İngilizlerin pek çoğu, Brexit’i yani Avrupa Birliği’nden (AB) çıkıp denizler tarafından korunan izole ada kültürüne geri dönülmesini sevinçle karşılamıştı. Ancak bu mutlulukları uzun sürmemişti. Çok geçmeden İngilizler ve dünya geçmiş yüzyılların fikirlerinin artık tarihe karıştığını fark ettiler. Benzin istasyonlarındaki kuyruklar dünya çapındaki gazetelerin manşetlerini süsledi. İngiltere gibi bir ülke, petrol ülkesi olmasına rağmen yola çıkamayacak ve hareket edemeyecek bir duruma geldi. Lüks emperyal devletteki bu sahne, Lübnan adındaki parçalanmış ve çökmüş bir devletteki benzer bir sahneyi andırıyordu.
İngiltere, Brexit'ten sonra yük yükleme işçilerine, garsonlara ve çalışanlara ihtiyacı olduğunu fark etti. İş gücünün engellenmesi çalışma hayatını felç etti. Büyük ülkelerdeki hayat, küçük işçilere bağlıdır. Tır ve tanker şoförü sıkıntısı nedeniyle, büyük krizle mücadele etmek için yaklaşık bin 500 askeri sürücü alarma geçirildi.
Avrupa yoksullar ve işsizlerle dolu. Evsiz insanlar kaldırımlarda ve metro istasyonlarında uyuyor. Çözüm yok. Sınırlar açık olsa dert olmasa dert. İstasyonlarının kapatılması sadece insanların hareketini değil, aynı zamanda bebek maması endüstrisinden başlayarak bütün endüstriyi etkiledi.
O halde çözüm ülkelerin doğasını değiştiren ve sürekli bir kriz oluşturan göçmenleri ülkeye kabul etmek mi, yoksa Avrupa toplumlarını ‘korumak’ ve bir krizden diğerine geçmek mi? Çözüm yok. Oğlum, dünyanın en çok göçe karşı olan ülkesi İzlanda'da bir hafta geçirdiğini söyledi. Oğlumun ülkede bulunduğu sırada basın Suriye'den gelen iki mülteci ailenin durumunu tartışıyormuş. İlki, hızlıca ülkede ikamet izni almak ve bir daha ülkesine geri dönmemek; ikincisi ise, hızlıca ülkesine dönmek ve bu konuda hükümetin kendisine yardım etmesini istiyormuş. Ülkesine dönmek istemeyen aile, devletin varlığını unutması için buzullarla kaplı başkentten uzak bir kasaba seçmiş.
Oğlumdan başka bir hikâye daha duydum. Kendisi İtalya'ya bir iş gezisi için gitmişti. Pek çok şehirde yüzüne karşı gençlerin ‘Turko’ diye bağırması karşısında neye uğradığını şaşırmış. Bu, eskiden ABD ve Avrupa'da Araplara karşı kullanılan düşmanca bir sesleniş biçimiydi. İngiltere'de bile faşist hareketin artmasıyla paralel olarak mülteci hareketinin artmasıyla bu sesleniş biçimi tekrar yaygınlık kazandı. ‘Turko’ kelimesini sokakta duymak şaşırtıcı değildi ancak oğlumun restorandaki garsonlara onları memnun etmek için yüksek bahşişler vermesine rağmen kendilerinden bile bu kelimeyi duyması şaşırtıcıydı.
TT
‘Turko’!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة