Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Bağdat Zirvesi: Daha fazla halkla ilişkiler daha az nihai uzlaşmalar

Bağdat Zirvesinin sahnesinde Irak’ın yeniden keşfi gibi bir şey yaşanıyor. 11 Eylül 2001'den sonra rejiminin devrilmesinin Ortadoğu'da 20 yıllık köklü değişikliklerin habercisi olduğu bir ülkenin kurtuluşu için bir tür kutlama var. Keskin ironilerin eksik olmadığı bir kutlama. 11 Eylül 2001’den 20 yıl sonra, kamera aynı anda her iki yere odaklanıyor. Kabil’deki kamera, Taliban ile koordineli olarak ABD'nin geri çekilişinin hadiselerini aktarıyor. Bağdat'taki kamera ise, Körfez, Arap, bölgesel ve küresel uyumsuz, birbirine rakip taraflar arasındaki "İşbirliği ve Ortaklık" zirvesinin gelişmelerini yayınlıyor.
Bağdat Zirvesinin birinci kazananı, Başbakan Mustafa el-Kazimi ve Cumhurbaşkanı Berhem Salih’in sırasıyla üstlendikleri ulusal, birleştirici bir dil yakalamaya çalışan Irak oldu. Kazimi göreve geldiğinden beri genişleyen ve kök salan bu yeni dil olmasaydı zirve mümkün olmazdı. Dolayısıyla Bağdat Zirvesi kısmen Irak'ı yeniden konumlandırma deneyiminde destekleyici bir zirve.
Başta BAE-Katar ikili görüşmesi, Katar-Mısır-Irak üçlü görüşmesi olmak üzere zirve kapsamında gerçekleştirilen görüşmelere, son yıllarda hakim olan neo-Osmanlı üslubunu yumuşatmış yeni bir siyasi dille Türkiye’nin varlığına gelince, alternatif çatışma sahası, vekalet savaşları ve eksen çekişmelerinin arenası olarak Bağdat’ın bilinen görüntüsünün aksi bir görüntüydü. Her ne kadar Türk askerinin Başika'daki üs ile Irak topraklarındaki varlığı veya Türk ordusunun Irak'taki operasyonları üzerine gölge düşürse de Türkiye’nin dili artık farklı. Yeni Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan'ın şahsında İran'ın varlığına ve eski söylemlerine gelince, daha kibar ve kuşatıcıydı, ama öte yandan İran'ın bölge, dosyaları ve sorunlarına dönük stratejik vizyona ilişkin pozisyonunun sabitliğini yansıtıyordu.
Bağdat zirvesi bu anlamda, Irak'ın bu bağlama, Suriye ve Lübnan'ın bir sonraki duyuruya kadar dışında kaldığı geniş Arap ve bölgesel dönüşüme dahil edilmesiydi.
Bunun ışığında, uyuşmazlık nedenleri azaldıkça, katılımcıların ilişkilerindeki diplomatik atılımları takviye etmenin mümkün olduğu açığa çıktı. Öte yanda ise uyuşmazlık faktörlerinin gücü ve sürekliliği nedeniyle atılımları takviye edebilme ve oluşturabilme zorlaştığından yerini karşılıklı iltifatlar ve nezakete bıraktı.
Siyasal İslam projesinin Mısır, Sudan ve son olarak Tunus'ta yaşadığı büyük kayıplar ve Libya'daki denklemin göreli değişiminin ardından, bu yılın başında Suudi Arabistan'da düzenlenen el-Ula Zirvesinde ortaya çıkan atılımları pekiştirme yollarını araştırmak mümkün hale geldi. Ula Zirvesi aynı zamanda Körfez ve Arap uzlaşması için bir yol haritası çizdi, Suudi Arabistan-Türkiye-Katar ilişkileri, Mısır-Türkiye-Katar düzeyinde tanık olduğumuz tüm uzlaşı süreçleri ve son zamanlarda da BAE-Türkiye-Katar ilişkilerindeki önemli atılımları kucaklayan bir ortam yarattı.
Öte yandan, bölgesel güvenlik dosyaları, komşuların egemenliğini devre dışı bırakma ve milis grupları destekleme stratejisi konusunda İran ile var olan çekişme faktörlerin gücü nedeniyle, son yıllarda ilişkilerde egemen ve olağan olanın dışına çıkmayı sağlayacak bir Arap-İran veya Körfez-İran atılımlarını görmek mümkün olmadı.
Her iki durumda da, Ula Zirvesinden bu yana Arap ve bölgesel ilişkiler düzeyinde yaşananların büyük önemine rağmen, dönüm noktaları değil, atılımlar kelimesini kullanıyorum. Çünkü bunlar halen yumuşak atılımlar ve iyi niyet kemiklerini kaplayacak çok sayıda politik, fiili ve pratiğe gereksinimi var.
Irak önemli seçimlerin eşiğinde. Seçimler, Irak’ın Bağdat Zirvesinin ifade ettiği konumunu ve rolünü mü sağlamlaştıracağı yoksa  gerileyip, 2003'te Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi ile Ekim 2019 ayaklanmasının patlak vermesinin arasındaki dönemde bildiğimiz haline geri mi döneceği hususunda belirleyici olacak. Irak'ın gerilemesi (Allah korusun) Bağdat Zirvesi sahnelerinde atıfta bulunulan umut vadeden tüm başlıklar için de bir gerileme olacak. Zira dorunlar birbiriyle bağlantılı ve siyasi iklim bölge genelinde birbirinden oldukça etkileniyor.
Bağdat Zirvesi ve haddizatında toplanmış olması iyimser olmak için bir neden. Çünkü herkesi geri adımlar atmaya, soğukkanlılığı kızgınlığa tercih etmeye zorlayan iki ana değişkenin ışığında bölge ülkelerinin ilişkilerinde meydana gelen anlık değişimlere bakan bir pencere sunuyor. Bu iki değişken;
- ABD’nin Ortadoğu'dan giderek artan şekilde çekilmesi ve geride bırakacağı belirsiz boşluklar. Afganistan ilk sınavdı.
- Enerji piyasasının geleceği, kaynakları, ekonomiyi çeşitlendirme politikaları, sosyal ve politik istikrarın temelleri hakkında sorulan sorular.
Zirvenin iklimi ayrıca genel olarak, dünyanın korona pandemisinin esaretinden kurtulmasının ardından, tüm ülkelerin beklenen refah aşamasından en iyi şekilde yararlanmaya oynadıkları bahis ile birleşiyor. Bu, uyuşmazlıkları minimuma indirmeye, yatırımları maksimuma çıkarmaya ve istikrara olan ilginin her şeyin üstünde olduğunu düşünmeye teşvik eden bir bahis.
Bölgedeki yatıştırma eğilimleri konusunda dikkatli olunmasını gerektiren hususa gelince, ABD-İran arasında nükleer dosyaya ilişkin müzakerelerdeki yavaşlama, hiç kimsenin İsrail'in tepkisiz kalacağını garanti edemeyeceği Tahran’ın nükleer ihlallerinin birikmesinin ışığında İran dosyasındaki muhtemel ısınmadır.
Bu bağlamda ABD Başkanı Joe Biden'ın İsrail Başbakanı Naftali Bennett ile yaptığı ilk görüşmede yaptığı açıklama dikkat çekti. Biden, ülkesinin diplomasi başarısız olursa İran'a yönelik başka seçeneklere hazır olduğunu söyledi. Beyaz Saray daha sonra iki tarafın İran'ın tehlikeli bölgesel davranışını kontrol altına alma ve caydırıcılık adımlarını tartıştığını söyledi. Washington'un halen diplomasiye öncelik verdiği kesin.  Ancak İsrail'in savaş ile savaşsızlık arasında gri bölge stratejisi olarak adlandırdığı, yani İran'ı peş peşe iç ve dış saldırılarla hedef alma anlamına gelen stratejide sebat edeceği de kesin. Kesin olmayan ise Tahran'ın, iktidardaki muhafazakarların varlığında prestijinin ve imajının kan kaybetmesine tahammül etmeye devam edip etmeyeceği.
Bu arada İran, yatıştırma niyeti ve özellikle Körfez ülkeleri ile arasındaki askıda kalmış sorunları çözmeye hazır olduğu konusunda mesajlar gönderiyor. Bu mesajlar, Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin yemin törenine katılan Arap yetkililere de iletildi. Hem de bazılarına tören kapsamında gerçekleştirilen görüşmelerde doğrudan Reisi tarafından iletildi.
Ne var ki, İran’ın güzel sözleriyle Tahran ile acı deneyimin mirası arasındaki mesafe hatırlandığında, buna inanmak için çok fazla iyi niyet gerekiyor.