Uluslararası güç mücadeleleri, dünyayı ve içindeki güç dengesini sürekli değiştirir. Bu, tarihin mantığı ve insanın doğasıdır.
Uluslarda, halklarda ve toplumlarda, devletlerde ve uluslararası kurumlarda hiçbir şey aynı kalmaz.
Bu değişimleri ve ortaya çıkardıkları dönüşümleri gözlemlemek, farkındalık ve vizyon oluşturmak ve geleceği öngörmek için faydalı.
ABD içinden ve dışından bazı analist ve düşünürler, küresel düzeyde Amerikan rolünün gerileyişinden bahsediyorlar.
Söz konusu gerileme ve geri çekilme ABD’deki geniş bir akım tarafından teorize edildi.
En önde gelen misyoner ve teorisyenlerinden biri de, diğer başkanlardan farklı olarak, biyografisi hakkında bir kitapla yetinmeyip kitaplar yazan ve halen de yenilerini yazmaya hazırlanan eski başkan Barack Obama'ydı.
Şu anki Başkan Joe Biden da iki dönem onun başkan yardımcılığını yapmıştı. Böylesine güçlü bir akımın önerilerini anlamak büyük ve faydalı bir misyon.
ABD'nin uluslararası rolündeki bu gerileme ve Çin'in başını çektiği yeni uluslararası güçlerin yükselişi kolaylıkla izlenebilecek bir gelişme.
ABD'nin dünyadaki müttefiklerinden vazgeçmesi, stratejik silahları yasaklayarak, gücünü zayıflatarak, reformları engelleyerek ve müttefikler üzerinde baskı kurarak müttefiklerini zayıflatma kararlarına karşılık, muhalif ve düşmanlarına karşı hoşgörülü olması, bunların hepsi uluslararası rolde ve emperyal güçte kademeli bir düşüş gerçeğine işaret ediyor.
Amerikan rolünün gerilemesinden bahsetmek, hiçbir şekilde “tarihin sonu” anlamına gelmez. Ne de ABD bir gecede zayıf bir ülke haline gelecek. Kimse bunu söylemiyor.
Amerikan ve Batılı liberal solun desteğiyle İslam dünyasında köktendinciliğin yeniden canlanması da buna paralel olarak gözlemlenebilecekler arasında. ABD ve Batı, tüm köktendinci gruplar ve semboller için bir sığınak ve uluslararası bir merkez haline geldi.
Bu noktada ülkelerin mevcut ve gelecekteki zorluklarla başa çıkmalarındaki önemli fark açığa çıkıyor. O fark ise, Arap ve Müslüman ülkelerin Batı'yı ve dünyayı etkileyecek olan (ancak daha sonra) bu köktendinciliğin tehlikelerine daha fazla açık olduğudur.
Batılı siyasi, güvenlik ve akademik kurumlar ile medya kuruluşlarının gözlemledikleriyle yetinmek, bölge ülkelerinin önceliklerini ve halklarının isteklerini buna göre düzenleme gerekliliği stratejik körlüktür.
Terörizm boyutunda uluslararası bir olgu karşısında, tehlikenin doğası ve bu olguyu anlamaktaki derinlik açısından Batı ve Arap ülkeleri arasındaki fark geniştir. Arap ülkeleri köktendinci tehlikenin boyutunu anlama ve onun doğasını derinden kavrama konusunda Batı'nın önüne geçiyor.
Suudi Arabistan, terör olgusuyla mücadeleyi gereken tüm ciddiyetle ele aldı. O ve Mısır ile BAE gibi lider ve öncü Arap ülkeleri, derin bilgi ve geniş deneyimle ana kaynağını kurutmadan terörü ve örgütlerini ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını kavradılar.
Ana kaynak ise siyasal İslam gruplarıdır. Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin açıklamaları bu kavrayışa en iyi kanıttır. Bunun da ötesinde Suudi Arabistan, bu grupların geçmişte sızdığı kurumlar ve para kaynakları üzerindeki kontrolünü sıkılaştırdı ve düzenledi.
Nitekim bu kurumlardan bazıları, sağlam önceliklerle düzgün bir şekilde yeniden tesis edildiklerinde ve "siyasal İslam" unsurlarından arındırıldıklarında, kurumların terörizm karşısında neler yapabilecekleri konusunda bir model haline geldiler.
Suudi Arabistan'a 11 Eylül terör suçuyla ilgili herhangi bir sorumluluk yükleyen suçlamaların yenilenmesi, siyasi olarak başarısız olmuş ve akademik olarak ifşa edilmiş bir yaklaşımdır.
Suudi Arabistan ile en ufak bir anlaşmazlığa düşüldüğünde yeniden gündeme getirilmesiyle, çirkin bir şakaya dönüşmeye epey yaklaştı. Bu yaklaşım, saygın, dahası dünyanın en büyüğü olan ülkelere yakışmayan bir ucuz şantajı temsil ediyor.
11 Eylül olaylarının 20. yıldönümünde, Suudi Arabistan gibi hakikati ve derinliğiyle köktendinci tehlikenin farkında olanlar ile Batı’da olduğu gibi sadece onun fenomenleri ve tarafları ile ilgilenenler arasında bariz bir fark var. Batılı ülkelerde köktendinciliğin fenomenleri ve tarafları ile sınırlı bu ilgi, bilgisizlikten değil, öncelikler ve çıkarlar sıralamasındaki farklılıktan kaynaklanıyor.
Batılı ülkeler, on yıllar boyunca daha önce de defalarca çıkarlarını siyasi İslam gruplarıyla bağlantılı gördüler. Bunun tarihi olarak en yakın, güncel ve akılda kalmış en önemli kanıtlarından biri, köktendinci grupların Arap ülkelerini doğrudan yönetmeyi amaçladığı “Arap Baharı” olarak bilinen uğursuz olaylardır.
Köktendinci tehlike belirli bir ülkeyle sınırlı değil ve kaynakları farklı, ancak amacı ve gayesi birleşik. Yaygınlığını ve genişliğini anlamak için doğuda Hindistan alt kıtası ve Afganistan'dan, batıda Mısır, Libya ve Fas’a, güneyde Malezya'dan kuzeyde Türkiye'ye kadar uzandığını bilmek yeterli.
Tüm bu tehlikenin ortasında da İran, rejimi, yandaşları ve Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'deki milisleri yer alıyor.
Mevdudi, Humeyni, Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub, fikirlerin ve örgütlerin on yıllar boyunca neleri yaratıp değiştirebileceğinin örneği. Köktendinci tehlike ne bir yanılsama ne de abartı, onu herhangi bir şekilde küçümsemek, tehlikenin artacağının habercisidir.
Onlarca yıldır, siyasal İslam grupları ile terörist gruplar arasında ayrım yapmaya yönelik tüm girişimler akademik ve politik olarak başarısız oldu. Hiçbir sağlam bilimsel öneri, aralarında tutarlı bir ayrımı kanıtlayamadı.
Bu bağlamda, eski Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın, Müslüman Kardeşler ile terörist gruplar arasında hiçbir fark olmadığı, Velayeti Mürşid’in Velayeti Fakih’ten farklı olmadığını yineleyen ve vurgulayan sözleri hatırlanabilir.
ABD'nin gücünü ve etkisini kimse inkar etmiyor ama Suudi Arabistan ve Arap ülkeleri kesinlikle muz cumhuriyetleri değil.
Devletlerin ve imparatorlukların zayıflığının nedenleri arasında gerçeği ve dengelerini anlamaktaki zayıflık, hedeflerin farklılaşması, ittifakların doğasının ve gücünün değişmesi sayılabilir. Hızlı bir örnek verelim, Sovyetler Birliği'nin gücündeki düşüş 70 yılda gerçekleşti ve sonunda dağılmasına yol açtı.
Ancak onun varisi olan Rusya, bugün ve gelecekte dünyanın en güçlü ve etkili ülkelerinden biri olmaya devam ediyor. Uluslararası güç dengelerinin geleceğini kuşatan belirsizlik artıyor ve bununla birlikte tüm siyasi, ekonomik ve askeri düzeylerde devletlerarası çatışmalar da artıyor. Yaşayan ülkeler buna ulaşmak, çıkarlarını korumak ve bundan kaynaklanan riskleri azaltmak için çabalıyorlar.
Karmaşık sahneler yüzeysel olarak okunduğunda hatalar yapılır. Mısır, Sudan, Tunus, Fas ve diğer ülkelerde köktendinci grupların mirasının sona erdiğini tasavvur etmek de buna dahil.
Köktendinci gruplar bir kararla bitmez, dileklerle yok olmazlar, ancak kapsamlı ve uzun vadeli stratejik planlarla yok edilebilirler. İncelendiğinde, köktendinciliğin hala yukarıda saydığımız ülkelerde var olduğu, etkilediği ve yöntemlerini geliştirdiği görülür.
Son olarak, bölgedeki köktendinci ağırlık merkezleri, bu grupların güven içinde, örgütlü ve destekli bir şekilde faaliyet göstermeye devam ettikleri bir dizi Batı ülkesinde var olan köktendinci ağırlık merkezleri tarafından destekleniyorlar.
TT
Büyük Ortadoğu ve köktendinci tehlike
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة