Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Suç, suçlular ve tanıklar

Suriyelilerin Suriye dışına çıkma çabaları, Esad rejiminin kontrolü altında bulunan bölgelerde öne çıkan olgulardan biridir. Bu durumun en belirgin göstergeleri arasında, Göç ve Pasaport Müdürlüklerine gerek pasaport almak gerekse de eskilerini yenilemek için başvuru yapanların yoğunluğu ve başta Şam'ı bazı şehirlere, Arap ve yabancı başkentlere bağlayan ana havayolu şirketi Cham Wings olmak üzere Suriye havayolları üzerinde yoğun baskı oluşturuyor. Suriyelilerin dış seyahatleri için bir kapı olması nedeniyle Lübnan'a çok sayıda karayolu rotası bulunuyor. Son aylarda rejim kontrolündeki bölgelerde yaşayanlar, Türkiye ve İslami oluşumların kontrolündeki kuzeybatı bölgelerinin yanı sıra Fırat'ın doğusunda, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki bölgelere yoğun bir şekilde seyahat ettiler.
Suriyelilerin seyahatlerinin yoğunlaşması, ülkenin parasının uluslararası para birimleri karşısında değer kaybetmesinin yanı sıra mal ve hizmet fiyatlarındaki büyük artışlardan sonra rejim kontrolünde bulunan bölgelerde hayat koşullarının bozulmasıyla ilgilidir. Bunlara, yönetimdeki dengesizliklere paralel olarak yolsuzluğun yaygınlaşması, güvenlik baskıları, şantaj operasyonları ve hükümet tarafından bu sorunlara çözüm getirilememesi de eşlik ediyor. Aslında, rejim kontrolündeki bölgelerde yaşayanların çoğunluğu arasında, sorunların özellikle de yaşam sorunlarının ağırlaştırılmasının resmi bir politika olduğuna dair artan bir kanaat var. Bunun nedeninin, Fırat'ın doğusunda SDG güçlerinin kontrolündeki bölgelere veya Türkiye'nin çoğunluğu İslamcı gruplardan oluşan silahlı örgütlerle paylaştığı bölgelere mümkün olduğu kadar daha fazla kişiyi göndermek olduğu düşünülüyor.
Gerçekten de rejimin yaşam koşullarını ağırlaştırmaya yönelik politikaları bir maksadı ve amacı var. Bu açıklanmayan amaçlar arasında, daha fazla Suriyeliyi yerinden etmek, onları meçhul bir akıbete maruz bırakmak, rejimin sorumluluğundan çıkarıp -ki böylece kendisine yönelik karşı çıkışların ve eleştirilerin önüne geçerek- içinde bulundukları koşullarla meşgul etmek bulunuyor. 2012'den beri rejimin yerinden etme politikasına yeni bir faktör eklendi ve bu demografik değişim operasyonlarıyla pekiştirildi. Birçok şehir ve köyde eski sakinlerin yerini yenileri aldı. Bu bağlamdaki ilk adımlar, Humus kırsalında yer alan Kuseyr ve Şam kırsalındaki Yebrud gibi köy ve şehirlerde atıldı. Nitekim buralar Lübnan Hizbullahı’nın kontrolüne bırakılırken, Seyyide Zeyneb şehri ve çevresindeki köyler Iraklı, İranlı ve Afgan milislerinin eline bırakıldı. Bu şehirler ve köyler bir yandan gurbetçiler ve aileleri için yerleşim yerlerine, öte yandan milis üslerine dönüştürüldü.
2017 yılında demografik değişim politikasında özel bir gelişme meydana geldi. İdlib'deki Şii köyleri ile Şam'ın batısında Vadi Barada'daki Sünni köyleri arasında nüfus mübadelesi gerçekleştirildi. Dört Şehir Anlaşması’nda kendini gösteren durum buydu. Anlaşmaya, İran’ın yanı sıra aralarında Hizbullah’ın da yer aldığı milislerle birlikte Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) gibi aşırılık yanlısı silahlı İslami örgütler katıldı. Protestolar ve Suriye'deki yaygın retle birlikte anlaşmanın içeriğinden ötürü bunun tekrarlanmasına izin verilmedi. Kuşkusuz, köylerde ve küçük şehirlerde gerçekleştirilen operasyonun Şam, Halep ve Lazkiye gibi büyük şehirlerde taklit edilmesi ve yeniden üretilmesi zordu. Bu durum, biçim ve uygulama yöntemi açısından politikalarda değişiklik yapılmasını zorunlu kıldı. Fakat büyük şehirlerde mümkün olduğunca çok sayıda sakininin yerinden edilmesi ile nüfusta demografik bir değişiklik yapma amacı özünde kendini korudu. Esad rejiminin bugün kendi kontrol alanlarındaki politikalarında bunu açıkça görmekteyiz.
Yukarıda da işaret ettiğim üzere bütün bu bölgelerde nüfus, yaşam koşulları açısından baskılanmakta ve göçe zorlanmaktadır. Bu her ne kadar başta acıdan geçici bir çıkış yolu gibi görünse de daha sonra çeşitli etkenlerle birlikte göçe ve yurt dışına yerleşmeye dönüşmektedir. Buna paralel olarak, özellikle İranlılar tarafından yürütülen iki yönlü bir demografik değişim politikası var. Birincisi gurbetçileri cezbedip bu şehirlere çekmek, diğeri ise buralardaki “Şiileştirme” operasyonunu genişletmektir. Bunun mezhepçi bir dizi amacın ötesine geçen güvenlik, askeri, sosyal, kültürel ve ekonomik boyutları da vardır.
Karmaşık ve tehlikeli görünen bu durum karşısında kararlı ve ciddi bir tutum takınılması gerekiyor. Bu, yalnızca Suriyeliler açısından değil onların böyle bir tutum takınması doğaldır, Suriyelilerin yerinden edilmesinin sonuçlarından zarar gören bölgesel ve uluslararası çevre için de aynı şekilde geçerlidir. Bu, dünyadaki en büyük göç ettirme operasyonu olmasının yanında tüm Ortadoğu'nun geleceği ve dünya ile ilişkileri üzerinde tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Açık olmak gerekirse, göçün ve demografik değişimin etkileri, bazılarının düşündüğü gibi yalnızca Arap ülkelerini değil, Türkiye ve İran da dahil olmak üzere bölgedeki tüm ülkeleri etkileyecektir. Zira bu, bölgenin sükûnete ihtiyaç duyduğu bir dönemde, onlarca yıl bitmeyecek çatışmaların kapısını aralayacaktır. Suriye’deki facia, burada işlenen suçlar ve özellikle de göç ettirme ve demografik değişim politikalarına tanık olanların suskunluklarını bozmalarının zamanı geldi. Suçlar karşısında herkes etkin bir tutum takınmalıdır. Buna son vermek için tüm faktörler mevcut olmakla birlikte mevcut ve gelecekteki yıkıcı sonuçlarıyla kıyaslandığında sorumluları mümkün olan en az maliyetle cezalandırmanın tam zamanıdır.