Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Seçimli demokrasinin sınırları!

Geçen Pazartesi günü, Fransız "Le Figaro" gazetesi birinci sayfasında, seçim buluşmalarından birinde bir vatandaşın Cumhurbaşkanı'na yumurta atmasına atıfla "Macron'un göğsünde yumurta" manşetiyle çıktı.
Bundan aylar önce de dünya, kendisini selamlayanlardan birinin Fransa Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının yüzüne attığı ya da öyle görünen tokadı izlemişti. Paris'te, aşısız kişilerin halka açık yerlere girmesini önleyen bir yasayı reddetmek için düzenlenen büyük gösteriler nedeniyle şehir merkezi her Cumartesi kapatılıyor ve arabalar geçemiyor. Öyle ki iş, restoran ve kafe sahiplerinin kanunu çiğnemeleri, işletmelerine girip kendilerinden hizmet isteyen aşısızları reddetmeyerek hoş karşılamaları kertesine vardı. Fransız gazetelerden biri kanunun bu şekilde çiğnenmesiyle ilgili yaptığı yorumda, iki yüz yılı aşkın bir süre önce Fransız Devrimi sırasında ayak takımının Paris’i işgal etmesinden bu yana ilk kez, devlet hiçbir şey yapamadan bir kanun alenen çiğneniyor dedi.
Demokratik uygulamada eski Avrupa ülkelerinden birinde kanunları çiğnemek uygulama noktasına ulaşmış görünüyor. Bir başka yerde, ABD’de, dünya, ABD genelkurmay başkanının, Beyaz Saray'daki başkanın nükleer düğmeyi etkinleştirme yönündeki herhangi bir talebini görmezden gelmelerini astlarına emrettiğini öğreniyor. Dahası başkan ile istişare etmeden veya izin almadan, işlerin “kontrol altında” olduğuna dair güvence vermek için Çin genelkurmay başkanıyla temasa geçiyor. Öte yandan, seçimlerde mağlup Başkan Donald Trump, sonuçları tanımayı reddediyor, rutin bir işlem olan ve halefinin resmi olarak başkanlığının tanınması için yapılacak oturumu engellemek amacıyla bir kez daha ayak takımını Washington'daki Demokrasi Kalesi denilen Kongre binasına saldırmaları için kışkırtıyor. Ardından halefinin yemin törenine katılmadan sırtını dönüp başkentten ayrılıyor ve halen seçim sonuçlarını reddediyor. Aynı zamanda Trump, Beyaz Saray'da başkan iken sosyal medyayı kullanmaktan men edilmiş, "beklenmedik" ve Amerikan siyaset kurumunun bağımsızlıktan bu yana aşina olduğunun dışında şeyler bekleyeceğiniz bir başkandı. Ondan sonra bazı medya araçlarının "hafıza kaybı" olarak nitelediği bazı durumlar yaşayan Sayın Joe Biden geldi. Bu niteleme belki de siyasi düşmanlarının yaşının tüm sorumluluklarını yerine getirmesine izin vermediği söylemlerini hafifletmek için yapılıyor.
Dolayısıyla, ABD gibi bir ülkede seçimli demokrasisinin görünürde çözümü olmayan sorunlardan muzdarip olduğunu görüyoruz. Bu sorunlardan biri de seçim sistemi buna izin verdiği için şu veya bu nedenle büyük bir sorumluluk üstlenemeyecek olanların seçilmesi. AB’den ayrılma konusundaki son İngiliz deneyimine bakarsak, referandumda oy kullanan organın çok düşük bir farkla kabaca iki yarıya bölündüğünü görürüz. Ne var ki sistem böyle olduğu için, katılımcıların yaklaşık yarısının AB’de kalma lehine oy vermesini umursanmadan düşük farkla önde olan AB aleyhtarlarının istediği oldu. Bu, demokratik sistemde sadece 50+1 hatta daha azı oranında çoğunluğu oluşturanların istediklerini yaptırdıkları anlamına geliyor. Üçüncü dünya ülkelerinde ise "seçim sandığı" tabiri caizse biraz çirkince kullanılıyor, nitekim akademisyenler daha erken bir dönemde bunun farkına vardılar. Nitekim Samuel Huntington, üçüncü dünya ülkelerinde “seçimli demokrasinin” tekrarlanan başarısızlığına dikkat çektikten sonra, bu toplumların bir hazırlık dönemine ihtiyaçları olduğunu öne sürüyor. Huntington’a göre insanların sandık başına gitmeleri için değil, seçim sonuçlarına saygı duymaları için uzun sürebilecek bu eğitim dönemi gerekli. Huntington ayrıca, gelişmekte olan devletin rolü de budur, sadece biz bunu görmeyi seviyoruz diye başkalarından “körü körüne” demokrasiyi uygulamalarını istemek uygun değildir diyor.
Arapların deneyimleri bu göreceli başarısızlığı tekrarlıyor. Sözgelimi Lübnan'ın yeni Başbakanı Necib Mikati'nin hem Beyrut hem de Paris'te genel seçimleri zamanında yapmaya "kesinlikle" kararlı olduğunu deklare ettiğini görüyoruz. Oysa mezhepçiliğin ve diğer faktörlerin egemen olduğu, sadece küçük ve etkisiz bir değişiklikle neredeyse mevcut yapının aynısını üreten söz konusu seçimlerin sonuçlarını bilmeyen Lübnanlı yoktur. Bir başka deneyim de yakın zamana kadar aceleci yazarlar için Arap Baharı olarak bilinen olayların tek başarı “simge”si olan Tunus'ta yaşanıyor. Tunus “seçim sandıkları” yüzünden adam kayırmacılık ve yandaşlıktan başka bir şey üretmeyen bir ortama daldı. Seçilmiş meclisin, halkın genel çıkarlarını boş vererek ulusal ganimetleri destekçileri arasında dağıttığını, başkalarıyla menfaat alışverişinde bulunduğunu gördük. Sonunda seçilmişlerin etrafındaki kitleler dağılıp olayların gidişatının da gösterdiği gibi, yeni bir sistemi dört gözle bekleme noktasına ulaştılar.
Bütün bunlar bizi incelemeye değer başka bir önemli deneyime götürüyor. Temmuz ayında Kuveyt’te Ulusal Kültür Konseyi tarafından yayınlanan “Alamul Marife” serisi kapsamında, Daniel Bell'in “Çin Modeli” başlıklı dikkat çekici kitabının çevirisi yayınlandı. Dikkate değer çünkü Çin deneyimini siyasi verimlilik adını verdiği perspektiften sunuyor. Çin'in kamu işlerini yönetmede Leninist, hatta Maoist fikirlerden ayrılarak üçüncü bir modele doğru ilerlediğine inanıyor. Yani Bell’e göre Çin, imparatorluk tarihinden esinlenerek gelişiyor. İmparatorluk zamanında Çin’de en iyi yönetici adaylarını seçmek için imparatorluk genelinde sınavlar yapılırdı. Yazar, şu anki Çin başkanının da kariyerine alt birim olan bölgesel yönetim ile başladığını, ardından eyalet yöneticiliğine yükseldiğini, oradan mezun olup ulusal düzeyde genel yönetimi üstlendiğini söylüyor. Tüm bu süre boyunca rakipleri ile girdiği her seçim yarışında onlara galip geldiğini kaydediyor. Yazarın Çin'deki yönetim kadrolarının hepsinde olmasa da çoğunda olduğunu söylediği siyasi verimlilik de bu. Yazar, "Çin diplomatik aygıtının verimliliğinden" bahsederek bu deneyimi sıradan insanlara yaklaştırmaya çalışıyor. Çin devlet başkanı, çoğu zaman temsil ettiği ülkenin yerel dilini ve geleneklerini biliyor, nüfuzlu seçkinlerle kaynaşıyor ve ülkesini en iyi şekilde temsil ediyor. Bunun ana nedeni, önceki devlet başkanı ile akrabalığı sonucunda değil, ancak bir dizi testi geçtikten ve akranlarıyla rekabet ettikten sonra herhangi bir makama aday olabilmesidir. Seçimli demokrasisinin ikilemi ise -en azından şimdilik- geliştirilememesidir.
Son söz; Batı'nın seçim sandığının amaçları dışında kullanılabileceği diğer kültürlerin gerçekliğini göz ardı ederek kendi demokrasi versiyonunu ihraç etme ısrarının nedeni, iç baskılara maruz kalması olabilir! Kaldı ki seçim sandığı amaçları dışında kullanıldı ve hala da kullanılıyor. Demokrasinin bir seçim sandığından ibaret olmadığını düşünmenin zamanı geldi, o bir araçtır, amaç değil!