İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Ortadoğu: Kaos ile gri siyaset arasında

Bir Lübnan hükümet heyetinin Suriye'nin başkenti Şam'ı ziyaret etmesi, normal koşullarda olağan dışı sayılabilecek bir şey değil. Ancak “olağandışı” kategorisine dahil edilebilecek olan şey, bu ziyaretin, Hizbullah’ın müttefiki Cumhurbaşkanı Mişel Avn döneminde ve Hizbullah hegemonyası/vesayeti altında kurulan “istifa etmiş bir geçici hükümet”in bakanları tarafından pratiğe dökülen bir  Amerikan “tasavvuruna” dayanması.
Dahası onlara, muazzam etkisi cumhurbaşkanları arasında, Lübnan ile dış güçler arasında arabuluculuk yapma, hatta bir sonraki hükümette bakanların adını belirleme noktasına ulaşmış üst düzey bir güvenlik yetkilisinin eşlik etmesi.
Lübnanlı bir bakanlık heyetinin - Suriye ayaklanmasının patlak vermesinden bu yana ilk kez- ve ABD’nin teşvikiyle Şam’ı ziyaretine ek olarak olağandışı kategorisine giren bir başka şey, Washington’un, İran'ın desteklediği Beşşar Esed rejimine, kendisi ile iş birliği yapan Lübnanlıları da - kişi ve kurumlar - kapsayan "Ceaser Yasası" yaptırımlarıyla halen resmen şantaj yapıyor olması.
Sonra, bu ziyaretin, ölümcül yakıt kıtlığı krizinden kaynaklanan "Lübnanlıların acılarını azaltmak" için "istisnai" bir Amerikan insani yardım gerekçesi altında gerçekleştiğini de unutmayalım. Ne var ki Washington, bu ve gıda, ilaç ve iş fırsatları kıtlığı, eğitim, sağlık, yargı, turizm, finansal hizmetler ve diğer sektörlerin çöküşü gibi diğer krizlerin birincil sorumlusunun dışa bağımlı silahın hegemonyası gerçeği olduğunu unuttu ya da unutmuş gibi yapıyor.
Bütün bunlar Kovid-19 salgınıyla çevrili, ABD ve Fransa'nın başını çektiği uluslararası güçlerin arkasında kimin olduğunu görmezden geldiği sürekli ve kasıtlı bir engelleme nedeniyle,  görevlendirilen üç adayı da “tükettiği” için henüz bir hükümetin kurulmasının mümkün olmadığı iflas etmiş bir ülkede oluyor. Mevcut sıkıntının içsel bir boyutu olduğuna kesinlikle şüphe yok, bariz sonuçlarından biri de istifa etmiş bakanların ve onların güçlü güvenlik refakatçilerinin Şam'ı ziyaret etmesi. Sıkıntının içsel bir boyutu olduğunun kanıtı, Maruni Patriği Kardinal Bişara er-Rai'nin, tarafsızlık çağrısı yaptığında ve yasadışı silahtan silahını bırakmasını talep ettiğinde bile Maruni Cumhurbaşkanı'ndan dini kalkanı (Maruni) geri çekmeyi reddetmesi ve federalist önerilere sempati göstermesi. Durum şu ki, Avn cumhurbaşkanlığı makamında kaldığı ve Hizbullah'ın hegemonyasına, silahına ve İran ile bölgesel bağlarına anayasal kalkan sağlamaya devam ettiği sürece, mezhepçi milisler ile mezhepçi mafya (aslında mafyalar) arasındaki “dayanışma içinde yaşama” durumu devam edecek.
Dahası, bu Avncı gerçekliğin ikinci bir açıklamaya kadar cumhurbaşkanı makamında kalması ihtimal dahilinde. Bunun nedeni, iç engelleme hesaplarının önemli bir bölümünü, Avncıların cumhurbaşkanlığı makamını liderleri, Cumhurbaşkanı’nın damadı ve Hizbullah’ın açıklanmış en önde gelen adayı Cibran Basil’e miras kalmasında diretmeleri temsil ediyor olması. Avncıların bu isteklerine karşı çıkan "senaryoları" ise Lübnan'da Basil'in şahsına yönelik Hristiyan bölünmesi temsil ediyor. Bu öyle ciddi bir bölünme ki, Lübnan Kuvvetleri Partisinin lideri Dr. Samir Caca ve "Marada Hareketi" lideri eski bakan Süleyman Franciye liderliğindeki rakipleri kendisine karşı birleştirdi. Buna ayrıca, Şii ikilisinin ikinci tarafı olan, Temsilciler Meclis Başkanı Nebih Berri liderliğindeki Emel Hareketi nezdinde Basil’in puan kaybetmiş olması da ekleniyor.
Bu atmosferde, Avn'ın Maruni Patrikliğinin kalkanıyla desteklenmiş olarak cumhurbaşkanlığı makamında bulunması ve parlamento seçimlerinin yaklaşması ile birlikte, bakanlık kotaları konusundaki (görünür) anlaşmazlığı, seçim sürecini, ardından cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileme arzusu ile ilişkilendiren Lübnanlı taraflar var. Bununla birlikte, Lübnan'daki iç çatlak, büyük sorunun yalnızca bir yönünü ifade ediyor. Söz konusu sorun ABD'nin Afganistan'dan çekilmesi sırasında tanık olduğumuz dramatik yöntemin bir sonucu olarak daha büyük ve tehlikeli açılar ve yansımalar kazandı. Kabil Havalimanındaki görüntülerden ve büyük Ortadoğu'daki Amerikan politikasının geleceği hakkında orada burada uçuşan tahminlerden sonra, şüpheciler alay veya küçük görme, akıllı görünmeye çalışma veya şüphelenme yoluyla görüşlerini istedikleri gibi açıkladıklarında bunun için suçlanamazlar.
Evet, kısa olmayan bir süre önce Washington'da iktidardaki kurucu bazı akımların “organize kaos” fikrine ve bunun Ortadoğu ülkelerine genelleştirilmesine inandığını duyduk. Öte yandan, birçok Arap deneyimi gerçeği, herhangi bir Amerikan hamlesi tartışılırken kronik bir Arap “komplo teorisi” bağımlılığı yarattı.
Gerçek şu ki, bu bağımlılık gerilemedi, nedeni de sadece kronik Arap zayıflığı ve hayal kırıklıkları değil, aynı zamanda Washington'un zorlu bölgesel meselelere köklü, net veya ilkeli yaklaşımlar benimsemeyi nadiren umursaması.
Sonuç olarak, Humeyni Devrimi ve Washington'un 1979'da Şahın aleyhine dönmesinden bu yana, Filistin sorunundan İran yayılmacı tehdidine, siyasi İslam’a karşı tutumundan onunla birlikte yaşamaya kadar ABD'nin bölgesel krizlere yönelik taahhütlerine olan güven azaldı.
Burada Lübnanlı "geçici hükümet" bakanlarından oluşan heyetin - Hizbullah'ın desteği ve Washington'un da onayıyla - Şam rejimini ziyareti, Suriye'nin güneyinin kalbi olan Dera'daki yerinden etme dizisinin son tezahürleriyle örtüşüyor. Bu arada, bu bölge aşağıdakiler için önemli bir kavşak oluşturuyor:
- Şam ile Amman ve Amman ile Arap Maşrık bölgesinin kalbine kadar olan hayati ekonomik hat.
- İranlı milislerin yayılması, yoğunlaşması ve bir kısmının Suriye'nin güneyine yerleştirilmesinden sonra, bugün bir demografik mühendislik dalgası tarafından tehdit edilen Şam'ın Arap stratejik ve siyasi derinliği.
- Doğuda Ürdün, batıda İsrail'e bitişik coğrafi, etnografik ve mezhepsel kuşak. Buna göre, kıyı bölgesi (Alevilerin yaşadığı dağlık bölge ve Vadi el-Nasara) Kuzey Halep, Fırat'ın doğusu ve Tahran-Bağdat-Şam-Beyrut koridoru şeklinde etki alanlarının bölünmesinin tamamlanmasının ardından bu bölge “geleceğin Suriye”sinin şeklini belirlemede pay sahibi olabilir.
20 yıllık savaş ve işgalin ardından Afganistan'dan ayrılan Washington, bugün 2003'ten bu yana siyasi kimliğinin, etnografik ve mezhepsel yapısının değişimine nezaret ettiği Irak'tan çekilmeye hazırlanıyor. Irak’ın ardından, İran-Rus taktik ittifakı tarafından Suriye'de uygulanan sistematik yerinden etme politikalarına göz yumdu. Donald Trump'ın uygulanabilir bir Filistin-İsrail barışı için geriye kalan fırsatlara da yeni gerçekler dayattığı 4 yıllık Cumhuriyetçi yönetimin ardından, Demokratlar - yeniden iktidara geldiklerinden beri – Tahran ile normalleşme sürecini hızlandırmaya ve Şam rejimini rehabilite etmeye geri döndüler. Dolayısıyla artık "kaos"tan azade olmayan, stratejik vizyon ve ilkeli pozisyonların, geçici ve isteğe bağlı çıkarlar için feda edildiği "gri" bir çağdayız.
Afganistan'da gördüğümüz sonuca yol açan şey tam olarak buydu, korkum o ki, Arap dünyasında bize vaat edilen de bu olsun.