Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Müslüman toplumlarda barış kültürü niçin yok?

Taliban’ın Afganistan’da yönetimi gasp etmesi, Afganistan’da ve dünyada geniş bir savaş, şiddet ve terör dalgasının doğmasına neden olacaktır. DEAŞ Horasan grubu, Taliban’la giriştiği egemenlik mücadelesinden vazgeçmeyecek ve terör saldırılarını  arttırmaya devam edecektir. Afganistan, Pakistan, Libya, Irak, Suriye, Mısır, Sudan, Somali, Etyopya, Cezayir gibi Müslüman ülkelerin çoğuna baktığımız zaman buralarda savaşın, şiddetin ve çatışmanın egemen olduğunu görüyoruz. Müslüman toplumların kendi içlerinde barış olmadığı için, dünyayla savaşmakta ve dünyaya karşı şiddet üretmeye devam etmektedirler. Müslümanlar arasında barış olmadığı sürece, dünyada barış olmayacaktır. Afganistan ve Taliban problemi, Müslüman coğrafyasında derin bir şiddet ve ölüm kültürünün egemen olduğunu, hayat ve barış kültürünün  inşa edilmesinin imkansızlık düzeyinde zor olduğunu göstermektedir. Müslüman ülkelerde sahici anlamda barış kültürünün niçin olmadığı sorusu, Müslüman toplulukların ve dünyanın gündeminde yer alması gereken en önemli soruların başında gelmektedir.
Müslüman toplumlarda şiddet, günlük hayatın  doğal bir parçası, kalıbı ve gerekliliği olarak uygulanmaktadır. Kasıtlı olarak  insanlara fiziksel olarak zarar vermek, yaralamak ve onların günlük hayatlarını  karşılamalarına engel olmak şeklindeki direkt şiddet, Müslüman toplumlarda  günlük hayatın  her alanında uygulanmaktadır. Günlük hayatın  her alanında şiddetin belirleyici olduğu bir kültürde barışa yer açılamamaktadır.
Müslüman toplumlar, yapısal olarak şiddet, çatışma ve savaş üretmektedirler. Müslüman toplumların  sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik ilişkileri istismar ve baskı üzerine kuruludur. Afganistan’da  farklı etnisiteler, birbirlerine baskı ve şiddet yoluyla   birbirlerine egemen olmaya çalışmaktadırlar. Taliban, Peştunların baskı ve şiddetle Taciklere, Hazarlara, Özbeklere hakim olma hareketidir. Taliban, bundan dolayı anti-emperyalist bir mücahit devrimciler hareketi değildir. DEAŞ, Irak ve Suriye’de Sünni Arapların, Kürtlere ve Şiilere hakim olmasını amaçlamaktaydı. DEAŞ, toplumsal öfke patlaması sonucu ortaya çıkan haklı bir sosyal hareket olarak değerlendirilemez.  Baskı, sömürü ve hakimiyet arzu ve amaçları, şiddet, savaş ve çatışma ile tatmin edilmektedir. Müslüman toplumlarda şiddet kolaylıkla var olmakta ve kendini organize edebilmektedir. Müslüman toplumlarda  hakim olan kültürel yapı sürekli olarak şiddet ve çatışma  üretmektedir. Bazı toplumsal kesimler,  adaletsiz biçimde bütün imkanlardan yararlanırken, toplumun geniş kesimleri derin bir yoksulluk ve yoksunluk içindedirler. Siyaset, eğitim,ekonomi,  ordu, din ve medya hakim ve avantajlı kesimlerin  kontrolündeyken, geniş halk yığınları sessiz, çaresiz ve  sefalet içinde bir hayata mahkum edilmektedirler.
Müslüman toplumlara hakim olan egemen kültürel yapı, farklı olana saygı göstermeyi, toleransı ve çoğulculuğu  beslememekte, desteklememekte ve geliştirmemektedir. Müslüman toplumların kültürlerinde nefret ve ayrımcı söylemler kolaylıkla üretilebilmektedir. Irkçı, cinsiyetçi, etnosentrik, tekelci, kabileci, mutlakçı ve tek tipçi yaklaşımlar, Müslüman kültürel yapıların ürettiği çatışma ve şiddet kaynaklarıdırlar.  Kültürel yapının bizzat kendisinin barışçıl değil, çatışmacı olması, problemin kaynağını oluşturmaktadır.
Müslüman toplumlarda şiddet ve çatışma hep var olduğu için kolaylıkla kendini  örgütleyebilmektedir. Müslüman toplumlarda örgütlü şiddet hareketlerini  geriletmek veya etkisizleştirmek imkansızlık düzeyinde zordur. 2002 Yılında  etkisizleştirilen Taliban’ın yirmi yıl sonra sosyal ve siyasal hakimiyetini  gerçekleştirmesi, bunun önemli bir örneğini oluşturmaktadır. Müslüman toplumlarda şiddet niye hep var ve kolaylıkla örgütlenebilmektedir?  Müslüman toplumlarda  adaletin yokluğu, şiddeti hep var eden  ve örgütleyen ana nedendir.  Adaletin olmadığı toplumlarda insanlar, kendilerini gerçekleştirememekte, potansiyelleri ve kapasiteleri körelip tükenmektedir. Kendilerini gerçekleştirmeyen kişiler, bir var olma ve kendini gerçekleştirme  yolu olarak şiddete başvurmakta ve şiddeti örgütlemektedirler. Müslüman toplumlarda şiddet yapanlar, eğitimli kesimlerdir. Taliban, Afganistan ve Pakistan medreselerinde eğitim görmüş kişilerin organize ettiği bir harekettir. Medreselerden aldığı eğitim sonucunda Taliban, kendisi dışında  olan hiç kimseye  şefkatle, adaletle ve saygıyla yaklaşmamaktadır. Kendisi dışında kalan toplum kesimlerini, kadınları, komedyenleri, müzisyenleri, Şiileri, kısacası herkesi kolaylıkla düşman haline getirmekte ve öldürmektedir. Bencilliği ve gaddarlığı din olarak öğrenen ve içselleştiren Taliban gibi eğitimli terör hareketleri, insanların kendilerini gerçekleştirmesi için ihtiyaç duyulan bütün imkanları ortadan kaldırmaktadırlar.
 Müslüman toplumlara hakim olan kültürler, kişilerin kendilerini gerçekleştirmelerine imkan vermediği gibi, rahat bir nefes almalarına da izin vermemektedir. Ölümü göze alarak yüzlerce kişinin uçakların kanatlarına çıkarak Afganistan’dan kaçmaya çalışması, Müslüman toplumlarda kendini gerçekleştirme imkanlarından bırakılmış milyonlarca insanın  nefes almak için gösterdiği  yaşam çığlığı olarak değerlendirebiliriz.
Müslüman toplumları, ölüler yönetmekte ve yönlendirmektedir. Yüzlerce yıl önce yaşamış kişiler ve kaynaklar, Müslüman toplumların yol gösteren kaynakları olmaya devam etmektedir. Ölmüş insanların ve köhnemiş kaynakların yönlendirdiği ve yönettiği Müslüman toplumlarda doğal olarak ölüler tarafından üretilen bir ölüm kültürü egemen olmaktadır. Ölüm ve şiddet kültüründen kurtulmak için Müslüman toplumların ölüye ve ölüme olan bağımlılıktan ve  nekrofilizmden kurtulmaları gerekmektedir. Barış ve hayat kültürünü ölüler ve ölümperestlik inşa edemez. Barış ve hayat kültürünün yeşermesi ve inşası için yaşayan insanların özgür, dinamik ve yaratıcı faaliyetlerine ve eserlerine ihtiyaç vardır. Barış ve hayat kültürünün yeşermesi ve inşası için  özgürlüğe, adalete ve demokrasinin varlığı gerekmektedir. Despotizm, cehalet, fanatizm ve kölecilik, ölüm ve çatışma kültürünü derinleştirmekten ve kalıcılaştırmaktan başka bir işe yaramamaktadır.