Yunan başta olmak üzere tüm felsefecileri okumuştur. Aradığını bulamayınca önce Yunan felsefecilerini sonra diğer tüm felsefecileri birer birer idam etmiştir.
Hegel'in ve Marks'ın canına okumuş, diyalektiği ezmiş geçmiş, her çilekeş ulusun neden, niçin ve nasıl davrandığını çözmüştür. Dolayısıyla Marksizmin, tarihsel ve klasik materyalizmin ipliğini pazara çıkarmıştır. Bat'ının taptığı Yunan'ın tüm bilginlerini Ege'ye dökmüştür.
Diyalektiğin ve "her şey zıddıyla kaimdir" mottosunun amansız düşmanı Nietzsche'nin yanıtını aradığı soru/sorular zihninde ve dünyada bir karşılık bulamayınca, anlamsızlığın içinde kıvranmaktansa ölmeyi yeğlemiştir. Dünyanın, insanın ve evrenin sığlığı karşısında önce inanılmaz derecede şaşırmış ve sonra da çıldırmış ve "intihar" etmiştir. Daha doğrusu aradığı yanıtları bulmak için bilinçli olarak ölümü atlayıp "kapı"ya dayanmıştır.
-Fikirsel ve inançsal kaosu taşıyamamış üstadım.
-Sen Nietzsche gibi sorularına yanıtlar arayabilir miydin? "Böyle buyurdu Zerdüşt" ile felsefenin çerçevesini dağıtmış, zihnin bariyerlerini, düşüncenin sınırlarını yıkmış ve büyük bir meydan okuyuşla "Kapı"yı yumruklamaya başlamıştır.
-Üstadım ne demek istediğinizi anlamadım.
-Beyni kafatasının içinde değil iğnelerle dolu bir kabın içindedir. Soruları sonsuzdur.
-...
-İyi ki Lawrence gelmiş Ortadoğu'ya. Nietzsche gibi en kritik soruyu sorup, yanıtı için evreni yakmaya hazır bir adam Ortadoğu'ya gelseydi!.. Düşünmesi bile başlı başına içinden çıkılmaz bir kaos.
Sokrates'i, Platon'u, Hegel'i, Kant'ı ve Marx'ı yerle bir eden akıl Ortadoğu haritasını ve tarihini açıp "ben ne yapmalıyım" diye sorsa bulduğu yanıtlar ile Asya'yı "fethi" inanılmaz kolay olurdu.
Almanya'nın "Şarka Doğru" stratejisinde tek eksik Nietzsche'nin olmayışıdır. Tanrı, Ortadoğu ve Asya'yı korumuş.
-Lawrence'dan niçin üstün olsun ki?
-Lawrence istihbaratçı politik insan. Politik başarılar başka politik ve istihbari başarılar ile yok olur. İlginç olan Ortadoğu'da Lawrence'ın hâlâ aşılamamış olmasıdır. Lawrence'ın zekası ile Ortadoğu ele geçirildi. Nietzsche'nin zekası ile de Dünya ele geçirilebilirdi.
-Fark nedir ?
-Fark şudur; Lawrence çökmekte olan bir imparatorluğun çaresizliğini kendisi ve ülkesi için büyük bir kazanıma dönüştürmüştür. İstihbarat, organizasyon, öngörü ve amacı sentezleyip sonuç almıştır.
-Lawrence'ın karşısında Nietzsche olsaydı başarı şansı sıfır olurdu. Çünkü Nietzsche insanın aklını alıyor. İnsanın ciğerini, kalbini ve beynini okuyarak onu iri ve diri kılan ne varsa yok ediyor. Dayanaksız bırakıyor. Neden, niçin, nasıl davranacağını biliyor. Onun karşısında savunmasızsın. Nietzsche varsa başarı şansın yok.
Lawrence strateji ticareti yapıyor. Ne vereceğini ve ne alacağını biliyor; alıyor ve veriyor. Ve başarıyor da.
Nietzsche ise pazarı dağıtıyor. Alış veriş ticaret bırakmıyor. Nitekim onun dağıttığı pazar hala toplanamamıştır. Felsefenin sefaletini, sefaletin felsefesini ve varoluşun kaosunu yazmıştır. Bu analizler aşılamamıştır.
Nietzsche gibi nadir akıllar put kıranlar olarak olağanüstü İşler başarmıştır. Fakat insan tapınmak için yaratılmıştır. Nietzsche bunu kavramak istememiştir. Bu inat onun
Tanrı ile "kapışmasına" sebep olmuştur.
-Bir nevi güncel Hz. Yakup yani.
-Upgrade edilmiş bir Hz. Yakup. Fakat Nietzsche'nin kendi kaosu ve dinsel ve fikirsel alanda yarattığı kaos upgrade edilmiş Hz. Yakup kimliğini sisler arasında bırakmıştır. Oysa Yahudilere sihirli bir anahtar vermiş fakat Yahudiler bu sihirli anahtarı görmezden gelmiştir. Tanr'ının bir lütfu olarak Yahudiler gibi Hitler ve ekibi de Nietzsche okumamış ve Yahudiler de kurtulmuştur.
-Hem Yahudiler ve hem de Hitler ve ekibi Nietzsche okumuş olsaydı ne olurdu?
-Gerçek bir savaş olurdu. Fakat Yahudiler Nietzsche'nin analiz ettiği gibi diyalektik düşünürler. Diyalektik düşünce
savaşmayı değil az savaşmayı seçer. Savaşırsa düşmanını yok etmekten korkar. Çünkü düşmanına gereksinimi vardır. Tevrat düşmanını yok etmeyi bağışlamaz. Düşmanını yok ederse Tanrı'nın lütfunu da yok edeceğini düşünür.
-Düşman, Yahudiler için Tanrı'nın bir lütfu mu ?
-Tevratı okursanız böyle olduğunu bilirsiniz. Nietzcshe bunu biliyordu. Tanrı'yı arıyordu. Onu istediği gibi bulup tanımlayamayınca sorgulayan beyni, felsefeyi, tarihi, antik ve güncel bilimleri darmadağın etti. Bu durumda insanlar onu görmezden geldiler. Fakat düşüncesinin işlevselliği ve Tanrı'ya gerektiğinde sitem edebilmek için Nietzsche'yi kitaplarını basarak yaşatmayıa devam ettiler.
-Osmanlılar Nietzsche'yi okumuş olsalardı akıbetleri değişir miydi?
-Kesinlikle. En azından kendi kötü gidişlerini durdurabilirlerdi. Nietzsche'nin neden Zerdüşt'e eğildiğini Ahura Mazda'yı güncellediğini oğrenebilirlerdi. Bu da Osmanlı'ya çeşitli kozlar kazandırırdı. Fakat Osmanlı'da o enerji kalmamıştır. İlerleyen süreçte Nietzsche:yi okuyan Türkler çıkmış ve radikal işler yapmışlardır.
Nietzsche insanın tarihini ve ruhunu bilirdi. İnsanın biyolojik ve fizyolojik yapısını da bilmesi onu insan ruhunu okumaya zorladı; ve okudu da.
-Lawrence ve Ortadoğu ile ilgisini nasıl kuruyorsunuz?
-İlgi kurmuyorum. Soruyorum. Lawrence, Nietzsche gibi bilim sahibi olsaydı Asya kalıcı olarak "feth"edilirdi. "Tanrı korumuş" diyorum yine.
Tabii Lawrence'a da haksızlık etmemek gerekir. Amacı sınırlıydı.
Nietzsche'ye gelince ona bir misyon verilmemiştir. Fakat Almanya için Asya'nın her yerinde kullanılacak muazzam anahtarlar yapmıştır. Nietzsche, Goethe, Bismark ve hacı Wilhelm göz önüne alınırsa Almanların hazırlığı çok geç kalmıştır.
Fakat "Böyle Buyurdu Zerdüşt" yargısını icra etmiştir ve etmektedir.
Ancak Alman mekanik disiplini, İngiliz "centilmenliği" ve sohbet severliğine yenilmiştir. Yani Zerdüşt henüz konumunu tam olarak sağlama almamıştır. İlginç olarak son yıllarda Türkiye'de neredeyse en çok satan kitaplardan biri de "Böyle Buyurdu Zerdüşt"tür.
Ortadoğu kavimlerinin yerleşik olduğu coğrafyalar için Nietzsche "Böyle Buyurdu Zerdüşt" ile antropolojik hafızaya çok stratejik bir uyarıcı göndermiştir. Pandoranın kutusunu açma işlevinin diğer bir yönünü yine "Böyle Buyurdu Zerdüşt" ile yapmış ve Asya dinler tarihi antropolojisinin kapısını açmıştır.
İngilizler, Hindistan'ı sömürge yapmışlardır; fakat Almanlar İran-Turan'da olduğu gibi Hint dinlerini tekellerine alarak Hint felsefesini ele geçirmişlerdir. "Gönlünü alamıyorum fakat gönlünü idare eden aklına ulaşıyorum" demiştir Almanlar.
Böylece Almanlar Asya'nın antropolojik tarihine ve hafızasına yönelik çalışmalarda ve inanç bazlı haritalarda daha iyi konumdalar. İngilizlere yakışan bu tablo talihin cilvesi olarak Almanlardadır. İngilizlerin Asyatik kültüre bu açıdan yakın olmaları beklenir, ancak İngiliz centilmenliği askerî ruhlu olduğu için yani centilmenliği strateji olarak kullandığı için askerî yetenekleri üstün gelmiştir.
Aslında Alman mekanik disiplini ve aklını böyle ıslah eden felsefe olmuştur. Felsefe Almanları soft diplomaside ve diplomatik sosyolojide "vakar" sahibi yapmıştır. Fakat bu diplomatik sosyoloji sömürge yarışında geri kalmış askerî ruh olarak belirince , Alman askerî harekatları son anda ve eksik planlanmış ve eksik güdülenmiş mekanizmalara dönüşerek başarısız olmuştur. Berlin-Bağdat demiryolu gibi.
Şarka Doğru stratejisi de Asya yani Doğu tecrübesinden yoksun olduğu için akamete uğramıştır.
Nietzsche aklı, düşünceyi ve sorgulamayı sınırsızlaştırırken, Hitler de iktidar erkini ve askerî güç kullanımını sınırsızlandırmış ve iki aktörü intihar olgusu aynı kadraja almıştır.
Almanlar Nietzsche felsefesinin yapabileceklerini hâlâ tam olarak fark edememişlerdir. Yine aynı Almanlar
Nietzsche'nin komünist materyalizmini içerebilecek analizlerini Stalin ile ittifak kurmakta kullanamamışlardır ve böylece İran üzerinden Basra'ya, Suudi Arabistan'a ve Hindistan'a ulaşmak için Stalin'i safdışı etmek ve Rusya'yı ele geçirmek õncelik haline gelmiştir. Doğal olarak ağır yenilgi almıştır Almanlar. Bu durum Büyük Asya'yı Alman istilasından kurtarmıştır. Hitler'in yanında bulunan Tibet'li keşişlerin bir kısmının misyonu Asya nín istilasıyla iligilidir.
-Üstadım bunları ilk defa duyuyorum.
-Ben de ilk defa söylüyorum. Çünkü Asya'da, dünyada bundan böyle çok az kullanılan antropolojik hafızaya ileti
göndererek DNA'larımızda, yani genlerimizde atıl duran antropolojik tarihin kapılarının açılmasıyla elde edilecek kadim kültürel ve dinsel tortular kullanılacaktır.
Bunu ben söylemiyorum; Batılılar yazıyorlar. Onlar araştırıyorlar ve strateji kuruyorlar. Bizler de Tibet'e bakan bu eşsiz dağ manzaralı evimizde bunları analiz ediyoruz.
-İnsanlık tarihi bir dönüm noktasına mı geliyor ?
-ABD'de, Japonya'da ve daha bir çok ülkede şirket bölünmeleri başladı. Bir de bilişim şirketlerini satın alma furyası başladı.
Şirket evliliklerinin ve satın almalarının yoğunlaştığı dönemlerle şirketlerin kendi içlerinde yaptıkları işleri dışarıdan satın almaya başladıkları süreçler kritiktir.
Böyle süreçlerde ideolojik, ekonomik, siyasal , enformatik, finansal , devletsel, yönetsel, psikolojik ve sosyolojik dönüşümler yaşanır.
Böylesi kaotik dönemlerde Nietzsche felsefesini okumak ön koşuldur. Hegel'i okumak ta zorunluluktur.
Eğer askerler felsefe ve ideoloji okuyorlarsa daha da önemli süreçler söz konusudur.
Örneğin 12 Eylül 1980'de darbe yapan Türk Genel Kurmay Başkanı Platon un Devlet adlı yapıtından pasajlar okurdu.
Mustafa Kemal'in çizgisi mi, yoksa Prens Sabahattin'in yolu mu? Prens Sabahattin çizgisi zorunluluk olarak Türkiye'nin önüne Başbakan Özal uygulamaları olarak çıkınca ülkede taşlar yerinden oynamıştır. Atatürk'e selam, Osmanlı mirası ve İslam ile devam projesi felsefî ve dinsel derinlik yoksunluğu ile ilerleyememiştir.Prens Sabahattin bir kez daha kaybetmiştir.
Ortadoğu'ya bakalım; İran tüm bölge ülkeleri için muamma, tehlike,gereklilik, ciddi tehdit, ciddi avantaj ve ciddi hedef olmayı başardı. Bu kaotik portre Humeyni İslamcılığı dediğimiz ideolojiyi kültürel bir ritüele dönüştürdü ki, bu Ortadoğu'nun avantajı mı yoksa dezavantajı mı zaman gösterecek.
Suudi Arabistan, Vehhabiliği değil Kuran-ı Kerim'i esas aldığını beyan ederek Sünni dünyaya önemli mesajlar verdi. Türkiye tüm İslam dünyasında tartışılan bir olgu ve iktidar da dinsel referansları olan bir parti var.
Bu durumda Lawrence ve Nietzsche analizi gerekliydi.
Asya'da yeni teostrateji, teoantropoloji devreye alınıyor. Bu yeni durumu bölge ülkeleri biliyor ve kendilerine yeni teo-jeopolitik ve teo-jeostratejik koordinat ve format atıyorlar.
İnsan DNA'sının hasar gören kodlarının tedavisi aynı zamanda antropolojik bir varlık olan insanın kadim yapısı ve kültürü ile de yeniden eklemlenmesi/kopması boyutunu içermektedir. İnsanın kadim köklerinden kopması yani asıl yaradılış veya var oluş konseptini unutması da bir tür hastalıktır.
Acaba hangi kadim kodlar onarılırsa Teoantropolojik olarak hangi aktörler avantajlı olur? Ya da hangi kodlar bozulursa hangi aktörler ön plana çıkar?
DNA onarımı konusunda Nobel tıp ödülü alan Prof. Dr. Aziz Sancar'ın Mezopotamya ve Sümer gibi kadim coğrafyanın insanı olması zamansal bir ironi olabilir mi? Prof. Sancar'ın ödül sonrası ülkesini ziyareti de ilginç iletiler içermektedir. Zira Teo-jeopolitik ve Teo-jeostratejik hareketler bu kadim topraklardan başladı.
Komplo teorisi kurmaktan çok zamanın ruhunu kavramaya ve tanımlamaya çabaladığımız ortadadır.
Tam da böyle bir zamanda Diyarbakır'daki Zerzevan kalesi kazılarında elde edilen arkeolojik bulgular teo-arkeolojik ve teo-kültürel yeni bir güzergahın levhalarını dikmektedir.
Dinler pınarları diyebileceğimiz Ortadoğu, Ön ve Güney Asya, dünyanın yeni dönüşümü ve yeni yüzyılları için bir kez daha Batı ve Doğu üzerinden küremizi şekillendirecektir.
Yine tarihsel olarak önce Ortadoğu, Ön ve Güney Asya, sonra dünya yeni jeopolitik kimliğine kavuşacaktır.
Ortadoğu , Türkiye ve Asya'da keşfedilmeyi bekleyen çok sayıda Zerzevan kalesi bulunmaktadır.
Kadim tarihsel öğretiler evrimleşerek yaşarlar ve bir gün mutlaka ortaya çıkarlar.
ABD başkanı Wilson'un Osmanlının son dönemindeki stratejileri de yeni yeni temayüz etmektedir.
Bütün bunlara ek olarak antropolji ve mitoloji, çağdaş dünyada insanlar, devletler, uluslar ve organizasyonlar yönünü yitirdiklerinde kutup yıldızı işlevi görürler.
Nietzsche'nin felsefesi adanmışlığ ın da felsefesidir. Ögretisi uğruna can vermiştir. Nietzsche ve öğretisi bu bağlamda kutup yıldızı işlevi görürken zamanından çok bugünler için çalışılmış gibidir.
Lawrence ise Ortadoğu'da efsane olurken sahada olmanın ve sahasal istihbaratla yol almanın ve adanmışlığın anıtını dikmiştir.
Yukarıdaki tablo aynı zamanda yakın tarihimizin hazin bir envanterini de içermektedir.
Osmanlı'nın tarihin demirbaşı olarak kaydından sonra ortaya çıkan yeni Türkiye tablosu 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte Osmanlı imparatorluğunun hinterlandına yönelik bir açılım gerçekleştirmeye çalışmıştır. Fakat Kenan Evren'in ve ardıllarının Lawrence'ları, Nietzsche'leri, Bernard Lewis'leri, Hammer'leri, Brzezinski' leri ve Haig'leri yoktu.
Osmanlı'nın geride birlikte yaşadığı halklarla çok iyi anıları olduğu savından hareketle yola çıkılmıştır.
Eduard Şevardnadze gibi analitik dış işleri bakanları olmayınca, yani bilimsel, kültürel, askerî, akademik, dinsel, sosyolojik, tarihsel biyografik yetersizliklerle yol almanın güçlüğü ortaya çıkmıştır.
Henry Kissinger, Richard Holbrooke ve George Friedman gibi geniş çaplı çok iyi yetiştirilmiş elit ekipler olmadan yol almak zaten olanaksızdı.
Batı'nın yükselirken ki portleri ile Doğu'nun düşerken ki portleri arasındaki zıtlıklar yeterince açıklama ile doludur.
Taklit ediliyorsanız başarmışsınızdır.
TT
Nietzsche mi Lawrence mı?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة