Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Türki Faysal ve Afganistan dosyası

İsteğim üzerine Faysal Vakfı’ndan meslektaşlarım – ki bunun için kendilerine teşekkür ediyorum- Prens Türki Faysal’ın “Afgan Dosyası” başlıklı son kitabını gönderdiler. Kitapta Afgan siyasi toplumunun gerçekliğinin anatomisini yapan tek bir cümle okumadım, çünkü kendisi bir bilgiler kitabından ziyade, yönetim, diplomasi ve alçakgönüllülük üzerine bir kitap. Yani, buradan çıkan sonuç, kendisinin dünyayı meşgul eden önemli bir konuyu inceleyen değil, o ülkeyi tanımak isteyen akademisyenler, diplomatlar ve karar vericiler için vazgeçilmez bir kitap olduğudur. Yalnızca geçmiş hakkında değil, aynı zamanda içerdiği hafıza ve derslerle gelecek hakkında da bir kitap. Böyle bir kitap, bu kadar kısa bir yazıda yazara atıfta bulunulacak noktaları seçme sorumluluğu yüklüyor. Bu nedenle, okuyucuyu sıkılmadan 274 sayfayı okumanın yanı sıra ekteki arşiv fotoğraflarını da incelemeye itecek kadar akıcı bir üslupla yazılmış bu kitaptaki derin kavrayışı, seçkin karşılaştırmaları ve sağduyulu bir uzmanın önerilerini belirli noktalar halinde elimden geldiğince kısaca özetleyeceğim.
İlk olarak, kitabı okurken modern ve tam olarak 20. yüzyıl Afgan devleti tarihine şaştım kaldım. Bu dönemde Afgan devleti, suikastlar, darbeler ve liderlerin kimisinin akrabaları tarafından zehirlendiği, kimisinin de yastıkla boğulduğu bir devletti. Prens Türki Faysal kitabının “Sorunlu Bağımsızlık” başlıklı ikinci bölümünde, modernleştirme ve marjinalleştirme, diktatörlük ve bağımsızlık, ardından modern Afgan devletinin bazı yönetici ve liderlerinin özellikle Sovyetler Birliği’ne bağımlı olma girişimleri dizisinin bir sunumunu yapıyor. Kimisi sosyo-kültürel yapıdan, kimisi iktidar hırsından kaynaklanan bitmek bilmeyen bir sadakat ve kırgınlıklar silsilesini sergiliyor. Afganistan bu nedenle bir türlü sakinleşmedi. Kitabın bu bölümünden, genişleme arzuları zayıflamayan güçlerin dış müdahalesine ek olarak yine toplumun karmaşık yapısı ve kültürün (daha doğrusu farklı kültürlerin) Afgan içerisindeki etkisi nedeniyle, bu ülkede huzur ve siyasi istikrarın yakında gerçekleşmeyeceği tahminiyle çıkılabilir. Bunlara bir de kitapta ayrıntılı olarak anlatılan Mücahitler arasındaki çatışma faktörü detayı ekleniyor. Sovyetlerin çekilmesinden sonra Mücahitler tüm çabalara rağmen hiçbir şey üzerinde anlaşamadılar ve bu da onları daha sonra bir iç savaşa sürükledi.
İkincisi, “İşgal ve karşılık” yani Sovyet işgali ve kendisine verilen “cihat” karşılığıyla ilgili bölümde Prens Türki, bize Soğuk Savaş adı verilen dönemde büyük güçler arasındaki çatışmanın derinliğini gösteriyor. Dönemin ABD başkanı Jimmy Carter'ın (1977- 1981) Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski’nin Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgalinden sonra (Aralık 1979) başkanına gönderdiği notayı örnek veriyor. Prens Türki’nin naklettiği gibi Brzezinski bu notasında “Şimdi Sovyetlere kendi Vietnam’larını verme fırsatına sahibiz” ifadesini kullanmıştı.
Bu makalenin yazarı, Sovyetlerin Afganistan işgalinden önce Brzezinski’nin bu düşüncesinin öngörüsüne tanık olmuştu. Bir meslektaşıyla birlikte Sovyetler Birliği’ne 1976 yılının (yani işgalden yaklaşık 3 yıl önce) sonbaharında yaptıkları uzun (3 hafta) bir ziyaretten döndüklerinde yazar ve meslektaşı, o sırada Kuveyt Dışişleri Bakanlığı’nın üst düzey yetkililerinden birinden, ülkeyi bir günlüğüne ziyaret eden önemli bir Amerikalı şahsiyet ile görüşme daveti almışlardı. Davete icabet ettiklerinde yazar ve meslektaşı bu şahsiyetin Brzezinski’den başkası olmadığını keşfettiler. Hafızalardan silinmeyecek bir sohbet gerçekleşti ve Brzezinski, “Sovyetler Birliği’ni yumuşak karnından vurarak sarsacağız” dedi. Sovyetlerin yumuşak karnı nedir sorumuza Brzezinski; “Sovyetler Birliği içindeki İslam cumhuriyetleri” yanıtını vermişti. Dürüst olmak gerekirse, o zaman bu görüşmeye davet edilen biz iki meslektaş bu açıklamayı sindirememiştik. Ama olaylar silsilesi, bu dünyada ülkelerin kendi çıkarları olarak gördüklerini elde etmek için bir veya birkaç yıl bir yana, daha da ötesini ayrıntılarıyla planladıklarını ortaya çıkardı. Bu nedenle Prens Türki, “Sovyetlerin Afganistan işgali”nin bu büyük imparatorluğun çöküş yolunun başlangıcı olduğuna inanıyor.
Üçüncüsü, Prens Türki kitapta önemli bir meseleye, yani işgalci güçlerin genellikle diğer halklar karşısında düştükleri hataya değiniyor. Söz konusu hata, “halkları tanımamak”. Yazar, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Sovyet döneminin önde gelen isimleri arasında Afganistan hakkında baş gösteren tartışmalar hakkında bize bilgi veriyor ve şöyle diyor; “Komünist rejimin Afgan toplumu hakkında kesinlikle hiçbir bilgisi yoktu, hatta onu anlamak gibi bir arzusu da yoktu. Bu nedenle halka aşağılayıcı bir şekilde davranıyordu”. Bu satır, belki biraz değişiklikle, ABD’nin yine Afganistan’daki deneyimi için geçerli. Bazı değişikliklerle, mevcut İran rejiminin Suriye, Lübnan, Yemen ve Irak'taki “işgali” için daha çok geçerli. Kural hemen hemen aynı.
Dördüncüsü, kitap öte yandan, bugün dahi “tarihi ve operasyonel” açıdan önemi olan bir konuyu ele alıyor; bazılarının Suudi Arabistan hakkında öne sürdüğü ithamlar. Prens Türki, Suudi Arabistan’ın uluslararası ortaklarla birlikte ve Pakistan devletinin resmi organları aracılığıyla Mücahitleri desteklemeye yönelik resmi pozisyonunu dikkatle ve rakamlarla çok net bir şekilde açıklıyor. Uluslararası koalisyon dışında, Suudi Arabistan’ın herhangi bir tarafla, özellikle de el- Kaide ile hiçbir ilişkisi olmadığını vurguluyor. Yardımlara gelince, o zaman para transferleriyle ilgili bir yasanın olmadığı bir ülkedeki insanlar tarafından yapıldıklarını belirtiyor. İnsanların bunu Mücahitlere yardım olarak gördüklerini ve bu yardımların bir kısmının terörist bir gruba da gitmiş olabileceğini söylüyor. Bu cesur gözlem, Suudi Arabistan hakkında bir şey söylemeden önce aklını kullanmak isteyenler için elbette övgüye değer. Suudi Arabistan ve bilhassa gerçekleştirdiği büyük modernleşme süreçlerinden sonra temsil ettiği pozisyonların, düşmanların ve şer güçlerinin dedikodu ve kötüleme kampanyalarının hedefinde olduğu tartışmasız. Dünyanın gözü önünde gerçekleşen bu proje, işlerine gelmeyenlerden oluşan bir düşman ordusu yarattı. Prens Türki'nin kitabı bu konuyu hak ettiği hassasiyet ve netlikle ele alıyor.
Beşincisi, kitap Afganistan dosyasını nasıl ele aldığını özetleyerek bize Suudi Arabistan yönetiminin önemli bir yönünü gösteriyor. Prens şu kelimeleriyle okurlar olarak bize yönetimin biçimine dair bir fikir veriyor: “Suudi Arabistan politikası, herhangi bir konuyla ilgileneceği zaman tek bir departmanı görevlendirme ve küçük bir ekip atama eğilimindedir. Bu da bazı müttefiklerimize zarar veren farklı departmanlar arasında herhangi bir çatışma veya rekabetin yaşanmasını engellemekte yararlıdır.” Kısa bir alıntı yaptım ancak kitapta etkili bir performansa sahip olmak isteyen herhangi bir yönetim için dikkat çekici ve yararlı bilgiler var.
Kitap hakkında şu ana kadar anlattıklarımın deryadan bir katre olduğunu, bu zengin kitabı anlatmakta yetersiz kaldığımı itiraf ediyorum. Alanı sınırlı bir makalenin yer veremeyeceği kadar çok mesajlar taşıyan bu kitabı okumakla ilgilenenlere bunu yapmalarını şiddetle tavsiye ediyorum.
Son olarak; yazar, okuyucuya aldığı eğitimden de kısaca bahsediyor. Mühendislik bölümünde başarısız olduğunu, bu nedenle kamu yönetimine geçiş yaptığını itiraf ediyor ve mezun olduktan sonra babası Kral Faysal bin Abdulaziz’e giderek bir görev istediğini, Kral babasının ona “Biz görev isteyen kimseyi işimize tayin etmeyiz” yanıtını verdiğini anlatıyor. Ne kadar büyük bir ders!