Vahdettin İnce
Yazar
TT

Kendilerini müstağni gören düzmece tanrıların düzeni

“Böyle gelmiş bu dünya böyle gider” sözü ne ifade ediyor? Dünyadaki hayatın işleyişine egemen ilahi-doğal yasaların değişmezliğini mi? Yoksa insanların adalet, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkelerine göre barış içinde yaşamayı bir türlü beceremediklerini, beceremeyeceklerini mi? Ya da dünya üzerindeki hayata egemen olan ilahi-doğal yasaların adalet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkelerine göre bir hayat düzeni oluşturmayı öngördüğü halde insanların hırsları ve azgın hevesleri yüzünden bunu beceremediklerini, bu gidişle de beceremeyeceklerini mi anlatıyor?
Ben üçüncü şıktan yanayım. “Böyle gelmiş bu dünya böyle gider” bir determinizmi, bir değişmezliği, cebri değil, evrensel yasalar sistemi, değişmez ahlak ilkeleri uygun olduğu, ilahi dinlerin peş peşe gelerek bu yasalar sistemine ve ahlak ilkelerine göre bir hayat sistemi kurmayı telkin ettikleri halde insanların bu telkinlere göre hareket etmeyi bırakarak heva ve heveslerine göre yaşamayı tercih ettiklerini bir şikayet, bir eleştiri, bir durum tespiti olarak dile getiriyor.
Son günlerde gündemin tamamını meşgul eden Afganistan’ın yeraltı ve yerüstü kaynaklarına ilişkin bir harita gördüm bir yerde. Zengin ve müreffeh bir hayat sürmek için bir bakıma her türlü altyapı sunulmuş. Ama gelin görün ki Afganların kendileri bunu beceremiyorlar. Onlarca yıldır o zenginlikler üzerinde aç, sefil, perişan, bitmeyen bir kan deryasında yüzüyorlar. Dönem dönem onları kurtarmak, düzeni kurmak için gelen büyük güçler de yarayı derinleştirmekten başka bir işe yaramıyorlar. Çünkü hem Afganların kendileri, hem de dışarıdan gelen güçler kendi heva ve heveslerine, yani çıkarlarına göre hareket ediyorlar. Afganların kendilerinin de çıkarlarına göre hareket ettiklerini söylemiş olmamı yanlış anlamayın, bireysel veya grupsal çıkarı kast ediyorum, bütünsel millet veya ümmet çıkarını değil. Öyle olsaydı, varlık yasasına uygun bir hayat düzeni kurarlardı.
Gündemde olduğu için Afganistan’dan söz ediyorum, yoksa neredeyse bütün dünya, ülkemiz de dahil özellikle Müslümanlık alemi bu haldedir. Hiçbir medeniyet, hiçbir tevhit dini insanın bu azgın hevesine gem vurmayı beceremedi ve dünya kurulduğu günden bugüne hep böyle geldi.
Evet elimizde tevhit dinlerinin, özellikle en kusursuz şekliyle İslam’ın adalet, kardeşlik, eşitlik esaslı bir hayat sürmek için sundukları bolca prensip var. Üzerinde yaşadığımız dünya tevhit dinlerinin öngördüğü bu hayatı kurmak için gerekli olan maddi ve manevi tüm malzemeyi barındırıyor. Buna rağmen azgın heves dizginlenemiyor.
Çünkü insan liderlik, iktidar, güç ve servet sahibi olunca Kur’an’ın ifadesiyle müstağni olur. Kimseye ihtiyaç duymama duygusu yani. Bir bakıma Allah’ın kimseye muhtaç olmaması anlamında “es-Samed” isminin alternatifine bürünür. Yani gemi azıya almış müstağnilik duygusuyla tanrılık taslar.
“Böyle gelmiş bu dünya böyle gider” sözü, özellikle üstyapıda liderlik, iktidar, güç ve servet ile müstağnileşen insanın bir tür tanrılık iddiasında bulunduğunu ve bunun değişmediğini anlatıyor.
Bütün bir dünya müstağni düzmece tanrıların elinde inim inim inliyor. Sadece Afganistan değil, bütün bir dünya.