Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Lübnan: Krizlerin ve darbelerin hasadı

Araplar Lübnan devletine kızgın ve haklılar.
Yıllardır ondan bir devlet gibi davranmasını talep ediyorlar. Yani, vatandaşlarının haklarını savunmasını, kardeş Arap ülkeleriyle ilişkilerinde gerçek çıkarlarına göre hareket etmesini, Araplar arasındaki anlaşmalara ve uluslararası normlara dayanmasını istiyorlar.
Araplar mesajlarını çeşitli yöntemlerle gönderdiler ama yanıt her zaman çözümden uzak oldu. Çözüm yerine erteleme ve sakinleştirme arzusu taşıyordu. Sorunu gerçek boyutlarıyla teşhis etmekten ve çözüm önermekten kaçınıyordu.
Geçmişte Lübnan veya Lübnanlı güçlerin yaptığı hatalara göz yuman Arap ülkelerinin, kötüleme ve hakaretlerin boyutu ne olursa olsun bu pozisyonunu değiştirmeyeceğine güveniyordu.
Araplar yıllardır Lübnan'ı umutsuz bir vaka olarak görme, geri dönemeyeceği bir yola itildiği, kararını, pusulasını, içeride ve dışarıda hayatını yöneten sabiteleri kaybettiği dolayısıyla onunla meşgul olmaktansa ondan uzak durmanın çok daha iyi olacağı çağrılarına direndiler.
Lübnan'ı kaderine bırakma çağrılarına uzun süre ayak dirediler. Bu ülkenin, özellikle de bir pencere ve fırsat, bir finans merkezi ve seçkin turizm, eğitim ve sağlık hizmetleri merkezi gibi görüldüğü yıllar içinde Arap ülkeleri nezdinden birikmiş bir kredisi vardı.
Müreffeh Lübnan, kardeşlerinin hiçbiri için bir meydan okuma veya tehdit değildi.
Ona her zaman küçük kardeş gibi davrandılar ve Lübnan’ı alışılmadık bir biçimde şımarttılar.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinin Lübnan'a sunduğu meblağ ve yardımları gözden geçirenler bu gerçeği görecektir.
Ama ne yazık ki, Lübnan devleti bu Arap yardımlarını, Lübnan'a karşı Arap ve Körfez dostluk ve sevgisini kötüye kullandı.
Lübnan devletinden bir devlet gibi davranmasını talep etmek dünya hükümetlerinin hakkıdır.
Diğer bir deyişle, dünya hükümetleri, Lübnan’dan topraklarının diğer ülkelere karşı düşmanca operasyonları destekleyen bir üs olmasına izin vermemesini talep etme hakkına sahiptir.
İpek Yolu kadar bilinen, değişmez ve ünlü hale gelen sınır noktalarından akan uyuşturucu selini kontrol etmesini, devlet yetkililerinin, ikili ilişkiler veya bölgesel meseleler hakkında konuşurken Arap kardeşlik ilişkilerinin gerekliklerine dikkat etmesini talep etmek haklarıdır.
Açıkçası Lübnan'dan Arap pozisyonlarının bir takipçisi ya da sadece bir yankısı olması talep edilmiyor, ondan sadece çok sayıda evladını barındıran ve kendisine yardım etmekten asla çekinmeyen ülkelere düşman ve önyargılı olmaması talep ediliyor.
Araplar, Lübnan hükümetine bir soru sorduklarında veya bir meseleyi sorguladıklarında ikna edici bir cevap alamadıkları için kızgınlar. Çünkü devletten bir devlet gibi davranmasını talep ediyorlar.
Lübnanlılar da aynı nedenle kızgınlar, çünkü devlete bir çağrıda bulunduklarında sağır olduğunu, okumadığını, görmediğini ve cesaret edemediğini keşfediyorlar.
Gerçek şu ki, Lübnan devleti son yıllarda bir ‘yarı devlet’ hatta daha da kötüsü ‘başarısız devlet’ haline geldi.
Zaman zaman meydana gelen maskaralıklar ise bu gerçeği değiştirmiyor. Lübnan devleti çatırdadı, parçalandı ve bir içini boşaltma ve altını oyma sürecine maruz kaldı. Sinirlerini kaybetti. Artık ne Bakanlar Kurulu salonu, Cumhurbaşkanlığı Sarayı ne de Temsilciler Meclisi’nde bulunamayan iradesini kaybetti.
Lübnan yönetimi yaşlandı, yargı ve güvenlik kurumlarının heybeti ve itibarı azaldı ve artık sadece zayıflar için geçerli hale geldi.
Araplar artık eskisi gibi olmayan bir ülkeye hitap etmeye çalışıyorlar. Lübnanlıların büyük bir kısmı da aynı şeyi yapıyor.
Ülke art arda yaşanan depremlerin ağırlığı ve baskısı altında çatırdadı.
Refik Hariri suikastı bu depremlerden biriydi, çünkü her şeyden önce Lübnan'ın bölgesel ve uluslararası konumunu hedef aldı.
Lübnan'ın eski bölgesel konumuna yönelik darbe, Irak topraklarında gerçekleşen darbeye paralel olarak gerçekleşti.
Her iki ülkede de Arap ılımlılığına ve ABD'ye dost olan istikrarlı bir hükümet kurmak yasak.
Hizbullah'ın Beyrut ve Cebel-i Duruz’u hedef alan 7 Mayıs 2008 saldırısı da bir başka darbe ve depremdi, çünkü Saad Hariri, Velid Canbolat ile Sünni ve Dürzi bileşenlerin iradelerinin kırılmasıyla sonuçlandı. Hristiyan bileşeni ehlileştirme süreci ise Mişel Avn'ın Hariri davası, 7 Mayıs saldırısı ve 2006’daki savaş konusundaki tutumuna ödül olarak cumhurbaşkanlığı makamına ulaştırılmasıyla temsil edilen başka bir biçim aldı.
Avn'ı saraya taşıma sürecinin kendisi, Lübnan'daki siyasi oyunun kurallarının değişmesine katkıda bulundu.
Hizbullah, Lübnan halkını ya Avn seçilir ya da cumhurbaşkanlığı sarayı boş kalır gibi endişe verici bir seçimle karşı karşıya bıraktı. Avn'ın darbeci eğilimleri ise, onu daha önce hükümetlerin kuruluş süreçleri sırasında oynadığı ve damadı Cibran Basil'e önemli bir yer ayırmak için siyasi hayatı esir aldığı boşluk oyununa katılmaya teşvik etti.
Hizbullah lehine büyük bir güç dengesizliği ortamında, Saad Hariri, Velid Canbolat ve Samir Caca Avn'ı destekleme zehrini yudumlamak zorunda kaldılar. General de (Avn) sarayın lanetine uğrayarak bir yankıdan ibaret kalacağı vehmine kapılan 3 rakibinin mühürleriyle mühürlenmiş cumhurbaşkanlığını kabul etmekten çekinmedi.
Pek çok kişi, Avn'ın saraya ulaşma yolunda sergilediği davranışlarının üzerini, göreve geldikten sonra Lübnan devletini restore etmeye çalışan makul pozisyonlarla örteceğini varsayıyordu.
Görev süresinin başında herkesle konuşabilme yeteneğini, dengeyi bir miktar da olsa devletin çıkarına olacak şekilde yeniden sağlamak için kullanacağı yanılsamasına kapılanlar oldu. Ama Avn, Lübnan devletini aşındıran atmosfere karşı ciddi bir şekilde karşı çıkmaya kalkışmadı. Mücadele yerine, yolsuzluk konusunda geç kalmış savaşlar icat etti. O kadar zayıf göründü ki, akaryakıt kaçakçılığı yapılan sınır noktalarını dahi kapatamadı. Korkunç mali çöküşten sonra Avn, Hariri, Caca ve Canbolat ile eski hesaplarını kapatmaya geri döndü. Cumhurbaşkanının hesapları damadını varisi yapma hesaplarının esiri oldu. Hizbullah'ın, özellikle Suriye savaşının kaderi belli olduktan sonra, çöküş oyununun tek veya büyük aktörü olmasa bile, büyük çöküşün yönetim dönemiyle ilişkilendirileceği Avn’a artık hediyeler sunma gereği duymadığı aşikar. Avn, Hizbullah'ı Lübnan'ın dış politikasını kısıtlamanın, Husileri güvenlik ve medya alanında destekleme rolünü oynamanın Lübnan'ın kaldırabileceğinden daha tehlikeli bir uygulama olduğuna ikna edemedi ve belki de bunu denemedi bile.
Son iki yıldır Lübnan, bir Arap izolasyonuna doğru itilmiş gibi görünüyor. İzolasyonun nedeni, özellikle Lübnan’ın söyleminin geçmişteki Arap dayanışma söyleminden sapması ve İran'ın Lübnan'ın karar verme sürecindeki ağırlığının artması.
Birden fazla vesileyle, Lübnan’da kararların resmi kurumların dışında alındığı ve rolünün artık alınan kararları benimsemekle sınırlı olduğu açığa çıktı.
Bu nedenle Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin son kararlarının alınmasını gerektiren mevcut krizin, Lübnan Enformasyon Bakanı'nın saldırgan açıklamalarından daha da fazlası ortaya çıktı.
Kararı artık kendi elinde veya kurumlarında olmayan bir yarı-devletle, Lübnan'a benzemeyen bir Lübnan'ın kurulmasına kapıyı açar gibi büyük çöküşü destekleyen ve ikiye katlayan bir devletle anlaşmak zordur.
Eski Lübnan, şeffaflığa, çoğulculuğa, diyaloğa, dengeli olmaya özen gösteriyordu.
Eski Lübnan, kardeşleri ve dostları ile bağlarına ve çıkarlara saygılı davranıyordu.
Lübnan’a dayatılan yeni siyasi çizgi ise hem içerinin hem de dışarının siyasi söylemini manipüle ediyor, krizleri ve darbeleri olağanlaştırıyor.
İran dört Arap başkentine (Beyrut, Şam, Bağdat ve Sana) nüfuz ettikten sonra Tahran’ın tasarladığı bu eksende Lübnan'ın konumunu zorla tahkim etmenin maliyeti büyük ve Lübnan'ın kaldıramayacağı kadar ağır olacak.
Lübnan’daki göç oranı ürkütücü ve bazıları ölüm botlarını dahi kullanmaktan kaçınmıyor.
Lübnanlıları Lübnan denen bir adada, başarısız ve suçlanan bir yarı devletin gölgesinde cehennem gibi bir yaşamdan ancak geniş çaplı bir Lübnan uyanışı kurtarabilir.