Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Horan’ın başkenti Dera terör örgütlerinin işgali altında

Dera, şehir ve bölge olarak Ürdün’ün yumuşak karnı ve Ürdün’ü hedef almanın kapısı addediliyor. Bu durum, yalnızca baba ve oğul Esed yönetimleri dönemleri değil, uzak yakın geçmiş dönemler için de geçerli. En tehlikelisi de Suriye-Mısır birliği dönemiydi. Bu nedenle, Ürdün Kralı İkinci Abdullah’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile temaslarda bulunmak için Moskova’ya düzenlediği son ziyaret oldukça önemli. Zira bilindiği gibi Putin’in ülkesi Rusya’nın, güvenlik ve askeri açıdan stratejik olarak tanımlanan Ürdün’e komşu Suriye bölgelerinde yoğun bir askeri varlığı bulunuyor.
Bilindiği üzere, son yıllardaki gelişmeler nedeniyle Ürdün’e sığınan Suriyeli sığınmacıların sayısı 1 milyonu geçiyor. Sığınmacı akını Arap Baharı’ndan sonraki yıllar boyunca hiç kesilmedi ve bu gerçekten de ekonomik imkanları sınırlı, toprakları Irak, Batı Şeria ve aynı zamanda Yemen’den sürekli sığınmacıları konuk eden bir ülke üzerinde güvenlik, ekonomik ve sosyal bir yük oluşturdu.
Buradaki sorun, tüm bu kesintisiz sığınmacı akınının, önceki ve sonraki birçok acı ve sıkıntıdan muzdarip olmaya devam eden Ürdün ekonomik koşulları üzerindeki etkisiyle sınırlı kalmaması. Mülteci akışı, Ürdün Haşimi Krallığı’nın kırklı yılların ortasında kurulmasından bu yana kesintisiz devam etti. 1948 ve 1967 savaşlarından sonra Filistin’den sürekli göçler yaşandı. Yine son yıllardaki gelişmeler, Batı Şeria'nın Doğu Şeria üzerinde muazzam bir baskısına da tanık oldu. Nedeni de burada yaşayanların Ürdün vatandaşı sayılmaları, Ürdün Nehri’nin batı kıyısından doğusuna geçtiklerinde, vatanlarına, ülkelerine, devletlerine ve halklarına geçiş yaptıklarının düşünülmesi.
Bu nedenle, Ürdün Kralı son olarak Moskova'yı ziyaret etti ve elbette Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya geldi. Çünkü Rusya, özellikle Ürdün'ün kuzey sınırına komşu Dera bölgesinde ve Şam'ın eteklerinden Ürdün sınırına kadar uzanan diğer bazı Horan bölgelerinde Suriye için siyasi, güvenlik ve askeri bir ağırlık oluşturuyor. Rusya'nın Suriye’de durumu kontrol altına alabilecek ve özellikle kuzeyden gelen Suriyeli kardeşlerimizin tüm bu akınının yükünü artık kaldıramayacak olan Ürdün'e sızmasını durdurabilecek tek ülke olduğu biliniyor. Suriye toprakları büyük bir terör deposu haline geldi. DEAŞ ve bilindik tüm terör örgütlerini, dahası Lübnan Hizbullahı ve İran birliklerini içeriyor.
Dolayısıyla geriye dönüp bakarsak, Rusya'nın Suriye'ye müdahalesinin arkasından Amerikan, İran, Türk ve tabii ki İsrail müdahalelerini çektiğini, Suriye’nin bir terör deposuna dönüştüğünü, el-Kaide ve DEAŞ gibi her çeşit terör örgütünün topraklarında faaliyet gösterdiğini görürüz.
Bugün Suriye'de tüm bu olup bitenler, ta ki sıra Hava Kuvvetleri’nden Binbaşı Hafız Esed’e gelene kadar devam eden bir dizi ardışık askeri darbeden etkilenmiş olmasından kaynaklanıyor. Hafız Esed, darbe ile 23 Şubat 1966’da “Tashih Hareketi” adı verilen darbeyi gerçekleştiren Suriyeli Subaylar Askeri Komitesi Başkanı Salah Cedid’i uzaklaştırdı. Başında Mişel Eflak, Ürdünlü Munif Nizar, Emin Hafız ve diğerlerinin olduğu milliyetçi Baas liderliğini tasfiye etti. Binbaşı rütbesinden albay rütbesine terfi ettirilmesinden sonra Savunma Bakanı, Hava Kuvvetleri ve Hava Savunması komutanı olan Hafız Esed, siyasal ve mezhepsel olarak Salah Cedid’e en yakın isimlerdendi. Ta ki 1967’deki yenilgi, Golan Tepeleri ve Kuneytra’nın o günden bugüne kendisini işgal etmeye devam eden İsrail’in eline geçmesinden sonra “dünün yoldaşları” arasında anlaşmazlıklar baş gösterene kadar. Burada, İsrail’in eline düştüğünde Abdulhalim Haddam’ın bu bölgenin valisi olduğunu ve Suriye ordusunun tek bir kurşun atmadan geri çekildiğine dikkat çekmeliyiz.
Önemli olan, 1967’deki yenilgiden sonra, Suriye’yi yöneten askeri grup içinde anlaşmazlık rüzgarları esmeye başladı. Salah Cedid ile Hafız Esed arasındaki çekişme 1970’te doruğa ulaştı ve bunun sonucunda Esed dünkü yoldaşlarına karşı bir askeri darbe gerçekleştirdi ve onları 20 yıldan fazla kalacakları ünlü Mezze Cezaevine gönderdi. Kendisi ise 10 Haziran 2000’deki ölümüne kadar Tashih Hareketi adına ülkeyi yönetti. Ölümünden sonra, büyük oğlu Basil, etrafında halen birçok hikâyenin dolaştığı gizemli koşullar altından ölmüş olduğu için ikinci oğlu Beşşar yerine geçti.
Beşşar Esed o günden bugüne tüm bu uzun yıllar boyunca Suriye’yi yönetti. Ne var ki, hazır bir parti, ehlileştirilmiş bir muhalefet, itaatkar bir halk ve İsrail’in 1967’den itibaren başkent Şam’a yakın bölgeleri işgal etmesine rağmen özellikle de güneydeki komşularla iyi ilişkiler bırakan babasının yönetimini devralmamış olsaydı bu ülkeyi yönetmesi zor olurdu.
Suriye halkının ve tüm Arapların yüreğine acı veren şey, belki de bu büyük Suriye'nin parçalanıp Şam'ın bazı bölgelerine hapsolmuş olmasıdır. Halep, Humus ve Hama'nın yanı sıra Deyr ez-Zor gibi tarihi şehirlerinde bile rejim kontrolünü kaybetti. Türkler şimdi kuzeybatıdan başkent Şam'a bakarken, (Irak) Kürt bölgelerine bitişik bölgeler ise birçok grup ve terör örgütü tarafından kontrol ediliyor.  
Tüm bunlar, tabii ki Dera şehri dahil olmak üzere şehirlerini ve köylerini terk eden çok sayıda Suriyeli kardeşimizi ve Şam’a kadar uzanan Horan Vadisi’nde yaşayan nüfustan büyük sayıda sığınmacıyı kabul eden Ürdün’ü, bu kardeş ülkeden peş peşe gelen kardeş akınını daha fazla kaldıramayacak hale getirdi. Zira bu akınla birlikte pek çok siyasal ve sosyal sorunları beraberinde getiren terör örgütleri ve gruplar da Ürdün topraklarına sızmayı sürdürdü.
Bütün bunlar, Ürdün Kralı’nın Moskova’ya son ziyaretinde Devlet Başkanı Putin ile Ürdün Haşimi Krallığı ile sınır oluşturan Güney Suriye bölgesi ve Dera’yı Rus kuvvetlerinin kontrol etmesi konusunda anlaşmasına neden oldu. Çünkü Ürdün sınırı ile iç içe geçen bu bölgede Beşşar Esed rejiminin bir kontrolü yok. Bu bölgelerden bazıları, Esad rejiminin ateşkes imzalamak zorunda kaldığı birçok silahlı örgüt ve fraksiyona etkin ve pratik olarak bağlı hale geldi. Bu örgütlerden biri de başkent Şam’ın güneyindeki bölgelerde silahlı saldırılar düzenlemeye devam eden DEAŞ. Dera'ya doğru ilerleyen Rus güçlerinin başkent Şam'ın güneyindeki bölgeleri kontrol etmesi bekleniyor.
Buradaki sorun, bu bölgelerde konuşlanmaya başlayan “garip” örgütlerin olması. Aralarında bu yerlerdeki her askeri ilerleyişe karşı çıkmayı alışkanlık edinen İran ve Hizbullah kuvvetleri de bulunuyor. Bu ise, hayatta kalmasının mümkün olmadığını, kalırsa da bir süreliğine kalacağını herkesten iyi bildikleri bir rejim için Rusların risk almayı ve ordularını tüm bu terör örgütleriyle bir çatışmaya sokmayı göze alamayacağı anlamına geliyor. Nitekim rejim ile ilgili bu gerçeği herkes, Amerikalılar, bu rejimin bazı dayanakları ve tabii ki onlarla birlikte İranlılar ve Türk yetkililer de dillendiriyor.