İstemi Yılmaz
TT

Türkiye’nin Afrika siyaseti

Suriye’de terör örgütü YPG/PKK’ya karşı olası operasyon ve ekonomik krizin gölgesinde, Türk dış politikası Afrika’yı hatırladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hafta başında Angola, Togo ve Nijerya’yı kapsayan dört günlük Afrika turuna çıktı. Hal böyle olunca Kara Kıta bir anda Türk medyası ve uzmanların radarına girdi. Ancak Ankara’nın kıtayla bağlantısı dünyanın da gündeminde. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Togolu mevkidaşı Faure Essozimna Gnassingbe ile birlikte “Daha adil bir dünya mümkün” yazan billboardlar uluslararası gazetelerin sayfalarını süslüyor. Fransız basını “Türk SİHA’larının kıtada gördüğü rağbetten” ve “Türkiye’nin artık bir Afrika gücü olduğunu” yazıyor. Tam da bu noktada Türkiye’nin Afrika’daki planları önem kazanıyor.
Aslında Türkiye’nin Afrika’yı muhatap olarak kabul ederek bir mücadele alanına dönüştürmesi 2000’lerin başına denk geliyor. 2005’ten itibaren bölgeyle olan ilişkilerini, insani yardım, eğitim, altyapı, ticaret ve askeri iş birliği kapsamında yeniden değerlendiren Türkiye, kıtadaki büyükelçilik sayısını 12’den 43’e çıkardı. Bu 16 yıllık serüvende FETÖ yol kazası bir kenara bırakılırsa oldukça mesafe kat edildiğini söylemek mümkün. Zira diplomatik çabalar bir yana, Türkiye bugün Afrika’da Sudan, Somali ve Libya’da “askeri kazanımlara” sahip.
Bölgede Türkiye ile rekabet halinde olan ülkeler ise Fransa, Çin ve Rusya. Fakat bu ülkelerin izlediği yollar farklı. Hatta bazen de Ankara’nın antitezi şeklinde vücut buluyor. Çin, Afrika’yı milyar dolarlık altyapı yatırımları çerçevesinde borçlandırarak kendisine mahkûm hale getirmeye çalışıyor. Pekin’in pek kafa yormadığı kültürel alandaki boşluğu ise Türkiye dolduruyor. TİKA, Türk Hava Yolları’nın direkt uçuşları, Yunus Emre Enstitüsü ve Türk Maarif Vakfı’nın eğitim alanındaki çalışmaları öne çıkıyor. Bu strateji geçmişte devlet eliyle pazarlanan FETÖ okullarının mevcudiyetinin artmasıyla sonuçlandı. Şimdi ise Ankara, açılmasına ön ayak olduğu bu okulların kapısına kilit vurulması adına ter döküyor. Nitekim Togo’nun başkenti Lome’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Burkina Faso, Liberya ve Togo liderlerinin gerçekleştirdiği zirvede ele alınan konulardan biri de FETÖ ile mücadeleydi. Zirveden sonra yayımlanan ortak bildiride FETÖ'nün ismi DEAŞ, El Kaide ve Boko Haram ile birlikte “ilk kez uluslararası anlamda terör örgütü olarak” zikredildi.
Rusya ise Afrika’da Amerikan-NATO çıkarlarının karşısında askeri güç olarak konumlanmayı seçmiş durumda. Orta Afrika Cumhuriyeti ve Libya’nın ardından şimdi de Mali’de Wagnerler olarak bilinen Rus paralı askerlerini görmek mümkün. Fransa’nın haziran ayında Barkhane Operasyonu kapsamında terör örgütlerine karşı Mali, Moritanya, Çad, Burkina Faso ve Nijer’den oluşan Sahel bölgesinden askerlerini çekme kararı sonrası Kremlin yeni gözde ortağa dönüştü. Bir NATO ülkesi olan Paris’in boşluğunu Moskova’nın doldurması Washington’ı rahatsız etmeye yetiyor. ABD çareyi, Fransız menşeili darbelerde arıyor. Ankara ise Rusların adım attığı ülkelerde diplomatik ilişkileri güçlendirmeye özen gösteriyor.
Fransa’nın bölgedeki durumuysa diğer üç ülkeye kıyasla en kötü vaziyette. Askerlerini Sahel’den çekmesinin ardından silah gücünü de kaybeden Paris yönetiminin elinde birkaç frankofon bürokratik ajandan maada bir şey kalmadı. Bununla birlikte Total gibi Fransız şirketleri bölgede hala etkin. Fransa hangi ülkeye adım atsa karşısına sömürgeci geçmişi çıkarılıyor. Mali ve Cezayir Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’nun yaptığı gaflar yüzünden ikili ilişkileri sonlandıran ülkeler arasında. Özellikle bölgede Paris’i dengeleyebilecek bir güç bulan bir Afrika ülkesi için Fransızlarla bağlarını koparmanın imkânı doğuyor. Bu noktada da Türkiye devreye giriyor. Ankara Afrika’daki varlığını Fransız ve dolayısıyla sömürge karşıtlığı üzerinden kurguluyor.
Sonuç olarak, Türkiye, tıpkı Ortadoğu ve Kafkaslar’da olduğu gibi Afrika’da da rakiplerinin boşluklarından yararlanarak kendisine alan açmaya çalışıyor. Afrika gibi doğrudan bir diplomasiye ve saygıya ihtiyaç duyulan bölgede Ankara’nın adımları rağbet görüyor.