Thomas Friedman "The New York Times" gazetesinde çekilme kararının doğruluğunu gösteriyor. Geri çekilmenin organizasyonunda yaşanan hayal kırıklıklarından bağımsız olarak, 10 yıldan fazla bir süredir savaşın tamamen kaybedildiği kabul edildiği halde, ABD neden işgali sürdürmekte diretsin, diye sorguluyor. Geri çekilmenin ABD’ye hiçbir olumsuz stratejik etkisinin olmayacağına, sorunlarla dolu bu ülkenin modern tarihi boyunca olduğu gibi komşuları için ciddi bir endişe kaynağı olmaya devam edeceğine inanıyor. Friedman şunu da söylüyor; el-Kaide'yi Afganistan'da vurmak gerekiyordu, çünkü 2001'de ABD'ye oradan saldırmıştı, ama bugün buna artık gerek yok ve belki de ABD ordusu ve müttefikleri 2010'da Irak'tan çekilirken Afganistan’dan da çekilmeliydi!
Ünlü düşünür Francis Fukuyama'ya gelince, artık inkar edilemeyecek çok kutupluluk nedeniyle “Amerikan hegemonyasının sonu” hakkında yazıyor. Ama bu onu ABD'deki "iç kutuplaşma" kadar rahatsız etmiyor. Zira halihazırda ABD’de ne kadar küçük olursa olsun herhangi bir konuda konsensüs sağlamak artık mümkün değil. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, Afganistan'dan çekilmenin gereği konusunda hemfikirdiler, ancak şimdi görüşleri karşıtmış gibi tartışıyorlar. Her şeyde ve her konuda anlaşmazlık devam ediyor ve kurumlar artık vergiler ve korona gibi küçük konularda dahi olması gerektiği gibi çalışmıyor. Başkanlık seçimleri sırasında bile, ancak iç savaşta bir benzeri görülebilecek Kongre saldırısıyla ABD demokrasisi büyük bir gerileme yaşadı. Vietnam Savaşı ABD'yi içeriden değiştirdi, Afganistan savaşına gelince, böyle bir etkisi yok çünkü etrafında dönen dahili tartışmalar bölünme ve kutuplaşmanın bir sonucu, nedeni değil! ABD hegemonyasını, ona yakın ve karşı dünyada ABD’nin prestijini çökertecek olan da bu iç kutuplaşmadır. Yani, mesela Rusya Ukrayna'yı işgal ederse, herhangi bir Amerikan başkanı, bu iç bölünme koşulları ortasında, vekalet güçler yoluyla savaşma kararı dahi alabilir mi?
Fukuyama, ABD'nin (ve onunla birlikte Avrupalı Batı'nın) kaybettiği en önemli şeyin ahlaki güç veya ahlaki üstünlük olduğunu düşünüyor. Ona göre bunlar, orduların gücünün, hatta ekonominin, Amerikan ve Avrupa yaşam tarzı hakkında söylenenlerin ve söylenmeye devam edilenlerin gerçekleştiremeyeceği değerler, demokratik ve insani itibarlardır.
Pek çok kaynağı olan bu derin üzüntü ya da bunalım, Afganistan'dan çekilme vesilesiyle değil, kendisi ya da mensupları ile nasıl başa çıkılacağı konusunda herkesin kafasının karışık olduğu bu İslam ile ilgili derin bir hayal kırıklığını da gizlemiyor. Nüfusu yaklaşık 40 milyon olan Afgan halkının yaklaşık üçte biri şimdi herhangi bir yere göç etmek istiyor. Bu firarilerin veya kaçmak isteyenlerin hepsi Taliban gibi Müslüman, ancak yönetim, ardından savaş yılları boyunca kendisiyle daha önce yaşadıkları deneyimler nedeniyle ve onunla aynı insani hayat değerleri ve beklentileri paylaşmadıkları için Taliban’dan çok korkuyorlar.
Evet, çoğumuz ne dünyayı korkutmak ne de ondan korkmak istemeyiz ama bu iki şey her zaman olur. Kuvvet ve kudret ancak yüce ve büyük Allah’ındır.